Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz Şair Sennur Sezer ve eşi öykücü Adnan Özyalçıner’in hazırladığı “Öyküleriyle İstanbul Anıtları” kitabı, okuru şehrin bilinmezine bir yolculuğa çıkarıyor…
Kadir İNCESU
İstanbul, anıtlarıyla dünyanın en gözde şehridir, dersek abartmış olmayız. Her yıl milyonlarca turist kültür turizmi kapsamında İstanbul’a geliyor. Özellikle tarihi yarımada, anıtlar ve tarihi eserler açısından zengin bir bölge olması nedeniyle, turistlerin de yoğun olarak ilgisini çekiyor.
Anıtların, tarihi eserlerin adlarını yazmaya başlasak emin olun sayfalarımız yetmez. Fakat en azından size bir kaynak eser önerebiliriz. Şair Sennur Sezer ile Öykücü Adnan Özyalçıner’in birlikte hazırladıkları iki ciltlik “Öyküleriyle İstanbul Anıtları”, İstanbul’un anıtlarını tanımak, öykülerini öğrenmek isteyenler için paha biçilemez bir kaynak niteliğinde...
Evrensel Basım Yayım tarafımdan yayımlanan “Öyküleriyle İstanbul Anıtları”nda Kadıköy’de yer alan anıtlar, tarihi yapılar da anlatılıyor. Çok uzun, titiz ve sabırlı bir çalışma sonucu ortaya çıkan kitaptan Kadıköy’ün anıtlarıyla ilgili tadımlık bilgileri sizlerle paylaşmak istiyoruz.
HAYDARPAŞA DEYİP GEÇMEYİN
Uzun yıllar, Asya ile Avrupa’yı deniz yoluyla birbirine bağlayan bir yapı olarak hizmet veren Haydarpaşa İskelesi’nin yapıldığı tarih hakkında kesin bir bilgi bulunmamasına karşın, Haydarpaşa Garı ile birlikte yapıldığı ifade ediliyor. Haydarpaşa İskelesi, neoklasik üslubun öncü mimarlarından Vedat Tek tarafından yapılmış.
Haydarpaşa Garı, İstanbul’un Anadolu’ya ve Ortadoğu’ya açılan ilk kapısı olarak da bilinir. 2. Abdülhamit döneminde 1906’da başlayan garın inşaatı 19 Ağustos 1908’de tamamlandı. Garın bulunduğu alana Selimiye Kışlası’nın yapımında emeği geçen 3. Selim’in paşalarından Haydar Paşa’nın adı verilmdi. Otto Ritter ve Helmuth Cuna adlı Alman mimarlar garın hem projesini yaptılar hem de yapımını üstlendiler. 3836 metrekare bir alanı kaplayan gar neoklasik Alman mimarisi özelliklerini taşıyor. Gar, 1917’de bir sabotaj ve 1979 yılında Haydarpaşa açıklarında Independenta adlı tankerin başka bir gemiyle çarpışıp patlaması sonucu ciddi hasarlar gördü. Son olarak 28 Kasım 2010’da, çatıda yapılan çalışmalarda çıkan yangın sonucu garın çatısı çökmüştü.
Şiirlere, öykülere konu olan Haydarpaşa Garı, Türk filmlerinin de vazgeçilmez mekânlarından biri oldu hep…
Agâh Özgüç, “Yeşilçam’da İstanbul” kitabında Haydarpaşa Garı’na özel bir yer ayırmış. Pek çok filmde tüm görkemiyle karşımıza çıkan Haydarpaşa Garı için şu değerlendirmede bulunuyor Özgüç: “Haydarpaşa Garı, sosyolojik bir tarihi yansıtır. Mimarisiyle, köşe kuleleriyle, barok bezemeleriyle ünlü bu Demiryolu Terminali, öylesine anılar içerir ki… Bir yanda birbirleriyle vedalaşanların hüznü, diğer yanda birbirlerine kavuşanların mutluluğu. Her iki duygu da yan yana yaşanır Haydarpaşa Garı’nda. Eski sevda öykülerinin ve özellikle de Anadolu bozkırlarından İstanbul’a uzanan büyük şehir göçlerinin mekânıdır Haydarpaşa Garı. Yatağını sırtlayıp, tahta bavulunu kapan taşralıların… Ve elbette bu görüntüleri karelere yansıtan o eski siyah-beyaz ‘iç-göç filmleri’nin de ana mekânıdır… Sevinç ve acıların simgesi tren düdükleriyle, garın vapur iskelesine doğru açılan mermer basamaklarıyla…”
CAMİİ, KİLİSE VE SİNAGOGLAR
Mimarının kim olduğu bilinmeyen Kadıköy İskelesi 1926 yılında, Kadıköy Çarşısı girişinde bulunan İskele Camii III. Mustafa tarafından 1761 yılında yaptırılmış. Söğütlüçeşme Caddesi üzerinde bulunan Osman Ağa Camii de, Fatih Sultan Mehmet dönemine (1451-1481) ait Kadı Mehmed Efendi Mescidi’nin yerine 1612 tarihinde I.Ahmet döneminde Osman Ağa tarafından yaptırılmış.
Bugünkü Ayia Efemia Kilisesi 1694 yılında Kadıköy Metropoliti Gabriel tarafından yeniden inşa ettirilmiş.
4 Temmuz 1814’de ibadete açılan Surp Takavor Kilisesi ise Muvakkithane Caddesi üzerinde bulunuyor. Sezer ve Özyalçıner, İstanbul’da itfaiye teşkilatının olmadığı dönemde bu kilisenin de kendisine ait bir tulumba takımı olduğuna dikkat çekiyor. Hemdat İsrael Sinagogu ise Yeldeğirmeni’ndeki İzzettin Sokağı’nda bulunuyor. 3 Eylül 1899’da Roş Aşena bayramında açılan Sinagogun adı “İsrailoğlullarının şükranı” anlamına geliyor ve dönemin padişahı 2. Abdülhamit’e duyulan borçluluk duygusu nedeniyle konulduğu belirtiliyor.
HAMAMDAN KALAN “KEMER”
Dikkat ettiniz mi bilmem, Bahariye Caddesi’nin ortasında bir kemer var. Bakıp da göremediğimiz...
Bu kemerin öyküsünü de Modalı Yazar Anais Martin şöyle anlatıyor: “Kemer demek ne denli doğru olursa tabii... Çünkü o kemer sanılan şey aslında bir zamanlar orada bulunan bir hamamın ana giriş kapısının kemeri. Hamamın adı Köçeoğlu Hamamı idi. Agop Köçeyan da Sultan I.Abdülmecit (1839- 1861) döneminde saray sarrafı. 1839 yılında Valide Sultan’ın girişimi ve öncülüğüyle sarayın ünlü sarrafı Agop Köseyan adına Kadıköy Bahariye caddesinde Köçeoğlu Hamamı yaptırılıyor. Mülkiyeti de Köçeyan ailesine veriliyor. 1840 yılında hizmete başlayan hamam, iki buçuk asırdan fazla süre durmadan dinlenmeden hizmet veriyor. Hatırladığım hamam binası tek kubbeliydi. Hamama çok ağır ve cephesi ağaç oyma sanatı bezemeleriyle süslü ahşap bir kapıdan girilirdi. Ana kapının üstünde ilginç bir demir süsleme hatırlıyorum. Derken Köçeoğlu ailesinin fertlerinden kimileri öldü, kimileri Türkiye’yi terk etti ve sonunda nasıl oldu bilmiyorum hamam yıktırıldı. Oysa bir sanat eseriydi ve onarılıp çok hoş bir konser salonuna dönüştürülebilirdi.”