“ASLINDA BENİM İÇİN SERGİLENECEK YER KADIKÖY!”
“Kaosun İçindeki Güzellik” adlı ilk sergisini, Kadıköylü Mine Sanat Galerisi’nin Bodrum şubesinde 2015 yılında açan Avustralyalı sanatçı Nara Walker, şimdi de Kadıköylü sanatseverlerle buluşuyor. “Kore’ye Dönüş” başlıklı sergi, Caddebostan’daki Mine Sanat Galerisi DENEYSEL’de açılacak. 16 Eylül’e dek açık kalacak olan solo sergide Walker, doğum, yaşam, ölüm ve yeniden doğuş döngüsünü siyanotip (mavi) baskı yoluyla aktarıyor.
Kendisi birçok formda çalışan, eserlerine bizzat bedenini de dahil eden çok yönlü bir sanatçı. Bunun ilk örneği olarak 2015 Venedik Bienali'nde halka açık yapmış. “Sanat yaparak öğrenmek benim doğamda var” diyen Walker, özgürlüğü farklı ifade biçimleriyle arıyor. Walker, 2019 yılında eski kocasının kulağını ısırdığı için, o dönem yaşadığı ülke olan İzlanda’da bir süre hapiste kalmış. Yaşadığı bu kişisel trajedi sonraki yıllarda sanatına yansımış haliyle; “Eserlerim, dış dünya ile (örneğin mitler) ve iç dünyam arasında bir köprü kurar. Sevinç ya da sıkıntı duyguları ister istemez yaratıcı pratiğimi etkiliyor, öznel bir bakış açısıyla oluşturulan üretimler yapmama neden oluyor. İnanıyorum ki biz insanlar olarak; kendimizi anlamak için sanatta ipuçları bulabiliriz. Deneyimlerim beni yaratmaktan asla alıkoymadı. Hatta özgürce yaşayamadığım İzlanda'dayken, muazzam miktarda iş ürettim. O yıllardaki sanatım oldukça içe dönüktü. Avustralya'ya döndüğümden beri, farklı teorileri keşfetmeye ve çalışmamı genişletmeye yöneldim ki bu da beni büyük ölçekli siyanotip baskılar yaratmaya yönlendirdi.”
“KADIKÖY’ÜN KENDİSİ SANAT”
Peki Türkiye’de sergi açma süreci nasıl gelişmiş? Walker anlatıyor; “Mine Sanat Galerisi ile iletişime geçtim ve 2015 yılında ilk kişisel sergime davet edildim. Galeri koordinatörü Ayşe Koşak ile çok iyi bir ilişkim var ve bu, uzaktan sergiler üretmeme yardımcı oluyor. Türkiye'nin güzelliği beni cezbetti, uçsuz bucaksız tarihi, toprağı ve insanları… Uluslararası sergilere katılan bir sanatçı olarak, ziyaret etmekten keyif alacağım yerleri tercih ediyorum. Sanatım aracılığıyla galeriyle ve Türkiye ile ilişkimizi geliştirmeye devam etmek istiyorum. Nara Walker Kadıköy’deki sergisi için oldukça heyecanlı. Zira “Kadıköy başlı başına bir sanat formu gibi görünüyor. Bende uyandıracağı ilhamı dört gözle bekliyorum. Kadıköy'de sergi açıyorum ama aslında benim için sergilenecek yer Kadıköy!” diye aktarıyor duygusunu.
Nara Walker “Kore’ye Dönüş” sergisini şöyle anlatıyor; Persefoni’nin (Yunan mitolojisinde yer altı tanrıçası) öyküsünde kendini 'öteki' olarak deneyimlemek için kendiye ikiye bölen bir tanrıça var. Onun adı Persefoni’den önce Kore'ydi. Serginin adı da buradan geliyor. Sergiyi bir öz-yansıtma aracı olarak Kore'ye dönüş olarak adlandırdım. Yolumuzu ve başladığımız yere yani öz benliğimize dönmenin önemini belirtmek için. Bu sergi, öz keşfi ve dönüşüm yolculuğunu sembolize ediyor.”
KENDİNİ BASTI!
