Kadıköylü’nün bir sabah uyandığında sokaklarda heykelleriyle karşılaştığı sanatçı İskender Giray, bu sefer çok farklı bir projeye imza attı. “Ekmekçi Berkin’i Arıyor”, “Ayrışma”, “Ağaca Ağıt”, “HES” gibi heykelleriyle tanıdığımız Giray, Kocaeli’nde hidrolik sistemler üreten bir fabrikanın talebi üzerine, Mezopotamya’dan çıkmış ancak çoğumuzun adını ilk kez duyduğu mühendis ve bilim insanı El-Cezeri’nin ünlü bir eserini yeniden yorumladı. İki buçuk ton ağırlığındaki “Filli Su Saati” için iki buçuk yıl emek veren heykeltraş ve fizik mühendisi İskender Giray ile bu zorlu süreci ve El-Cezeri’yi konuştuk.
Benden heykel isteyen firmalar veya şahısların, benden istediği heykel konusunda mutlaka bir hayalleri oluyor. Bu noktada ben karşı tarafa sorular yönelterek aranan duyguyu veya kavramı araştırmaya başlarım. Sonra bu bilgileri kendi içimde harmanlar, totalinden aldığım duyguyla bir heykel tasarlayıp karşı tarafa sunarım. Eğer tasarım karşı taraftan da kabul görürse ilerleriz. Bu noktada HKTM'den Tunç Bey ve İlham Bey ile görüşmemizde, ana toplantı odalarına ünlü mühendis ve sanatçı El Cezeri’nin ismini verdiklerini, bu konunun onlar için önemini anlattılar. Daha önce de karşıma çıkan ve dahasını bildiğim fakat derinlemesine incelemediğim El Cezeri onların çok önem verdiği bir isim olmasıyla gerçek anlamda hayatıma girdi ve daha çok incelemeye, hakkında okumaya başladım.
Bu konuda düşünmemiz şart. Neden 800 yıl boyunca çok az isim çıkartabilmişiz? El Cezeri’yi neden Avrupa’dan öğrenmişiz? Bunlara muktedir ileri bir toplumken neden bu kadar yerimizde saymışız hatta zaman zaman geriye doğru koşmuşuz? Bu coğrafyada bitmek bilmeyen mezhep ve ırk savaşları buna bir neden. Ama bunu tetikleyen, bunun üzerinden beslenen, cahil toplumun kolay yönetileceğini savunan, çıkarcı yönetimler en büyük neden. Dışarıda birileri elbette ki bunu isteyecek. Öz kaynak sömürüsünün en kolay yolu bu ama konu onların ne istediğinden ziyade bizim bu isteğe karşı nasıl durduğumuz bence. Nasıl karşılık verdiğimiz, nasıl direndiğimiz. Direnememişiz. Çünkü bilginin getirisinden korkmuş yöneticilerimiz. Konforu seçmiş.
Filli Su Saati El Cezeri’nin en önemli ve en ünlü eserlerinde bir tanesi. İsminin simgesi olmuş bir eser ama en önemlisi o dönemki uluslararası ticareti simgeleyen bir eser. HKTM de uluslararası düzeyde iş yapan büyük bir firma. Bu noktada Filli Su Saati şablona benim görüşümde tam oturuyordu. Ayrıca üzerinde barındırdığı mitolojik hayvan figürleri Anka Kuşu, Çin Ejderi, çok sevdiğim ve saygı duyduğum bir hayvan olan fil benim işlemekten zevk alacağım figürlerdi. Çin Ejderi ve Anka Kuşunun vücudumda dövmeleri vardır zaten. Dolayısıyla hem üzerinde barındırdığı unsurlar hem de karmaşık yapısı beni çok cezbetti.
