Ahşaba dönüşen günlük rutinler

Çocuğuyla günlük rutinini ahşapla biçimlendirip sergi açan anne-akademisyen-sanatçı Ayça Tufan; olanaksızlıkların içinde üreterek var olmaya dair arayışını izleyiciyle buluşturuyor.

04 Nisan 2018 - 10:43

Ütü, haşlanmış yumurta, çocuk ilacı, doğrama tahtası, çamaşır ipi, oyuncak ördek, koridordaki çorap…

Kadın, anne, akademisyen, heykeltıraş, Kadıköylü Ayça Tufan’ın gündelik rutininin anahtar kelimeleri bunlar. Tufan, 6 yaşındaki oğlu Alp ile Moda’da yaşıyor. Bundan 6 yıl evvel eşini, oğlunun babasını kaybetmiş, Alp henüz 3 aylıkken. O zamandan beri hayata tutunup, kariyerini bırakmadan çocuk büyütüp var olma mücadelesi veriyor. Davutpaşa’daki Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat Tasarım Fakültesi’nde öğretim üyesi. Kendi deyimiyle  ‘çocuk da yaparım kariyer iddiasında olmayan çalışan biri’ olarak ‘müsait’ zamanlarında da Moda Cemal Süreya Sokak’taki atölyesinde sanat çalışmalarını yürütüyor.

Türkiye’deki ilk sergisi

Ayça Tufan’ın son kişisel sergisinin üzerinden çok zaman geçmişti, çünkü -yine kendi deyişiyle- büyütmek istediği bir çocuk vardı. Hem sanatçılık hem annelik bir arada çok zordu. Az önce anlattığımız hayat meşgaleleri nedeniyle uzun süredir bir sergi hazırlamamıştı. Şimdi Alp’in bebeklikten çıkıp çocukluğa adım atışını fırsat bilip, bir sergi açmaya karar verdi. 2007'de Lüksemburg'da "Dear Deer", 2010'da Avusturya'da "Some More Traps" adıyla kişisel sergiler açmıştı, bu Türkiye’deki kişisel ilk sergisi olacaktı.

7 gün 7 rutin 7 heykel

Ayça Tufan, oğlu Alp ile haftanın 7 günü yaşadığı ‘ona alerji ilacını içirme, ördeği ile banyo yaptırma, çamaşırları asma, kahvaltıda haşlanmış yumurta pişirme’ gibi rutinlerden ilham alarak ‘Günlük İlhamlar’ adlı sergisini hazırlamaya koyuldu bundan aylar önce. Fakat bu hayat koşuşturmacası içinde sergiyi hazırlamak o kadar da çabuk olmadı, olamadı. Sanatçı olmak belki biraz da ‘aylaklık’ gerektirirdi. Ama Ayça Tufan için bu böyle değildi. O nedenle sergiyi açmak zaman aldı. Önce geçen Kasım’ı düşündü, sonra bir ay sonraya sarktı. Derken Mart sonu diye karar kıldı ve nihayet Mart’ın son gününde, atölyesinin birkaç blok ötesindeki komşu galeri Mod-Ada’da açtı sergisini.

Dediğimiz gibi sergide 7 günün 7 rutinini temsilen 7 ahşap gravür var. Tufan’ın bu minimal, samimi eserleri tatlı bir ironi, ince bir mizah da barındırıyor. Mesela doğrama tahtası ve sebzelerin yer aldığı işin adı ‘yıkadoğrayıkadoğra’ koyarak, kadın/annenin sonsuz döngüsüne göndermede bulunuyor. ‘Sohbet’ adlı işinde ise ütü ile muhabbete dalmış kadını resmediyor.