Sanatçı sergide siyanotip /mavi baskı) tekniğini tercih etmiş. Bu baskı tekniğiyle ilgili ilk deneyimleri çiçekleri basmakmış ama bir gün ‘Kendimi de basabilir miyim’ diye düşünmüş. Bir süre İzlanda’da yaşadıktan sonra, anavatanı Avustralya'ya döndüğünde, doğum, yaşam, ölüm ve yeniden doğum döngüsünden ilham alan bir dizi üretme isteği gelmiş. Bunu klasik bir şekilde boyalarla tabloya aktarma fikri yeterli gelmeyince siyanotipi kullanmış. Rulo pamuklu kanvas alarak siyanotip karışımları hazırlamaya başlamış akşamları. Gündüzleri de gün ışığında bu yüzeye kendi bedeniyle uzanarak boyamaya başlamış. Böylelikle, bu sergide yer alan gerçek boyutlu mavi baskılar ortaya çıkmış. Eserlerde ayrıca 3 metre uzunluğundaki piton derisi, Avustralya'ya özgü yumurtalar, fauna ve flora ve insanlar tarafından yetiştirildiği bilinen ilk bitkilerden biri olan Artemisia vulgaris olarak da bilinen pelin otu da dahil pek çok enterasan ürün kullanmış. Nedenini şöyle aktarıyor; “ Avustralya'da büyürken, küçük yaşta öğrendim ki, evinizin altında veya çevresinde yaşayan bir piton bulunursa, piton onları yiyeceği için etrafta zehirli yılan olma olasılığı daha düşüktür. Bu nedenle pitonu bir koruyucu olarak gördüm. bu sergimdeki piton derisini evimin garajında buldum. Siyanotip baskıyla çalışma yapmaya karar verdim, çünkü derinin güzel desenlerini yakalamak istedim. Yılan benim için dişil olanın gölge yönünü, korumayı ve yaratıcılığı temsil ediyorlar. A. Vulgarius ise evde yetiştirdiğim bir bitki. Bu bitki insanın ilk ekili bitkilerinden biri olduğu için önemli. “
Sergi, sanatçının eserlerinden ilhamla ortaya koyacağı, canlı, sezgisel bir performansla 24 Ağustos Perşembe 17:00’de açılacak. Walker sanatseverleri “mavi renkli bir sergiye kendilerini kaptırmaya ve Kadıköy'de bulunan bir sanatçı olarak bana katılmaya davet ediyorum” çağrısını yapıyor.
HOLLANDALI SANATÇI HASANPAŞA’DA
Geçtiğimiz günlerde Müze Gazhane’de açılan Istanbul meets Holland (İstanbul Hollanda’la buluşuyor) sergisi,Hollandalı grafik sanatçısı ve grafik tasarımcısı Gea Zieverink’in karışık tekniklerden eserlerinden oluşuyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ ve İBB Kültür Dairesi Başkanlığı, Hollanda Krallığı İstanbul Başkonsolosluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Deventer Başkonsolosluğu’nun iş birliğiyle gerçekleştirilen sergi, 31 Ağustos’a dek açık kalacak.
Gea Zieverink, Hollanda’nın Deventer şehrindeki yeşilliklerle çevrili evinde eşi ve 2 çocuğuyla yaşıyor. Grafik sanat eserlerini her hangi bir kurala bağlı kalmadan üretiyor bu da kendisine enerji veriyor. Bu aynı zamanda ödün vermeden sanat yapmak anlamına geliyor ki bu da beraberinde yaratıcılık ve özgürlüğü getiriyor. Dolayısıyla da eserlerinin konusu birçok farklı şey olabiliyor; taşlar, kabuklar, eski binalar, günlük eşyalar… Sanatçı “Her şeyde keşfedebildiğim ve keşfettiğim bir güzellik var.” diyor. Düz baskıya duyduğu ilgi, deneysel soyut grafik çalışmalarına yansımış. Serigrafi ve karışık tekniklerde uyguladığı yöntemi ‘algılama ve tepki verme’ olarak tanımlıyor. Bu da sanatçının her bir eserini benzersiz kılıyor. Sanatını üretirken çevresindeki her şeyden ilham aldığını vurguluyor: “Ne zaman çevreme baksam, binaların yapısı, sokaktaki taşlar, evden eve uzanan telefon telleri, gökyüzündeki bulutlar… gibi sınırsız desenler görüyorum. Bu desenlerin güzelliğinden ilham alıyorum. Onları grafik görüntülere dönüştürerek, çoğu zaman çok katmanlı bir şekilde özlerine ulaşmaya çalışıyorum. Bu çalışmaları basıyorum ve gerçek özlerini vurgulamak için farklı teknikler kullanıyorum. Böylece gördüğümü geri veriyorum. Ancak bu klasik bir çoğaltma değil, kişisel bir yorumlama…”