İlk konuşmamızdan, heykelin yerine konumlandırılması 3 buçuk yıl kadar sürdü. Fakat fiilen üzerinde çalışma sürem 2 buçuk yıl. Tasarım aşamasındayken mekanik kısımları prototipler üreterek çözmeye çalıştım. Fakat bu deneme yanılmalar çok zaman alıyordu. Bu noktada tasarımı bırakıp, bu mekaniği dijital ortamda tasarlayabileceğim, genelde makine mühendisleri tarafından kullanılan bir CAD programı öğrenmeye başladım. Önce yüzeysel ve sonrası derinlemesine bu programı istediğim tasarımı yapacak düzeyde öğrenmem 6 ay kadar sürdü. Sonrasında tasarımıma devam ettim. Ayrıca tasarımımda kullanacağım, rulman, civata, kayar bul, burçlar gibi hazır malzemeler hakkında araştırma yapmak yine aylarımı aldı. Sonrasında 1 yıl tasarım ve 1 buçuk yıl üretimim sürdü. Sonuçta mekaniği dijital tasarlasam da kalanını elimle analog olarak yapmak ve bunları beraber çalışır duruma getirmem gerekiyordu.
Fireleriyle beraber 3 tona yakın malzeme kullanıldı ama işlemler sonrasında çıkan heykel ise yaklaşık 2 buçuk ton ağırlığında oldu. O kadar malzemenin polisajı (parlatma süreci) çok uzun ve tehlikeli bir süreç. Polisaj için emektar ustalarımdan yardım aldım. Sadece saat üzerinde kullanılan malzemelerin polisajı atölyemde 2 usta tarafından 2 ayda yapıldı. Binlerce delik, yüzlerce birbirine geçme parça var. Bunların birbirine alıştırılması konusunda o zamanki asistanım ve babamın emeği çok büyük. Sıkıcı ve tekrardan ibaret işler, sağ olsunlar sabırla bana yardım ettiler. Çoğu parçayı kaldırmak ve yerine koymak zaten en az 2 kişi gerektiriyor. Dolayısıyla benim sabit ana işçi olduğum bir süreçte, yaycısından dökümcüsüne birçok kişinin emeği var.
Tasarım sürecini evet fakat üretim süreci için Kadıköy’deki atölye fazlasıyla küçük kaldı. Bu vesileyle Maltepe’de bu işi yapabileceğim daha büyük bir atölyeye taşındım ve üretim sürecini orada yürüttüm.
Tabii maalesef sınırlı bir bilgimiz var El Cezeri’nin hedefleri konusunda ama dediğim gibi uluslararası ticareti simgeliyordu. Tabii üzerindeki unsurlar da o dönemde yoğun ticaret içerisinde oldukları Asya kıtasından.
Ben de aynı şekilde öncelikle uluslararası ticaret üzerinde durdum. Fakat konuya Afrika kıtasını da kattım ki, yüzyıllardır devam eden sömürülerin altını çizmek istedim. Tabii ki bu sömürü dünyada, öncelikle Avrupa ülkelerinin kültüründe var ve Afrika’yla sınırlı değil. Afrika başı çeken bir kıta olarak bu konuya iyi bir simge.
Ayrıca hedeflerimizden biri de El Cezeri gibi bir değerin coğrafyamızdan çıkmış olması, bizden biri olması ve tüm dünyanın mühendislik alanındaki ilerlemesine büyük katkı yapmış olması gerçeğini hatırlatmak. Bu coğrafyada yaşayan genç nesillerin öğretilmiş çaresizliğini kırmak için bir hatırlatma amaçlanıyor. Bu amaç öncelikle HKTM firmasının sahipleri aynı zamanda yöneticileri olan Tunç Bey ve İlham Bey ile ortak kaygımızdır.
