Bugüne kadar 50’nin üzerinde oyunda ve müzikalde rol alan, Dormen, Çevre Tiyatrosu, Devekuşu Kabare, Tiyatro İstanbul’da oynadığı oyunlarla nice ödül kazanan oyuncu Nevra Serezli, 11 yıl sonra Tiyatrokare’nin “Ağaçlar Ayakta Ölür” oyunuyla tiyatroya döndü. Alejandro Casona’nın yazdığı, Nedim Saban’ın uyarlayıp yönettiği oyunda Serezli, yüreği torun özlemiyle dolu büyükanne rolünü oynuyor.
Biz de oyunu vesile edip Nevra Hanım’ın Kavacık’taki evinin kapısını çaldık ve pek çok konudan sohbet ettik.
Oynayacak oyun bulamadım!
Neden istemeyeyim ki mesleğim bu. Hem de boş oturmak insanı başka düşüncelere daldırıp mutsuz eder. O nedenle çalışmak lazım. Gelen piyes teklifleri içime sinmedi. Tekstler geliyor, heyecanla okumaya başlıyorum ama sonuna doğru moralim bozulmaya başlıyordu. Ya rol tipime, yaşıma uygun değil, ya çok eskiden oynanmış bir oyun yeniden oynanması işime gelmiyor. Gerçi bu oyun da eskiden oynanmış ama güncel bir konuyu işlediği ve insanlarla empati yapabileceğim bu işte olmayı kabul ettim. Nitekim de yanılmadım. 1950'lerde yazılmış ama 2020 senesinde hiçbir şey değişmeden oynanabiliyor.
Çünkü çok oyun var. İstanbul'da şu an 400’ü aşkın oyun sahneleniyor. Sıra seninkini seyretmeye gelmez ki o kadar oyunun arasında. Seninkinin çukurun içindeki inci tanesi gibi ortaya çıkması lazım ki bu da kolay değildir. Fakat bizim oyun; gerek kulaktan kulağa gerekse de basının bana gösterdiği ilgi nedeniyle insanlarda bir merak uyandırdı. Belki ilk aşamada gelenler sadece ‘Nevra Serezli’yi görelim, bakalım değişmiş mi, kabiliyeti yerinde mi’ filan diye geldiler ama sonra oyun çok beğenildi. Anadolu turnesi çok güzel geçti. En son bir temsilde salondaki 1000 kişi aynı anda ayağa kalktı. Bir kişi olsun kalkmasın değil mi yani öyle olur, herkes istisnasız kalkmaz ayağa ama öyle oldu. İnanılmazdı, çok duygulandım…
“MUTLU OLMAYI SEÇİYORUM”
Bana İzmir'den Ankara'ya 8 saat arabayla gidip, sonra da matine ve suare oynar mısın diye sorduklarında oynarım diyorum! Enerjim içimden geliyor, mutluluğumdan… Hepiniz biliyorsunuz, elbette ki hayatımda travmalar oldu ama ‘günü, anı yaşamak’ sloganına inanıyorum. Elde ettiklerimle mutluyum. Sağlam bir aile yapım var; iki oğlum, iki pırıl pırıl gelinim, dört torunum, kardeşim, yeğenlerim… Sağlığım yerinde, sevdiğim işi yapıyorum. Bu insana enerji getirmez de ne getirir? Mutluluk için illa yoga yapmak gerekmiyor. Yüreğinde ve ruhunda mutluluğu yakalarsan tüm vücuduna tesir ediyor. Üzüntü bağışıklık sistemini çökertir, hastalıklar bundan meydana gelir. Ben immun sistemimi çöktürtmemeye çalışıyorum. Formülüm bu. Çünkü mutlu olmayı seçiyorum. Elbette düşünecek olursan dünyada savaş, yoksulluk, deprem, şehitlerimiz… var. Tüm bunları düşünürsen kendimi mutsuz ederim. Ben neyi düşünüyorum? Şu kek ne kadar güzel pişmiş, çiçeklerim mis gibi kokuyor, dışarıda güneş var…
(Fotoğraf: Vedat Arık)
Acayip bir mutluluk duymuştum. Mandolinle Santa Lucia şarkısını söylemiştim. Kelebek rolündeydim. Annem evde kartondan kelebek kanadı dikmiş, babam üstünü boyamış, kanadın iki yanından delik açıp pembe kurdele geçirmişti. O kurdelenin bağlanış şeklini bile hatırlıyorum… Oyun sonundaki o selamlama ve sonrasındaki alkış, başlangıç oldu…
“DİSİPLİN ŞART”
Disiplinim!
