90'lar Kadıköyü'nde dostluk ve hafıza

Yeni romanı “Masa, Bayrak, Sandalye”yi konuştuğumuz yazar Serhat Çelikel, “Kadıköy’ü yazmaktan vazgeçmeyeceğim” diyor

21 Aralık 2023 - 11:33

Kadıköy’ü anlattığı ilk romanı “Karlar Altında Körler Ülkesi’’ ile bundan 7 sene evvel gazetemize konuk olan yazar Serhat Çelikel ile yeniden bir röportaj yaptık. Zira bu kez  romanı “ Masa, Bayrak, Sandalye”yi yayınladı. İthaki Yayınları etiketini taşıyan eser, 90’ların Kadıköyü’nde yaşayan dört üniversite öğrencisinin hayatı üzerinden, hafıza temasına odaklanıyor. 

Çelikel ile, ilk romanını konuşmak üzere 2016 yılında kitabın merkez üssü Moda’da buluşmuştuk. Bu kez yüz yüze görüşmemiz mümkün olmadı zira  -kendi deyimiyle- Kadıköy’den çok uzaklarda, yurtdışında yaşıyor artık. Çevrimiçi ortamda yaptığımız söyleşiye buyurun…

“BİR DOSTLUK HİKÂYESİ”

  • Romanın arka kapağında ‘bu bir dostluk hikâyesi’ diyor. Sonra da ‘…bu duraklar bir dostluk hikâyesinden daha fazla olduğunun kanıtlıyor’ yazıyor. 548 sayfada binlerce cümle yazmışsınız, birkaç cümleye sığdırmak zordur ama yine de sormam lazım; Masa, Bayrak, Sandalye neyin romanı?

Bir dostluk hikâyesi olmasının yanında, hatırlama, hafıza üzerine bir roman. Zamanın geçişi, kayıp, hatırlama gibi temalar benim için edebiyatın esas konusunu teşkil ediyor. Bana edebiyatın uğraşmaya değer bir meşgale olduğunu aşılayan yazarlar Proust ve Tolstoy. Bu iki büyük yazarın en büyük katkısı, edebiyatla tanışmadan önce de kafa yorduğum konuların aslında üzerinde durmaya değer konular olduğu konusunda beni telkin etmiş olmaları. 

  • Evvelki röportajımızda sorduğumu yineliyorum; okur ne bulacak bu romanda?

Kitap 1997-1998 yıllarında Kadıköy’de yaşayan dört üniversite öğrencisinin başından geçenleri anlatıyor. Romanın başkişisi Burak, eve sonradan dahil olan ve bir dergide çalışan Yasemin’le yarı karanlık bir maceraya atılıyor.  Mevzubahis dergi için kendilerine has tuhaflıkları olan, çoğu zaman yitik şahsiyetlerle röportajlar yapıyorlar. Dönemin ‘hayatta bundan daha fazlası da olmalı’ ruhunu yansıtmaya çalıştım. 90’lar benim için şu gazoz, şu ciklet, bu abur cubur, bu diziden öte; -ki bunlar da önemlidir- insanların tam olarak ne olduğunu da bilmedikleri bir arayışa girdikleri, uzaylılarla, kayıp kıtalarla, mistik şeyleri yerel kültürle harmanlayarak melez bir ezoterizme girtikleri yıllar. Dünyada 70 ve 80’lerde hakim olmuş, 90’larda çöküşe geçmiş new age hareketinin bizdeki tezahürüne bir bakış... Yer yer müstehzi ama esasen hafife almıyorum bu şahsiyetleri, hepsinin bir hikâyesi var.

  • Epilog kısmı beni şaşırttı. Böyle bir bölüm beklemiyordum nedense, -ki okur olarak beni yordu ve anlamakta zorlandım-.  Lütfen bunu bir okur geri bildirimi olarak kabul edin. Bu bölümün varlığına dair nasıl bir açıklamanız olur?

Romanda en içime sinen bölüm sanırım. Ritmine kaptırmak biraz zor olabilir belki ama romanın esas meselesine dair bütün çözülmenin yaşandığı bölüm. Bu bölüm aklıma gelmezse bu romanı yazar mıydım emin değilim. 

  •  Kar, kış sizin olmazsa olmaz temalarınız. Bu romanda da yine kar var. Bu doğa olayının sizdeki  -yazınınıza katmanıza neden olan- karşılığı ne ?

Kar -romanda da bahsettiğim gibi- gerçek olsa güzel olurdu ama böyle şeyler ancak masallarda olur, diyeceğimiz türden fakat gerçekten de varolan bir şey. Akılalmaz, benim için heyecanı hiç eskimeyen bir şey...

  • Yazar röportajlarımda, kitabın ithaf edildiği kişiyi hep merak eder ve sorarım. Anneanneniz Fitnet Er’e ithaf etmişsiniz ki sonda da buna atıf var. 