O zamanki Filli Su Saatinin üzerindeki insan figürleri; kâtip, fil terbiyecisi ve Selahattin Eyyübi idi. Fil terbiyecisi zaten direkt atılmalıydı. Günümüzde artık biliyoruz ki fillerin terbiyeye ihtiyacı yoktur. Aksine insanların bu konuda terbiyeye çokça ihtiyaçları vardır. O direkt denklem dışına çıkıyor. El Cezeri’nin Selahattin Eyyübi’ye özel bir hayranlığı olduğu söyleniyor. Tabii ki tarihte önemli yeri olan önemli bir insan ama günümüzde, kavramsal açıdan heykelimde anlatmak istediklerimle ilgili bir figür değildi. El Cezeri’nin, kâtip figürünü, uluslararası ticaretin kaydını tutan insan olarak orada kurguladığını düşünüyorum ama günümüzde bu kayıt dijital olarak yapılmakta. Bu veriyi giren insan eli de olsa bu kişinin adı katip değil artık. Ama her şeyin ötesinde o güzel 3 simgesel hayvanın arasında insan figürü kavramsal olarak da estetik olarak da kompozisyonu bozacaktı bence. 3 hayvan anlatmak istediğimi en yalın haliyle karşılıyordu.
Kesinlikle. Zamanı yarıya indirmeme rağmen hala bizim için zaman ölçme aralığı olarak komik denebilecek kadar uzun bir süre. Artık işimiz saniyelerle. İlginç bir saatin çalışmasını izlemek için 15 dakika beklemek dahi çoğumuz açısından tahammül gerektiren bir süre oldu. Filli su saatinin çalışmasını izleyen çok insan oldu ama 3,5m çapındaki saatin kaçı gösterdiğine bakan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Çünkü saat bilgisi artık farklı araçlardan hassas olarak okunmak isteniyor. Artık duvar saatleriyle, saat kuleleriyle veya kinetik saatlerle çok işimiz kalmadı. Ama hep böyle değildik. Saatin tam olarak kaç olduğuyla ilgilenmediğimiz zamanlar vardı. O zamanlar çok ilginçtir ki daha çok zamanımız vardı.
İşlediğim hayvan figürleri savaşır pozlarda. Günümüzde ticaret, dolayısıyla ekonomi bir savaş enstrümanı. Hatta belki de en büyük savaş enstrümanı. Birbiriyle bu konuda savaşan ülkeler dahi aslında ticaret ilişkilerini koruyorlar. Bu ilişkiyi kısmak veya açmak kullandıkları savaş yöntemi. Dolayısıyla da benim yorumumda da bu savaşır pozdaki hayvanlar günün sonunda iş birliği içinde saat döngüsünü tamamlayıp tekrar savaşır pozlara geri dönüyorlar.
Aynı zamanda coğrafyamızı temsil eden Anka Kuşunun sol ayağında bir zincir detayı var. Bu detay iki şekilde yorumlanabilir. Ülkemin bitmeyen ekonomik dışa bağımlılığı veya bu coğrafyada yüzyıllardır kuşların uçmasına izin verilmiyor olması. Politik baskı bu coğrafyanın kemikleşmiş özelliği olmuş maalesef. İktidar meselesinden öte. İktidar değişse de değişmeyen kavram düşüncenin hür olmaması.
Ayrıca Afrika Fili ile Çin arasında bir bağlantı daha var. Bu ikisinin alt alta olması benim için ayrı bir konuya gönderme aynı zamanda. 2017 yılına kadar legal kalan Çin’deki fildişi pazarı. Bu pazar yüzünde bu hayvanların katli katlanarak arttı. Bu konuda çok güzel, izlerken ağladığınız bir belgesel de var. İnkar edilse de fildişleri illegal yollardan Çin’e getirilip, legal yollardan yüksek paralara satılıyordu. Yakın geçmişe kadar da legal olarak kaldı. Bu konuyu da işlemek istedim aslında.