Tam da bu noktada eserlerin izleyici tarafından anlaşılıp anlaşılmadığı konusunda şu görüşlerini aktarıyor: “Her sanat eseri size sanatçının dünyayı nasıl gördüğünü gösterir ve ona kişisel bir dokunuş katar. Sanat her zaman hoşnut etmeyi, şaşırtmayı, merak uyandırmayı, sorular sormayı amaçlar. Sanat tüm duyuları uyandırmalıdır. Kelimelerle ifade edilemeyen bir şeyi ifade etmek istiyorum. Kompozisyonlar ve renkler aracılığıyla bir mesajı, duyguyu iletmek istiyorum. Sanatımın benim yerime konuşmasını istiyorum. Sanat size yeni bir deneyim sunmayı amaçlar. Bazen rahatlatıcı olabilir, bazen huzursuzluk verebilir. Bu yüzden ziyaretçilerin sanata nasıl tepki vereceğini tahmin etmek imkansızdır. Umuyorum ki sanatım insanları ne anlama gelebileceği konusunda meraklandırır. Ancak en çok umduğum şey, insanların hayal kırıklığına uğramamalarıdır. Bu bir kitap okumak gibidir. Bazen her şeyi anlamak, yazarın niyetlerini kavramak daha uzun zaman alabilir. Ama umarım tüm ziyaretçiler merak etmeye devam ederler ve umarım sergiden ayrılırken yeni bir şey gördüklerini bilerek ayrılırlar! Ziyaretçileri kendi dünyama davet ediyorum. Umarım keyif alırlar!”
Bu sergi alanında toplam 4 odada 60 sanat eseri sunuluyor. sanatçının son yıllarda ürettiği işleri içeren eserlerin özellikle bir teması bulunmuyor. Bu, kendisinin Türkiye’deki ilk sergisi. Bu şansa sahip olduğu için gurur duyuyor. İstanbul’a gelmiş olmak da çok memnun. “İstanbul, ziyaret ettiğinizde kalbinizde yer edecek kadar büyüleyici bir şehir. İnsanları, tarihi, kültürü eşsizdir, dünyanın başka yerinde bulamazsınız. Bu kültürün bir parçası olmak, bu sergi vesilesiyle İstanbul ile bağlantı kurmak çok hoş, neredeyse bir mucize benim için…” diyor.
Serginin açılışı için Deventer’den Kadıköy’e bizzat gelen Gea Zieverink, “Açılış günü bir rüyanın gerçekleşmesiydi, ciddi söylüyorum. Arkadaş canlısı çok sayıda kişi katıldı, onlarla sohbet ettim. Bunun bir parçası olduğum için çok mutlu ve heyecanlıydım. Açılışını düşündüğümde hala duygulanıyorum. Ben, Hollanda'dan bir sanatçı olarak Gazhane'de çalışmalarımı sergileme fırsatını bulmak, gerçek olamayacak kadar güzel.” Zieverink, Müze Gazhane’yi de çok beğenmiş: “Eski bir endüstriyel yapı günümüzde Kadıköy'de bir mücevher haline gelen, herkesin ziyaret edebileceği bir kültürel kompleks” diye tarifliyor.
Sanatçı, bu serginin Türkiye ve Hollanda arasındaki kültürel ilişkilere yansıyışı konusundaki görüşlerini şöyle açıklıyor: “Açılışta İstanbul'daki Hollanda Konsolosu Sayın Arjen Uijterlinde, sanatın ülkelerimiz arasındaki karmaşık ilişkilerde önemli bir köprü olduğunu belirtti. Kendisiyle aynı fikirdeyim. Soyut grafik sanatı da kelimeler olmadan iletişim kurmayla ilgilidir. İletişim, karşılıklı saygı ve anlayış için hayati öneme sahiptir. Umarım sanatım bu süreçte bir adım daha atmayı sağlar. Kişisel olarak da, burada kaldığım süre boyunca tanıştığım tüm dost insanlara karşılık olarak İstanbul'a bir şeyler sunmak istiyorum.”