Kişiliğimle ilgili soracaksın sandım. Ama bak bu konu önemli. Disiplin çok önemlidir. Mesela sen bugün sözleştiğimiz saatte kapımı çaldın. Bu bir iş disiplinidir. 10 dakika gecikebilirdin de ama bu bana senin hakkında bir fikir verirdi. ‘Demek ki işini çok sallamıyor’ der kötü bir işaret koyardım. Niye? Çünkü sen bugün bana röportaja geleceksin diye sabah erkenden kalıp hazırlandım. Bu herkes için geçerli, iş arkadaşım ya da torunum fark etmez. Övündüğüm ikinci özelliğim de oto kontrol. Hep ben karar veririm, ben bir yerde keserim yahut ilerlerim. Bunlar iyi oyuncu olmak için çok önemli şeyler. Çünkü sahnenin önü kadar arkası da önemli. Haldun Dormen, çok iyi bir oyuncu yerine daha az iyi bir oyuncu olup ama kulisi iyi olanı tercih ederdi.
Evet basit bir örnek oldu ama doğru.
Biz oyuncular kendi aramızda deriz ki; böyle bir soru sorulduğunda hep en son oynadığını söyle… O an oynadığın en iyisidir. Tek bir favorim yok, birkaç tane rolü çok severek oynamıştım.
“ÖDÜLLER BURUK GELİYOR”
Evet. Bu sene daha başlar başlamaz 4 tane ödül aldım. 5.’sini de 27 Mart Tiyatrolar Günü’nde verecekler. Çok ödüller var yukarıda (üst katı kastediyor), sevmem öyle kasılmayı ama evet yukarısı ödül dolu.
Doğruyu söyleyeceğim, bende yalan yok. Sahneye çıkıp alkışlar arasında o ödülü eline aldığın anda dünyanın en mutlu insanı oluyorsun ve gurur duyuyorsun. Ama önemli olan o ödülle eve döndüğün zaman seni kapıda karşılayıp, o sevincini paylaşacak birinin olması. ödüller. Ben onları şu koltukta Metin’le (7 yıl önce vefat eden eşi, oyuncu Metin Serezli’den bahsediyor) paylaşmak isterdim. Metin olsa beni tebrik eder, üzerine konuşurduk yani ben o ödülü yaşardım. Şimdi o nedenle ödüller biraz buruk geliyor bana…
Hayır. Çok güzel rollerde oynadım zaten. Ta kolej yıllarımda İngilizce bile oynamıştım. Oynamak isteyip de oynayamadığım bir rol yok ama mesela bazen yaşıtım başka bir oyuncunun oynadığı rolü izleyip kıskandığım olmuştur. Bu bir mesleki kıskançlıktır ve olması gerekir çünkü o sizi kırbaçlar. Örneğin İstanbullu Gelin dizisindeki Esma Sultan rolünü kıskanıyordum. İpek Bilgin’e de söyledim bunu, gülüşmüştük. İzlerken, ‘ben olsa şöyle oynar, böyle oynardım’ diyip duruyordum. Bu da mesleki deformasyon. (gülüyor)
Hepsi farklı. Şöyle bir örnek vereyim; ne tür resim yapmak istediğinize bağlı. Natürmort mu, empresyonist mi? Çünkü fırçayı tuvalde ona göre oynatırsınız. Hepsinin temeli oyunculuk. Oyuncu olarak, kendi kumaşından neyi çıkarabiliyorsan, onu rolüne göre renklendirmen lazım. Bizde bazen bu yanlışa düşülüyor. Tiyatroda oynadığı gibi ekranda ya da sinemada oynuyor ya da tam tersi. Televizyon ve sinemada yakın plan girdiği için daha minimalist oynamak zorundasın ama tiyatroda birazcık daha büyütmek zorundasın. Kocaman salon, bini aşkın kişiye oynuyorsun. En arkadaki kişi de seni anlayabilmeli, içine içine oynarsan olmaz. Tabi onu da abartmamak lazım. Önemli olan doz. Hani hep derler tiyatrocular bağırarak oynar diye. Hayır, tiyatrocu en arka sıradakine fısıltısını bile duyurmayı hedefleyen bir eğitimden geçer. Bunu yanlış anlıyor acemiler. ‘Tiyatrocular çok abartarak oynuyor, o nedenle de onlar sinemada iyi oyuncu olamazlar’ deniyor. Ha ha ha, ben sadece gülüyorum buna!
