'Yazarın cinsiyeti kimi ilgilendirir?'

Feyza Hepçilingirler, okurlara seslenerek "Yazarın cinsiyeti kimi, neden ilgilendirir? Cinsiyetine değil yazdıklarına bakmalı okur" diyor

06 Ağustos 2015 - 15:36
Kadir İNCESU
Yazar olma düşüncesi ilk olarak “Küçük Kadınlar”ı okuduğunda oluştu. “Jo olmak istiyorsa ben de olabilirim” dedi. Öğretmenlerinin desteğiyle de yazar olma hayalini gerçekleştirdi. Şiirle başladı, öykü ve romanla devam etti. Çocuklar için yazdığı kitapları da unutmamalı. Kitapları peşpeşe yayımlandı, ödüller aldı. Emekli oldu, torunları Aras ve Diyar doğdu. Çocuklarıyla, torunlarıyla, kitaplarıyla ve okurlarıyla dolu bir dünyası var Feyza Hepçilingirler’in... Yeni kitapları “Arada Aşk Var” ve “Bu Dağların Karı Erimez” Everest Yayınları tarafından yayımlanan Feyza Hepçilingirler ile söyleştik.
“Bu Dağların Karı Erimez”, denemelerden oluşuyor. Kadın, erkek eşitliğinden de sıklıkla söz ediyorsunuz. Edebiyat dünyasında durum nasıl?
Edebiyat dünyası, toplumumuzun dışında bir dünya değil ki... Edebiyat dünyasında da erkekler egemen. Dergi çıkaranlar, kitap basanlar, yayınevi sahipleri, gazetelerin, radyo ve televizyonların köşe taşlarını oluşturanlar hep erkekler. Kapılarda kadınları önden geçirme inceliğini gösteriyorlar, (en azından bazıları) kadınlar ayakta kaldığında onlara yer veriyorlar diye edebiyatta da kadın yazarları öne geçirmelerini bekleyemeyiz elbette. Olsa olsa genç, bakımlı, güzel kadın yazarlara yaşlı ve kara kuru olanlardan biraz daha fazla yer veriyorlardır; hepsi o kadar. Şaka bir yana kadın yazarlar da erkek yazarlar da kendi bileklerinin, beyinlerinin gücüyle bir yere gelmişlerse orada kalıyorlar. Hızlı çıkışlarda düşüş de çok çabuk oluyor. Biz kadın yazarlar da erkek yazarlardan kayırma, arkalama falan beklemiyoruz. Yalnızca eşitlik. Bütün beklentimiz bu.
“Kadın Yazar”, “Yazar Kadın” tanımlamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Halk edebiyatı içinde şairi bilinmeyen ürünler için “anonim” denir, biliyorsunuz. Aslında kimdir o ürünleri ilk söyleyenler? Sonra dilden dile dolaşırken olgunlaşmış, son biçimini almıştır ama manileri, türküleri, masalları ilk kez kimler yaratmış, kimler söylemiştir? Elindeki kazmayı, baltayı, sabanı, tüfeği bırakıp erkekler mi; yoksa hayvan yemlerken, süt sağarken, tarhana ovalarken, makarna keserken, yufka açarken kadınlar mı? “Yârim İstanbul’u mesken mi tuttun? / Gördün güzelleri beni unuttun” diyen bir erkek olabilir mi? “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar / Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler / Annesinin bir tanesini hor görmesinler” diye bir erkek mi ağlamış? “Amanın da kızlar ne zorumuş burçak yolması / Burçak tarlasında yâr yâr gelin olması” diye erkekler mi eğleniyor? Kadınlar böyle geri planda kalmaya, “adsız” olmaya razı gelmeyip eserlerinin üzerine adlarını koymaya başladıklarında akıllara geldi onlara “kadın yazar / kadın ressam / kadın yönetmen / kadın bestekâr” demek. Erkek olana “erkek yazar” demiyorsanız (ki demiyorsunuz) karşı cinse neden “kadın yazar” diyorsunuz? Hem yazarın cinsiyeti kimi, neden ilgilendiriyor? Cinsiyetine değil, yazdıklarına bakmalı okur. 
“Arada Aşk Var” bir öykü kitabı. Onun oluşma sürecinden de söz edelim mi biraz?
“Arada Aşk Var”, “İşte Gidiyorum – Göç Öyküleri”nden dört yıl sonra, kasaba öykülerini topladığım bir kitap. Doğduğum kasabayı, Ayvalık’ı düşünerek yazdım. “Göç Öyküleri” gibi acıklı değil. Kasabanın sıcaklığını, yakın insan ilişkilerini hissettirmeye çalıştım. Okura hazırladığım küçük sürprizlerim de var. Sözgelimi bir öyküde adı geçen kişi, bir başka öykünün başkişisi olarak çıkıyor karşımıza. Kasabalarda öyledir ya… İnsanların yaşamları birbiriyle kesişir. Kitabın adında aşk var ama benim kasabalılarım zırt pırt “aşkım”, “aşkitom”, “seni seviyorum” demiyorlar birbirilerine. Aşklarını çok fazla dile dökmeden yaşıyorlar. Bu yüzden de aşkları bar bar bağırmayan, “arada” kalmış aşklar…
Türkçe üzerine yazdığınız yazılarınız ve kitaplarınızla geniş bir okur kitlesi tarafından tanınıyorsunuz. Sizi öykülerinizle tanımış, sevmiş birisi olarak sormak istiyorum, bu durum öykülerinize ve romanlarınıza haksızlık olmuyor mu?
Olmaz olur mu? Türkçe uzmanı olarak bilinmek elbette çok güzel ama ödüller kazanmış sekiz öykü kitabımın, iki romanımın yok sayılması, onlara verdiğim emeğin boşa gittiği duygusu uyandırıyor bende; içimi acıtıyor. Öte yandan gerçek edebiyat okurunun çok da uzağında olmadığımı biliyorum. Öykülerimle, romanlarımla çok fazla göz önünde olmasam da beni kendi çabasıyla keşfeden; yazdıklarımı, tarzımı seven edebiyatın has okuru bana yeter.
Yazarı ve yapıtını ayrı ayrı mı yoksa bir bütün olarak mı değerlendirmeli?
Bence yapıtı, yazarından bağımsız ele almalı. Yalnızca yapıtla ilgilenmeli, üzerine yazarının, şairinin gölgesinin düşmesine bile engel olmalı. Edebiyat tarihine baktığınızda büyük eserlerin, klasiklerin, unutulmaz şiirlerin yazar ve şairlerinin pek çok insani kusura sahip olduğunu görebilirsiniz. Kimi alkoliktir, kimi ruhsal bunalımların pençesinde çırpınmaktadır. Kumarbaz olan, esrar çeken çoktur aralarında ama bu kişisel özellikler, yapıtlarına bakışımızı etkilememeli. Tolstoy çocuklarının adlarını bile bilmezmiş örneğin. Tolstoy’un iyi bir baba olmaması, dünya çapında bir yazar olmasını engeller mi? Açgözlü, haris pek çok şair: kibirli, bencil pek çok yazar var. Onların kişisel kusurlarından bize ne? Hangimiz mükemmeliz ki!

ARŞİV