Egenin en güzel “ceziresi” Bozcaada’nın naifliği ile Hint Okyanusu’nun yanardağlarla çevrili adalarının canlılığı Pınar Tınç’ın resimlerinde birleşti ve bizlere farklı bir dünyanın kapılarını araladı. Evi ve atölyesi Kadıköy’de bulunan Tınç, “Türkiye’nin ilk ve tek çini mürekkebi ressamı” olarak tanınıyor. Büyük boyutlu çini resimleriyle dikkat çeken ressam son sergisi “BonneNuitMonBébe” (İyi Geceler Sevgilim)’yi sanatseverlerle buluşturmaya hazırlanırken dünya pandemiye yakalandı ve her şey gibi resim sergileri de bir süreliğine durdu ancak onun çalışmaları durmadı.
Çini mürekkepli resimlerin peşinde renkli hikâyeler anlatan bu özel sanatçıyı, Pınar Tınç’ı daha yakından tanımak için buyurun sohbetimize…
Çini mürekkebi diğer materyallere nazaran çok daha akıcı ve kontrol edilebilir bir madde. Hem yarattığı ışık oyunları, hem esnek yapısı bana resme hem seri hem de geniş şekilde hâkim olma imkânı veriyor. Belki yağlı boya veya suluboya kadar yaygın değil ama inanıyorum zamanla yeni sanatçılar da benim yolumdan gelecekler. Çağdaş hayatta uygun yeni sanatsal arayışlar arttıkça, desen ve motifleri hem rahat hem de etkili şekilde yaratmaya elverişli bu materyalin daha çok kullanıcı kazanacağına inanıyorum. Ben ilk başladığımda daha farklı renkleri pazarlanmıyordu bile. Yalnızca siyah çini mürekkebi satılıyordu. La Réunion’da büyük bir Çin etkisi var, dolayısıyla Çin’den değişik renklerde mürekkepler geliyordu. Ben de oraya yerleştiğimizde bu çeşitlilikten yararlanma fırsatı buldum. Birkaç sene sonra da bütün dünyaya ve Türkiye’ye yayıldı renkli mürekkepler.
Bu konuda ilk olmak kolay değil ama birçok konuda da bu böyle. İlk kadın pilot, ilk kadın tiyatrocu... aklıma gelen zorlu bazı ilkler. Kadın ressam da olmak kolay olmadı. Hatta belki de ilk mürekkep ressamı olmaktan daha zor oldu. Aslında dürüst olmak gerekirse, bu ülkede ve bu dünyada kadın olmak kendiliğinden ve herkes için bir zorluk. Erkeklere kıyasla hem daha az kazanıyoruz hem daha çok sorunla baş ediyoruz. Hele benim gibi iki çocuk annesi iseniz ve eşiniz halen Hint okyanusundaki o minik adacığa uzun uzun gidip geliyorsa her şey çok daha zor. Fakat bütün bunlara rağmen kadın olmanın ve alanında bir ilke imza atmanın çok büyük avantajları olduğunu da düşünüyorum. Bunlardan en önemlisi de zorluk çeken, arayış içinde olan diğer kadınlara örnek olmak; mümkünse onlara umut vermek, çabalamaya değeceğini, verdikleri emeğe değeceğini onlara göstermek. Elbet ben de maddi ve manevi sıkıntıları bahane ederek sanatımı bırakıp kendime başka bir hayat seçebilirdim. Ama devam ettim, inandım, mücadeleyi bırakmadım. Daha yolun başındayım. Ben vazgeçmedikçe, çini mürekkebi akımı olacak ve belki çok daha ileride başka ressamlar da bu yolu izleyecek. Onlara tavsiyem bu malzemenin ressama verdikleri özgürlüğü en iyi şekilde değerlendirmeleri.
Eğitim vermeyi, öğretmeyi, anlatmayı ve ilham vermeyi çok seviyorum. Şu anda Alev Lisesi’nde resim öğretmenliği yapıyorum ve bu işi gerçekten çok severek yapıyorum. Zaman zaman kendi atölyemde çini mürekkebi dersleri veriyorum. Öğrenmek isteyenlere, gençlere deneyimlerimi ve birikimlerimi aktarıyorum. Eğer resim yapmak varoluşsal bir seçimse ve yapmak istiyorlarsa hiçbir zaman tutkularını bırakmamalarını tavsiye ediyorum.