“KADIKÖY’DE SERGİ AÇMAK AYRICALIK”
Türkiyeli grafik sanatçılarını pek tanımadığını söyleyen Zieverink, ancak İstanbul'a yaptığı ziyaret sırasında Türkiye'de soyut grafik sanatının uzun bir geçmişi olduğunu fark etmiş. Birçok çağdaş sanatçının da çalışmalarında grafik desenler kullandıını öğrenmiş. Mesela Hüsamettin Koçan’ın eserlerini olağanüstü bulmuş. Ayrıca Üsküdar'daki Şakirin Camii'ni ziyaret etmiş. Zeynep Fadıllıoğlu ve Hüsrev Tayla tarafından tasarlanan bu camideki, gelenek ve yenilikçi grafik tasarımın birleşiminden doğan güzellikten çok etkilenmiş. Şuan ülkesi Hollanda2ya dönmüş olan Gea Zieverink’in aklı da kalbi de İstanbul’da kalmışa benziyor zira şunları söylüyor son olarak: “Eminim ki görülecek çok daha fazla şey var. Bu yüzden Türk grafik tasarımının eserlerini keşfetmek için İstanbul'a daha sık geldiğimi göreceksiniz! İstanbul'a aşık oldum, tarihi, kültürü ve en önemlisi insanlarıyla. Ve güzel Kadıköy'deki konaklamam unutulmazdı. Çok sayıda gülümseyen insan, gerçekten benzersiz bir atmosfer… Kadıköy'de sanat eserlerimi sergilemek ayrıcalık.”
İNGİLİZ’DEN ‘ATA’ PORTRELER
Bradley Secker, 2012’den beri Türkiye’de yaşayan bir İngiliz foto muhabiri. Londra merkezli Panos Pictures foto ajansı için çalışıyor. Türkiye’den önce Orta Doğu ve Kuzey Asya’da yaşamış ve çalışmış ama kendisi çin en rahat ve uygun olarak İstanbul2u seçmiş. 36 yaşındaki fotoğrafçının ikameti ise 10 yıldır Moda’da. Geçtiğimiz günlerde de semtinde bir sergi açtı.
Moda’nın sanatla iç içe kahve dükkanlarından olan . Ağabey Sokak’taki Tribu Caffe Artigiano’daki sergi, Secker’in 3. sergisi ama Kadıköy’deki ilk sergisi olma özelliğini taşıyor. Kafenin sahibi ve işletmecisi İlker Arı da bu serginin, kafe duvarlarındaki 6. sergi olduğunu söylüyor.
10 fotoğraftan oluşan bu mini serginin teması Atatürk. Peki Secker neden bu konuyu seçmiş? Anlatıyor: “işim gereği çok farklı ortamlarda bulunup, farklı konularda fotoğraflar çekiyorum. Türkiye’de gittiğim pek çok yerde Atatürk’e rastlıyordum. Bunların fotoğraflarını çekip depolamaya başladım. Arşivimde 50 civarı fotoğraf var. İlker ile 4-5 senedir tanışıyoruz. Duvarlarda müşterilerinin eserlerini ağırlayan İlker beni da davet edince memnuniyetle kabul ettim. Ne sergileyeceğimi önce biraz düşündüm ve fark ettim ki işim gereği benim çalışmalarımın çoğu, kimsenin bir kafenin duvarında görmek istemeyeceği türden iç karartıcı konular. O nedenle Cumhuriyetin 100. yıl dönümü yaklaşırken Atatürk fotoğraflarımı sergilemeyi seçtim.”
9 Eylül’e dek açık kalacak olan sergide sanatçının son yıllarda Türkiye geneli (İzmir, Ardahan, Amasya, Antakya vb) ve özellikle Kadıköy’de çektiği fotoğraflar bulunuyor.Bradley Secker, “10 yılı bir süredir Türkiye’de yaşayan ve burayı evi olarak tanımlayan bir İngiliz olarak, 100. Yıl benim için de öenmli elbette. Burada yaşadığım ve çalıştığım sürece ülke ve halk için çalkantılı bir 11-12 yıl oldu. Bence 100. yıl dönümü, herkesin geçen yüzyılı düşünmesi ve geleceğe bakması için bir dönüm noktası. Fotoğraflarım Türk vatandaşlarının Atatürk'e olan hayranlığını, saygısını ve onun Cumhuriyeti kurduktan 100 yıl sonra nasıl anıldığını gösteriyor. Bu söylediklerimi okuyan herhangi birinin Atatürk fotoğrafları ya da etkinliklerle ilgili ilginç tavsiyeleri varsa lütfen benimle iletişime geçsinler. Hepinizin Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılı kutlu olsun.”