Tabii. Bahsettiğim 1 yıllık kayıp zamanın içerisinde kızımın dünyaya gelişi ve benim eşime o sırada destek olmam gereken zaman aralığı da var. İşime döndüğümde ise haliyle en büyük gündemimiz kızımdı. Dolayısıyla eserin içine onunla alakalı küçük kişisel bir detay daha işledim. Top asansörü adını verdiğim, metal topu saat kadranından Anka Kuşunun ağız hizasına indiren parça. Bu parça 15 dakikada bir Anka Kuşunun seviyesine inerken ters köşesinden ufak bir güneş figürü doğuyor. Saatin her periyodunda, yani 15 dakikada bir Güneş doğuyor ki eseri yaparken en az o sıklıkta aklıma o geliyordu.
Pandemi hepimiz için zor bir süreç başlattı ama ilk kapanma açıkçası benim için yıllardır yapamadığım tatil gibiydi. Bir dinlenme süreciydi ve vücudumu toparlamam için iyi fırsat yarattı bana. Sonrasında atölyede kamp kurarak o zamanki asistanımla çalışmaya devam ettik. Süreç yavaşladı fakat çok keyifli çalıştık. Şans eseri arkadaşımın karavanı vardı ve orada kalarak çalıştım. Sokağa çıkma kısıtlaması bitince de tüm hızıyla işe devam ettik. Şimdilerde herkes gibi durum çok sıkıcı ve yıpratıcı bir hal aldı haliyle. Aşılama olamaması, ülkenin geldiği ekonomik hal de benim gibi tüm toplumu daha derin bir bunalıma sürüklüyor sanırım. Hele ki bir heykeltraş olarak gördüm ki toplumun hiçbir kesiminin umurunda değiliz. Esnaf için, oyuncu için, müzisyen için, herkes için “Bunlar ne yapar ne eder?” dendi. Ha bir şey değişmedi ama dendi haklı olarak. Ama kimse “Ya bu ressam heykeltraş ne yapar?” demedi. Bildiğim bir gerçeğin yüzüme vurulması gibiydi. Bu konuda, sanatçılar arasında büyük bir örgütlenme eksiği var.
Aslında bu işin beni cezbeden taraflarından biri de mühendis tarafımı tatmin edecek olmasıydı. Analitik bakış açısı hayatımdaki her hamleye, her eyleme işliyor zaten. Hayatı kolaylaştıran bir unsur. Fakat bu eserde olmazsa olmaz bir unsurdu ve uygulamalarda çok keyif aldım.
Aslında yaparken sergilemek istediğimiz yerler ve sergi planlarımıza vardı. Açıkçası her sanatçı gibi eserimin kitleler tarafından görülmesini çok isterdim. Her işim hakkında bunu söylemem ama bu eserin canlı görülmesi farklı bir duygu yaratıyor ve bence hak ediyor. Ama sökmesi ve tekrar kurması hem çok uğraş veriyor hem de çok uzun sürüyor. Lojistiği çok zor bir iş. En önemlisi de bu süreç esere zarar veriyor. Açıkçası şu anda pek sıcak bakmıyoruz. Onun yerine, pandemiden sonra görmek isteyenler için ücretsiz turlar düzenlemek gibi bir fikrimiz var. Bakalım zaman bize ne gösterecek.
Afrika Fili konusunda az önce bahsettiğim gibi ufak bir detay var. Bu diğer işlerimde yer alan göndermelerle örtüşen bir detay. Filin ayağının altında, yaşadığımız dünyayı temsilen parlak bir küre var. Kürenin önünde ise ufak bronz anamorfik bir heykel. Bu heykelin yansıması kürenin üzerine dişleri çalınmış bir fil cesedi olarak düşüyor. Bu detayı görmek isteyen herkes küreye yakından bakmak zorunda. Kürenin geometrisi gereği de bakarken cesedin üzerinde kendi yansımalarını da görmek zorunda. Bu kareden, ne izlerken ne de fotoğraflarken kaçamıyorlar. Bu noktada hepimizin bireysel sorumluluğunun altını çizmek istedim. “Ben fildişi almam benim ne alakam var.” demeyin. Konu sadece filler değil. Günümüzde hala balina peşinde koşan Japon balıkçılardan tutun, ülkemizde ihaleyle avlanan nesli tehlikede hayvanlara kadar katliam tüm hızıyla sürüyor. Çoğu zaman farketmeden bununla ilgili bir sürü sektöre katkıda bulunuyoruz. Kaz tüyü yastıklar, montlar gibi tonlarca örnek var ama konforumuzdan da ödün vermiyoruz. Hele ki ülkemizdeki hayvan hakları konunun yok hükmünde olmasına yeterince tepki göstermiyoruz. Sorumluluk ben dahil her birimizin. Bunun altını çizmek istedim.