DUVARDAN FIŞKIRAN RENKLER
Ben hayallerimi ve biriktirdiğim hikâyeleri dev boyutlu tablolara aktarmayı, üretmeyi tercih ediyorum. Hayallerimi, rüyalarımı ve hikâyelerimi minik boyutlara hapsetmek istemedim hiç. Hayatın bize dayattığı kuralları yıksın istiyorum, ticari olarak küçük boylar çok daha kazandırmasına rağmen ya da illa tuval resmi yapmam doğrultusundaki önerilere kulak kapatıp, kendi tekniğimi kullanarak anlatabileceğim, arkasında durabileceğim resimler yapıyorum. Bu resimlerin de gereği büyük boyutlar. Resimlerimin, oldukları mekânı kavrayıp, kendi aurasını yaratmasını istiyorum. Zenginliğini, mesajlarını, yaratmaya çalıştığım dünyanın renkliliğini ve güzelliklerini tüm detaylarla duvardan fışkırırcasına ancak bu ebatlarla gerçekleştirebiliyorum.
Koca bir dünya o küçücük ada (La Réunion). Sanki bütün Hint Okyanusu ülkeleri ve hatta bütün Okyanus ülkelerinin renkleri, kokuları, peyzajları bu minik kara parçasında birleşivermişler. Bütün bu karışım kendine has tropik bir iklimi, rengârenk ve yemyeşil bir doğa, çeşit çeşit insan ve kültürle burada harmanlanmış. Hayatımda hiç görmediğim Afrikalı kadın tipleri, Mayot, Madagaskar, Komorlar gibi ülkelerden parça parça gelmişler; Avrupalı Fransızlar’dan sarı saçlı mavi gözlü melezlere, siyahi ama Çinli eksantrik insan tiplerine kadar dünyadaki neredeyse her yerden insan gelmiş burada harmanlanmış… Kısacası sadece bir ressam için değil, hemen hemen her türlü sanatçı, yazar, düşünür için adeta bir ilham laboratuvarı La Réunion adası. Deniz kenarında sıcak, küçük şehirler, sinema ve kafeler, restoranlar, müzeler Avrupa’yı aratmazken yukarılara çıkıldıkça vahşileşen bir doğa örtüsü, hayatınızda birarada göremeyeceğiniz rengârenk çiçekler, kokular, minik köyler, tatlı ve sıcakkanlı insanlar... Adeta milyonlarca kültürü ve yaşantıyı bir arada bulabileceğiniz nadide bir yanardağ adası. Her köşesinden ilham akıyor. Resimlerimdeki tiplemeler, konular, hikâyeler, figür, motif ve renkler hep bu buluşmanın bir ifadesi.
“ADALILIK RESME YAKLAŞTIRDI”
Çok mutlu bir çocukluğum oldu. Kalabalık bir aile olduğumuz için adalı olmanın yalnızlığını çok yoğun şekilde yaşamadım. Akrabalar, konu komşular, tanıdıklar, her zaman yalnızlığı ve uzaklığı paylaşacak birileri vardı. Kısacası adalılığı paylaşabildiğimiz için güzel ve mutlu bir yalnızlıktı diyebilirim. Adalı hayat, izole yaşam beni resme daha da yaklaştırdı. Hayal dünyamı, iç dünyamı daha çok beslememe sebep oldu. Kendi kendine kalmak, gerekirse bazen sıkılmak, anı yaşamak, yapacak bir şeyin, bir meşguliyetin kalmaması, zamanın enleşip uzaması... Resim yaparken bu anlar, iç dünyasına verdiğim zaman, kendimle baş başa geçirdiğim, kendimi dinlediğim anlar bana çok yardımcı oluyor. Öteki ada ise bundan çok daha farklı şekilde besledi resimlerimi. La Réunion adası Bozcaada’dan çok daha büyük ve kalabalık. Hayat çok daha hareketli. Ama yine de insanlarda adalılık hissi hâkim. Avrupalılardan çok daha sıcakkanlı ve bize, Akdeniz kültürüne yakın insanlar. Herhalde adalılığın da vermiş olduğu birbirine yakınlık, dayanışma, bağlılık var. Bozcaada’daki sıcaklığı, yumuşaklığı bazen orada da buldum. Fakat resmim için Bozcaada’dan daha farklı bir esin kaynağı oldu. Bozcaada hayalperest tarafımı, resimlerimin hikaye içerikli olmasını sağladı. La Réunion adası da o hikâyelerin içini doldurmama yardım etti.
