Kurulduğu 90’lı yıllarında sonundan bugüne dek isyanlarını şarkılarıyla dile getiren Teneke Trampet grubu, adını Alman yazar Günther Grass’ın, içinde bulunduğu baskıcı dünyada büyümeyi reddeden, trampetini çalan ve sinirlendiğinde attığı çığlıklarla etrafta ne varsa kırıp döken karakteri Oskar Mazerath'ı anlattığı "Teneke Trampet" adlı romanından alıyor. Tıpkı Oskar gibi seslerini duyurabilmek için müzik yapan Teneke Trampetçilerle söyleştik.
- ‘İyi ki de kurmuşuz bu grubu…’ diyor musunuz? 97’de yola ne diye çıkmıştınız? Teneke Trampet’i biraz yaşam ödevimiz olarak gördük diyebiliriz. İlk yola çıkmamızda hem hevesli olmamız, hem de o yıllarda Türkiye’de yapılan müziğin -özellikle de sözel- sığlığına duyduğumuz tepki etken olmuştu. Söylemek istediğimiz şeyler vardı. Mutluluklarımız, mutsuzluklarımız, umutlarımız ve kızgınlıklarımız... Müzik -sözleri de olsa, enstrümantal de olsa- tüm bunları kendince ifade etmenin bir yolu aslında. Kendi müziklerimizi yapmak ve bunları olabildiğince geniş kitlelere ulaştırmak istiyorduk. Bunun yanında, bizimle benzer dünya düşünü kuran insanlarla bir araya gelmek ve onlarla alternatif bir kültür etrafında buluşmak istiyorduk. Bu hedeflerimize kısmen ulaştık.
- Sokak müzisyenliği kökenli bir grupsunuz. Sokak mı sahne mi diye sorsam?
İkisinin de ayrı ayrı güzel yanları var. Sokaktaki sadelik ve rahatlık hiçbir yerde yok. Sahnede çaldığınızda müzisyen olarak duyduğunuz ses ile izleyicinin duyduğu ses arasında büyük fark var. Sokakta ise dışarıda nasıl duyuluyor kaygısı yok. Buna karşılık sahnede üretilen müzikte kullanabildiğiniz teknik olanaklar ve buna bağlı olarak üretimin spektrumu çok daha geniş.
-Grup üyelerinin müzik dışında başka işleri var. Geçiminizi müzikten sağlamıyor olmak size daha özgür bir alan yaratıyor mu üretimlerinizde?
Kesinlikle öyle. Ancak profesyonel bir müzik grubuna oranla müziğe ayırabildiğimiz zaman çok daha kısıtlı oluyor maalesef. Fakat farklı iş gruplarında çalışmak aynı zamanda içinde hayatı barındıran şarkıları yapmamıza destek oluyor.
- Metin Göktepe’yle ilgili şarkınız varmış. Şimdilerde böyle sembol bir isme şarkı yapma düşünceniz var mı? Mesela geçenlerde ölüm yıldönümü olan Hrant…?Bu tip şarkılar uzun vadede planlayarak çıkmıyorlar pek. Daha çok içten gelen isyanla karışık bir patlayış gibi ortaya çıkıyorlar. Ölü Çiçekler isimli şarkımızı konserlerde genellikle Hrant Dink’in anısına seslendiriyoruz. Hayattayken söylediklerinin yanında katledilmesinden sonra sahiplenilmesiyle de bazen ölü olduğu sanılan çiçeklerin bile dirilebileceğini hissettiriyor bize.
- 18 yıllık bir grupsunuz. İlk albümünüz ‘’İzin Verme’’yi, 2012’de yayınladınız. Yani kurulduktan 15 yıl sonra! Neden bu kadar geç?
15 yıl sonra gelen albüme “geç değildi” demek komik gelebilir kulağa, ancak daha önce de belirttiğimiz gibi Teneke Trampet’i profesyonel olarak müzik yapan diğer gruplarla bu açıdan karşılaştırmamak gerekiyor. Bizim hızlı bir şekilde albüm yapacak kadar zamanımız hiç olmadı bugüne kadar. Sebebi bu.
- Sözünü sakınmayan, müziğiyle adeta siyaset yapan bir grupsunuz. Sanatçının muhalifliği/sorumluluğu üzerine neler söylemek istersiniz?
Biz illa da muhalif müzik yapalım diye başlamadık. İnsana, topluma, yaşama dair düşündüklerimizi ifade amacındaydık. İşçilerin Sesleri, Erzincan 1939 gibi kimi şarkılarda da dışarıdan bir hikaye anlatıcısı rolünü üstlendik. Şarkılarımızın pek çok yerinde de konuşanlar biz değil, anlattığımız olayların kahramanları aslında. Örneğin Tek Yol Sendika’da bir işçi, Acıdı’da küçük bir çocuk konuşuyor. Kendisini ifade etmeyi ya da bir hikaye anlatmayı seçen her insan aslında bir sorumluluk yüklenir; içinde yaşadığı zamana ve mekana dair düşündüklerini söze dökmek sorumluluğu. Bunu yapmayı reddetmek, sadece suya sabuna dokunmayan işler üretmek de bir seçimdir ve gayet de politik bir seçimdir.
- Sizler, zaman zaman ülkenin içinde bulunduğu fena hallere isyan ettiğinizde ne yapıyorsunuz, müziğe mi sığınıyorsunuz?
Müzik bazen sığınılacak bir yer gibi görünse de bizim grupta aslında öyle olmuyor. Biz müziği sakinleştirici bir hap gibi değil de daha çok uyandırıcı, harekete geçirici bir şekilde algılıyor, öyle yapıyoruz. Aspirinden çok “enerji içeceği” yani…
- Gezi’yi anlatan animasyonlu klibiniz ve şarkınız bence çok güzel… Biraz hikayesini anlatır mısınız? Duyarlı müzisyenler olarak Gezi’nin unutulmasına mani olmak gibi bir amacınız var mıydı?
Çok teşekkür ederiz. Şarkıyı Gezi sonrasında yazmıştık ve birçok konserimizde de seslendirdik. Sonrasında film fikri doğdu. Gezi filmini yönetmen Murat Özfilizler ile Sercan Erol ve Berna Akkızal’dan oluşan ekip yarattı. Tüm karakterleri ve dekoru kendileri elleriyle oluşturdular ve aylar süren bir çekim sürecinin sonunda filmi bitirdiler. Hiç kimsenin öngöremediği bir şekilde tamamen kendiliğinden ortaya çıkan böylesi bir halk hareketinin unutulmasını tabii istemeyiz. Şarkı ve film buna bir nebze de olsa katkıda bulunursa mutlu oluruz.
''Güneşli bir akşamüstü Kadıköy Bahariye'de de karşımıza çıkabilirmişsiniz’’ Ne hoş… Kadıköy'e dair hisleriniz/düşünceleriniz neler?
Biz Kadıköylü bir grubuz. Hayatımız Kadıköy’de geçiyor. Müziğimizi Kadıköy’de yapıyoruz. Kadıköy olmasaydı müziğimiz de böyle olmazdı. Kadıköy’ün müzikal ortamı çok zengin ve zevkli. Burada müzik yaptığımızda kendimizi evimizde hissediyoruz.