Kendine ait bir…

Galeride buluştuğumuz Ayça Tufan’a sergisinin bana feminist yazar Virginia Woolf’un ‘Kendine Ait Bir Oda’ önermesini çağrıştırdığını, kendisinin hangi çağrışımlarla bu sergiyi kurguladığını soruyorum. Tufan yanıt veriyor; ‘’Evet, kendine ait bir odası/alanı olmalı kadınların. Ama bazen yaşamın yoğunluğu içinde oraya girmeye bile vakit kalmıyor. Mesela ben bu sergiyi iki arada bir derede hazırladım. Ahşap heykelleri bazen atölyemde, bazı geceler Alp’i aile büyüklerinin yanına gönderip evde, bazen de bavulda kampüse taşıyarak üniversitedeki ders aralarımda yonttum. Anne olduğunuz zaman, önce annesiniz, sonra diğer şeylersiniz. Mesela atölyenizde hararetle çalışırken, çocuğunuz arayıp dinazorunun nerede olduğunu sorabiliyor ya da okuldan arayıp çocuğun hasta olduğu, hemen oraya gitmeniz istenebiliyor…’’

Ahşap yontmak, çocuk büyütmek…

‘’Yalnız başına çocuğunu büyüten hem kariyer hem de çocuk yaparım iddiasında olmaya çalışan, kimi zaman bunun içinde bocalayan birinin var olma hikayesi bu sergi…Samimi bir iş yaptığıma inanıyorum, -mış gibi yapmadım'' yorumunu yapan Ayça Tufan, malzeme olarak da ahşabı bilhassa seçmiş. Sergilediği gravürler ıhlamur ağacından mesela, öyle ki sergi alanına girince o kokuyu hissetmemek imkansız. Zor bir malzeme olmasına rağmen ahşabı yontmayı sevdiğini söyleyen Tufan, ‘’Hem zor hem zevkli. Çünkü tam sonuna geldiğini anda birden çatlayabilir. Öte yandan sıcak bir malzeme, sizi kendinden hiç soğutmaz. Ama eğer çalışırken onun kurallarına uymazsanız hatayı hiç affetmez. Yani yaptığınız her şeyin karşılığını alıyorsunuz, tıpkı bir çocuk yetiştirmek gibi’’ diyor.

Tüm bu konuşmalar ışığında Ayça Tufan’a ‘kadın sanatçı’ olmaya dair düşüncelerini de soruyorum, özetliyor; ‘’Bu coğrafyada kadın olmak zor, bu coğrafyada sanat yapmak da zor. Haliyle kadın sanatçı olmak  daha zor. Mesela şöyle düşünün; ben hamile kaldığımda, 9 ay süresince herkes benim hamileliğimi gördü ki ben o süreçte bir şey üretemedim pek. Ama mesela aynı süreçte eşinize/erkeğe hiçbir şey olmuyor ki o da aslında babalığa hazırlanıyor. Baba olduğunun ertesi günü de onun açısından pek de bir şey değişmiyor. Oysa kadında muazzam bir değişim oluyor. Mesela şöyle bir örnek vereyim; benim eğitimim ve kariyerimdeki hiçbir erkekten, çocuğu oldu diye işi bırakması beklenmez. Ama bir kadın olarak sizden önceliğinizin her zaman çocuğunuzda olması istenir. Ama yanlış da anlaşılmasın, hayatta yaptığım en iyi şey oğlumu doğurmaktı. Onun için bütün bu zorluğa değer. Kadın olmak seçebileceğimiz bir şey değil elbette. Yaşamsal bir gerçeklik olarak bir cinsiyetiniz var ve o cinsiyetle üretiyorsunuz. Benim kişisel olarak ‘insan olmaya dair’ bir savaşım var yaşamda. ‘Yük akılla kalkar’ lafını benimserim. Belki de ahşap gibi kuvvet gerektiren bir malzemeyle çalışmayı da belki biraz da bu yüzden tercih ettim.’’

Sergiyi 20 Nisan’a dek Mod-Ada Atölye & Galeri’de görebilirsiniz‎ (Caferağa Mahallesi, Cemal Süreya Sokak, No:39)


ARŞİV