Roman hatırlamayla ilgili… Anneannemin son senelerinde önemli bir hafıza sorunu vardı. Başından beri ona ithaf edileceği belliydi, vefatından önce yetiştirmek istemiştim ama yetişmedi.

  • Yine bir dönem romanıyla okur karşısına çıktınız. Bu kez 90’ların sonlarındayız ki o zamanlar siz çocuktunuz.  İsabetli tasvirlerinizde dönemin tv programlarından kıyafetlere dek pek çok detay var. Nasıl bir araştırma sürecinden geçtiniz?

Yazılı eserlerin yanında çok fazla YouTube videosu izledim. O kısım çok eğlenceliydi. Aileme derslerimde yardımcı olsun yalanıyla bilgisayar aldırmışım gibi hissettim. Roman yazıyorum diye diye YouTube’da günler, haftalar harcadım, hiç pişman değilim.

“ TANIDIK BİR EVDE MİSAFİR OLMA HİSSİ…”

  • Roman karakterlerinizden Yasemin , ‘İnsanları iyi gelsin diye kitap yazılmaz’ diyor. Bu cümleyi soru olarak size döndürüyorum; sizce kitap neden yazılır?

Romanı okuyan bir arkadaşım roman boyunca, bölümlerden kısmen bağımsız olarak, bir zamanlar Hisarüstü’ndeki evimin balkonunda içilen biraları, bardakların sarı, turuncu renklerini, kaygısız, huzurlu zamanları yad ettiğini söyledi. Bir başka arkadaşım, anneannesine gittiğinde, annesi anneannesiyle çay içer konuşurken tatlı bir uykusu gelip, onların konuştuklarını hayal meyal dinleyerek bir koltukta uyuduğunu, kitabın da ona tanıdık bir evde misafir olma hissi verdiğini söylemişti. Benim için edebiyatın amacı gerçekten de tanıdık bir evde misafir olma hissi vermek.

KALEMİ HEP KADIKÖY’DE…

  • Masa, Bayrak, Sandalye’nin fonu yine Kadıköy’ümüz. Burayı yazmaktan  vazgeçmeyeceksiniz sanırım.

Şimdilik öyle görünüyor, vazgeçmeye pek niyetim yok.

  • Önceki röportajımızda Kadıköy’ün değişimiyle alakalı “Değişmeyen şeyler de var tabii. Mabedlerin hemen hepsi duruyor, Şekerci duruyor, Moda Eczanesi duruyor, Barış Manço Müzesi, Haldun Taner, yani eski itfaiye binası, Mahmut Muhtar Paşa’nın Mermer Köşk’ü, kütüphane olan Şehremaneti ilk aklıma gelenler” demiştiniz. Aradan 7 yıl geçti. Hızlı bir değişim oldu pek çok anlamda. Gözlemleriniz ve bu değişime dair hisleriniz neler?

Değişime dair eleştiriler yer yer alenen ırkçılıkla kesişiyor bence artık. Benim böyle bir söyleme dahil olup, ah vah etmem mümkün değil. Elbette bize tanıdık olan mekanlar, zamanlar silindikçe üzülebiliriz. Bu anlaşılabilir bir şey. Ama hem bunun kaçınılmaz olduğunu bilmek gerek, hem de bu kayıp hissi bizi saçma sapan, kötücül hislere yönlendirmemeli. Ne demek istediğim anlaşılmıştır diye düşünüyorum.

  • Kadıköy’ün şimdiki zamanını da kalem almayı düşünür müsünüz?

Artık Kadıköy’den çok uzakta yaşıyorum ama bir gün yine röportajlarla vesaireyle yazılabileceğine inanırsam içinde bulunduğu anı da anlatabilirim belki.

  • Kapak resmi Dilek Yücel’in Haydarpaşa resmi ki Karlar Altında Körler Ülkesi’nin kapağı da aynı isme aitti. Romanlarınızın ruhunu en iyi Yücel tuvale döküyor olmalı. Ne dersiniz?

Dilek Yücel’in resimleri çoğu kez, o anın bir izlenimi olmaktan da öte, o ana uzaktan -hem zaman hem mekan- olarak bakabiliyor olma hisleri uyandırıyor. Benim yazı anlayışıma uyan bir bakış bu. Bu kapağı özel olarak yaptı, kitapta da tasviri geçiyor bu resmin. 

  • Roman Kadıköy’ün pek çok yerinde geçiyor, kapağa neden Haydarpaşa’yı taşımayı tercih ettiniz?

Üniversite yıllarımda çok gittiğim, merdivenlerinde çok vakit geçirdiğim bir yerdi. Ayrıca çok da güzel bir bina değil mi?

 

 

ARŞİV