O günden bu güne çalışmaya öğrenmeye devam ettim ve sağlığım, ömrüm elverdiğince devam edeceğim. Öğrendiklerimi işlerime elimden geldiğince yansıtmaya çalıştım. Sadece son yıllarda kendim için sanatsal üretim yapacak fırsat bulamıyorum. O zamanki İskender’i bu anlamda biraz özlüyorum ama illa ki bunları tekrar yapacağım bir zaman aralığı gelecektir. O günleri iple çekiyorum.
MÜHENDİSLİK FİRMASINDAKİ SANAT ESERİ
Hareket Kontrol Teknolojileri Merkezi (HKTM), Kocaeli’nde 1998 yılında kurulmuş bir mühendislik firması. 43’ü mühendis 115 kişinin çalıştığı merkezde hidrolik sistemler, plastik enjeksiyon robotları ve endüstriyel robotlar yapıyorlar. Böyle bir devasa robot-heykel yaptırma kararıysa yeni fabrika binasına taşınmayla ortaya çıkmış.
HKTM Yönetim Kurulu Başkanı Tunç Atıl, şöyle anlatıyor: “El-Cezeri bildiğiniz gibi Da Vinci’den 300 yıl kadar önce Anadolu’da Artuklu sarayında ilk otomasyon uygulamalarını başlatan mühendis olarak, ‘yurdum insanı’ olarak öne çıkıyor. Ondan esinlenen bir sanat eseri fikri doğdu. Eğer Türkiye’de mühendisliği sanatla birleştireceksen El-Cezeri en uygun konu ve bunu bir heykeltıraşa yaptıracaksan İskender Giray en doğru kişidir.”
HKTM Genel Müdürü İlham Çelebi ise şöyle devam ediyor: “Cezeri’nin bize kazandırdığı itibarın bu topraklarda yaşayan mühendislere ve teknik insanlara ilham kaynağı olmasını istedik. Yeni Cezeri’ler ile yeniden umudun ve değişimin sağlanacağına inanıyoruz.”
EL-CEZERİ KİMDİR?
Sibernetik alanın kurucusu kabul edilen, fizikçi, robot ve matrix ustası bilim insanı. Cihazların teknolojisinden ziyade işçiliğine ilgi duyan, pratik bir mühendis... 1136 yılında Cizre'nin Tor mahallesinde doğmuş, yine 1206'da Cizre'de ölmüş. Cezeri, otomatik kontrollü makinelerin ilki sayılan Jacquard'ın otomatik dokuma tezgâhından 600 yıl önce değişik haznelerdeki suyun seviyesine göre ne zaman su dökeceğine, ne zaman meyve ve içecek sunacağına karar veren otomatik hizmetçiyi geliştirdi.
Kendiliğinden çalışan otomatik sistemlerden sonra su gücü ve basınç etkisinden yararlanarak kendi kendine denge kuran ve ayarlama yapan dengeyi oluşturması, Cezeri'nin otomasyon konusundaki en önemli katkısı oldu. El Cezeri'nin en önemli eserleri de şimdilerde yapılan robotların atası niteliğinde. Filli su saatinin yanı sıra, kandil saati, otomatik çalışan su makinesi, şarap dolduran mekanizma, saz çalan robot sadece birkaçı. El Cezeri'nin diğer bir eseri de Diyarbakır Ulu Camii'ndeki ünlü güneş saati…