Alternatif sahnenin nevi şahsına münhasır isimlerinden Murat Kılıkçıer, -namı diğer In Hoodies- kendini ‘’Müzik yapıyorum, müzisyen olmaya, bir anlam ifade eden şarkılar yapmaya ve iyi biri olmaya çalışıyorum’’ diye tanımlıyor. Kılıkçıer ile yeni teklisi vesilesiyle derin bir sohbete daldık;
Esas mesleğiniz avukatlıkmış. Mesleğinizi yaptınız mı? Sizi hak savunuculuğundan sanata geçişe götüren yol neydi?
Bu çok rahat ifade edebildiğim bir konu değil ama hukuk fakültesinde okudum, bir süre o mesleği yaptım. Benim için uygun olmayan bir alandı. Herkesin sevdiği, kendisini daha iyi ifade edebildiği, kendini gerçekleştirebileceği, en iyi versiyonunu yaşayabildiği işi yapması gerektiğini, bunun kişinin fiziksel ve zihinsel sağlığı için olduğu kadar, diğer insanlar için de en iyisi olduğunu anlamam biraz geç oldu. Sonrasında sadece müzik yapmaya başladım.
(Fotoğraf: Nazlı Erdemirel)
Yanıtı belki gerçekten zor bir soru olacak ama neden müzik yapıyorsunuz? Müzik hayatınızda neye tekabül ediyor?
Bu benim de sürekli aklımı meşgul eden bir soru. Müzik benim için hayattaki en temel fiziksel ihtiyaçlara denk diyebilirim. İnsana atfedilen çoğu fiziksel ihtiyaçtan daha yoğun hissediyor ve daha zor karşılıyorum yokluğunu. Ama müziği paylaşıyor olmak, o sürece girmek bambaşka bir konu ve mücadele. Bazen insanlardaki karşılığını görünce ya da müziğin insanlardaki başka etkilerini, ya da kişilerin müzik yapmaktaki başka motivasyonlarını görünce yaptıklarımdan uzaklaşıyorum. Bulabildiğim net bir cevap yok. Neden yapıyorum sorusuyla boğuşurken ürettiğim de oluyor aslında. Aklımda müzik, melodi, ritim veya söz olmayan neredeyse hiç an olmuyor. Bu ilişkilerimi biraz zorlaştırıyor ama günlük yaşamımdaki en sıradan iletişim dahil her şey belirli bir sese veya başka bir ifade biçimine giden bir yola ekleniyor benim için.
Bir röportajınızda ‘’Sizce neden varız? Neden dünyadayız?’’ sorusuna verdiğiniz yanıt ilgimi çekti. ‘’Zaman zaman tamamen rastlantısal bir varoluşumuz olduğunu hissedip, ben dâhil kimsenin varlığının bir anlamı olmadığını düşünerek, tek amacın kurtulmak, kurtulmayı başarmak olduğu duygusu kaplıyor içimi. Korkunç bir yalnızlık ve umutsuzluk hissediyorum’’ demişsiniz mesela. Buradan bakınca, müzik yapmak/sanatla uğraşmak hayatı yorumlama/anlamlandırma çabasında bir araç mı? Ya da bu olumsuz hislerle başa çıkma yolu mu?
Ne kadar güzel ifade ettiniz. Hem bir çeşit anlama ve anlamlandırma hem de kendini, hissettiklerini ve hissedildiğine tanık olduklarını ifade çabası. Sonu görünmeyen bir kara parçasında yalnız başına, üzerinde “ben buradayım”, “bu burada”, “bunu hissediyorum”, “bu hikaye böyle oldu”, “bu hayali kurdum”, “bunu gördüm”, “bu beni mahvediyor” gibi yazılar olan paçavradan bayraklar sallamaya benziyor. Kendi varoluş mücadelene başka ruhları ortak etme çabası belki. Müzik, okumak, yazmak, çizmek, ses yapmak dışında, etrafımdaki şeylerle ve kendimle baş edebildiğim bir kaynak yok. Yaptığım çoğu şey tam olarak içime sinmese de, çoğu hayal ettiğimin veya varabileceği potansiyelin gerisinde kalsa da, limitlerimle barışmaya çalışıp, üreterek iyi olmaya çabalıyorum.
Sizin adınızı duymadan evvel In Hoodies’i duymuştum. Gerek grubun/projenin adının, gerek albümlerin, gerekse de web sitesinin dilinin İngilizce olması nedeniyle yabancı sanmıştım. Neden Türkçe değil de bir başka dil tercih ettiniz?