(Fotoğraf:Vedat Arık)
Demin dediğim gibi önce disiplin. Bu işe yeni başlamış oldukları için çok oyun seyretmeleri, ustalarla vakit geçirmeleri lazım ki bu sofra da olur kulis de olur. Çünkü biz deneyimli oyuncular mutlaka bir anı filan bir şey anlatırız. O genç oyuncu ondan bir öğreti çıkartabilir. Ben öğrendiklerimin yarısını Haldun Dormen’in kulis muhabbetlerinden öğrendim. Ama sanırım gençler bunu pek tercih etmiyorlar. Kitap da okumuyorlar, her şeyi internetten bakarız’ kafası yanlış. Tabi bu arada çok iyi genç oyuncular da yok değil. Tiyatroda ne yaptıklarını pek bilmiyorum ama ekran ve sinemada iyi oyuncular görüyorum.
“HAYATIMDA HİÇ DAĞITMADIM”
Ben aslında olmaya çalışmadım, ben buyum. İyi kumaşmışım, annem babam beni iyi eğitmiş demek ki. Topluma saygın bir kişilik sergilemek, hem sanatı hem aile hayatı ile örnek olabilmek… Biz Metin’le bunu özellikle planlamadık. Biz zaten o’yuz. Bu da halka o kadar geçmiş ki 50 sene boyunca seyircimden sadece sevgi ve saygı gördüm. ‘Bize ne güzel örnek oluyorsunuz’ diyorlar, mutlu oluyorum.
Ben mesela adab-ı muaşereti çok iyi bilirim. Çünkü annem babam öyle insanlardı. İmkanımız çok yoktu, evde odun sobası yanardı ama Vivaldi, Mozart dinlerdik. Bunu övünmek için değil kaliteyi anlatmak için söylüyorum kalite para ile olmaz. İşte ben böyle bir görgünün içinden geldiğim için nerede nasıl davranacağını çok iyi bilirim. Örneğin 50 yıldır hiçbir yerde beni sarhoş görmediniz. Bazen canım çok içmek ister ama ‘ya midem bulanır da istifra edersem, ya takılıp düşersem’ diye içmem. Hayatımda hiç dağıtmadım yani… E tabi bu aslında biraz hayatımı kısıtlıyor da. Bir yandan örnek olmak için bir uğraş veriyorsun ama bir yandan da kendiliğinden oluyor. Metin'le mesela hiç ortalık yerde kavga etmedik. Metin kendi balkonumuzda bile bazen sesi yükselttiğinde ‘Aman sus komşular duymasın, çok ayıp’ derdim. O da ‘ne olacak evim değil mi’ derdi. O daha rahat bir insandı.
“KADIKÖY’E SALON GEREK”
Evet. Seyirci potansiyelimiz çok, Kadıköy’deki tüm oyunlar kapalı gişe. Bütün oyunlarımız doluyor, seyirci bir daha gelmemizi istiyor ama belediyenin kültür merkezlerindeki salonlarda boş gün yok. O nedenle Kadıköy'e yeni salon istiyorum ben. Zaten Kadıköy’ü de çok seviyorum. Eskiden Suadiye Bağdat Caddesi’nde Atlantik Sineması vardı, Devekuşu Kabare ile orada oynardık. Ben buradan kalkıp Süreyya Operası’ndaki opera, balelere geliyorum. Moda Deniz Kulübü üyesiyim zaten. Kadıköy Çarşısını, sokaklarını seviyorum.