Yeryüzündeki bir cennetin yansıması La Reuion. Belki insanlar çok zengin değil, para hırsları yok, küçük ve döküntü evleri var ama resimlerimde de çizdiğim gibi bir hafiflikleri var. Hayata sadece var olmak için değil yaşamak için gelmiş gibiler. Dansları, Sega, Maloya şarkıları gibi masum, sade, ritmik bir hayat, neşe ve heyecan var insanlarında. Bu ruh hali beni ve resimlerimi oldukça etkiledi. Eski kölelerin torunları hala bu adanın yerli halkı. Köleler özgürlüklerini kazandıktan sonra devlet onlara toprak vermiş ve burada kalmışlar. Ama kara kadınların bazıları, özellikle Madagaskar, Mayot veya Komorlardan gelenleri hala kölelik zamanlarından gelen hikayeleri yansıtan simalara sahipler. Onların bakışlarında çok samimi çok gerçek bir şeyler görüyorum. Modern dünyamızda kaçtığımız bir gerçek, basit bir insaniyet gerçeğini, masumiyeti, alçakgönüllülüğü görüyorum ve bunları çizmeye çalışıyorum. Hem anaç, sabırlı, anlayışlı bakışlar bunlar hem de hatalarımızı, korkularımızı, zayıflıklarımızı bize hatırlatan. Beni çok etkiliyor…
Dünya gerçekten şalteri indirmiş durumda ama hayat devam ediyor. Ben üretmeye, kafamdaki resimleri, hikâyelerimi çizmeye boyamaya, hayat vermeye devam ediyorum. Resim üretme işi gerçekten çok sıkı bir çalışma temposu ve disiplin gerektiriyor. Evim biraz atölyeye dönmüş durumda, salgın üretimi durdurmuyor, daha da yoğunlaşmak için hayatı sadeleştiriyor. Gün içindeki koşturmayı bıraktık bu dönemde. Bu işlerim İstanbul’daki Arnavutköy Art Gallery’de sergilenecekti. Hayatımız normale döndüğünde eylül ayının sonunda mayıs ayında planladığımız sergiyi gerçekleştireceğim.
“KADIKÖY EVİM GİBİ”
Kadıköy benim evim gibi, vapurdan inip Moda’daki evime yürürken ya da Kadıköy çarşıdaki atölyeme giderken kendimi ev terliklerimi giymiş, evimde dolaşıyorum gibi hissediyorum. Bana ressam olarak yaratma ve üretme ilhamı ve kolaylığı veriyor. ArnavuTköy Art Gallery benim İstanbul’da çalıştığım galeri. Onlarla profesyonel olarak çalışmayı seviyorum. Atölyemde de zaman zaman resimlerimi görmek isteyen sanat severleri de ağırlıyorum.
Mart ayında Ankara’da Galeri Soyutta açtığım sergim şu an visualexpo olarak Soyut Galeri’nin internet sitesinde bulunmaktadır. Sergiyi merak edenler galeri ortamında gezer gibi sergiyi ziyaret edebilirler. Yeni ürettiğim işlerimi kendi web sitem www.pinartinc.com ’da bulunmaktadır.
Çok zor bir dönemden geçiyoruz. Hem sağlık hem ekonomik açıdan. Herkesin planları alt üstü oldu, bütün dünya programları alt üst oldu... Aslında böyle bir durumda sergi düşünmek ne kadar abes diyebilir insan. Fakat bence asıl bu gibi zamanlarda resim ve sanat, hatta iç dünyamızı zenginleştirecek her türlü etkinlik vazgeçilmez oluyor. Yaşam şartlarımız güçleştikçe gördüğümüz resimler, okuduğumuz şiirler, sevdiğimiz romanlar, dinlediğimiz müzikler daha da çok anlam kazanıyor bence.
Ben bu dönem biraz daha karanlık çalışmaya başladım. Figürler azaldı, hatta bazen yok oldu. Uzun zamandır cesaret edemediğim motifli çalışmalara başladım. Sanki bu dönem bana güç verdi. Sadece motif içeren resimler yapmaya başladım. O motiflerin dalgalanmalarında kendimi bırakmaya başladım. Dünya karmaşıklaştıkça fazlalıkları atıyor gibiyim. Bir süre sonra insan sadede daha çabuk gelmeye başlıyor sanki. Daha sade ama daha doğrudan hikâyeler istiyorum. Bu da gösteriyor ki kapalılık dönemi benim için de bazı yeniliklerin habercisi olabilir.