Bu alınmış bir karar, belirlediğim bir yöntem değil. Muhtemelen yıllardır Batı temelli genelde İngiliz pop/rock gruplarını dinlediğim için, çıkarabildiğim, içimden ilk gelen melodiler İngilizce’ye daha uygun sanırım. Elimde enstrümanla bir şeyler çalmaya başladığımda İngilizce mırıldanıyor ya da duyduğum başka bir sese anlamsızca da olsa İngilizce eşlik ediyor oluyorum. Türkçe veya başka dillerde de üretebilmek isterim ama bugüne kadar olmadı. Melodinin Türkçe sözleri çağırdığı bir şarkı yapabilirsem ve Türkçe söylersem ben de mutlu olurum.
Web sitesinin dili İngilizce çünkü şarkılarla bağlantılı ifadeler ve şarkılar İngilizce. Hem anadilim olduğu için hem buradaki insanlara daha iyi ifade edebilmek için diğer tanıtım metinlerini, sosyal medya paylaşımlarının çoğunu Türkçe’ye de çeviriyorum. Örneğin “Coo Coo” ekolojik ve toplumsal kaygıların yoğun olduğu bir bütün olduğu için tüm metinlerin Türkçe çevirisi internet sitesi ve ilgili bağlantılarda var.
In Hoodies’i bir müzik grubu mu yoksa sizin müzikal projeniz olarak mı tanımlamak doğru olur?
In Hoodies ismiyle kayıt yapıyorum ve aynı isimle paylaşıyorum. Bir proje olmaktan çok, kendi adım yerine kullandığım bir ifade. Bir başka grup veya sanatçı ile onlardan gelen bir fikir üzerine çalışırken de featuring In Hoodies oluyor aynı nedenle. Proje kelimesine uzak hissediyorum aslında. Yaptığım şarkıları pek çok insanla olan işbirlikleri sonucu kaydedip, yine çok sayıda insanla sahneye taşımaya çalışıyorum.
Buradan hareketle sahnede size eşlik eden müzisyenler kimler? Sabit bir kadro var mı?
Bir süredir canlı performans anlamında beraber olmaktan çok mutlu olduğum ve bu müziği paylaşmalarından gurur duyduğum sabit bir kadro var. Zaman zaman kişisel yoğunluklar nedeniyle küçük değişimler olsa da, daha dar sahnelerdeki solo, duo performanslar hariç tam ekip çıktığımız konserlerde Yasemin Özler, Todd Gibson, Feryin Kaya ve Murat Yakupoğlu ile birlikte oluyoruz.
"Kapüşonların içinde"… Neden bu ismi seçtiniz? Çok sık sahneye çıkmayışınız, az fotoğrafınızın oluşu, pek röportajınızın olmaması… Görünür olmaktan bilhassa imtina ediyor gibisiniz…?
Bu çok kişisel bir şey. Kendi görüntümle barışamamak dışında, müziği yapan kişilerin görüntüsünün ön planda olmasından duyduğum rahatsızlığın da etkisi var. Müziğin nasıl göründüğümle ilişkilendirilmesindense, sadece çıkarılan ses ve ifade etmeye çalıştıklarımla kalmasını istiyorum.
Aslında ilk albümün yayımlandığı sene bir hayli konser vermiştim. Son zamanlarda daha az konser vermem, tamamen başka sebeplerle oldu.
Kapüşon çift katmanlı bir ifade benim için. Naif, bir şekilde çocuklukla ilgili olmasının yanında, öfke ve karşı çıkış içeren bir tarafı da var. Küçücük bir çadırı andırıyor bana. Çocuksu bir gizlenme ihtiyacı yanında, görünüşünüzü önemsiz kılabilmesi, cinsel kimlikten tutun da, derimizin rengine kadar görünüşçü ön yargıları azaltan bir gizlenebilirlik sağlıyor. Dolayısıyla bazen başımıza çektiğimiz bir pike gibi, bazen çok daha sert itirazlara imkan tanıyan bir anonimlik simgesi gibi.
Müziğinizi indie-rock ya da brit-pop diye tanımlayanlar var. Sizinkisi ne?
Tür ve tarz benzeri tanımlamaları çok iyi bilmiyorum. Genel olarak indie-rock olabilir sanırım. Temelde singer- songwriter müziği aslında. Kayıtlarla beraber şarkıların farklı katmanları oluyor, evriliyor ve belki başka başka türlere yakınlaşıyorlar.
Müzisyen olmanın 2 tarafı ver bence. Bir taraftan siz müziğinizi yapıyorsunuz, dinleyiciler de dinliyor. Dinleyici ile iletişiminiz nasıl?
Yapmaya çalıştığım şeyin sanırım en özel boyutu o. İnsanların yazdıkları, konserlerden sonra gelip söyledikleri, zaman zaman gönderdikleri şeyler. Bir şarkının kişideki duygusal karşılığını görmek (müzik yapmaya değil ama) müziği paylaşmaya devam etmemi sağlayan başlıca şeylerden birisi. Mağara duvarına kazınan ilk çizimleri düşündürüp neden müzik paylaşmaya başladığımı hatırlatıyor bu iletişim.
Teklilerden sonra yayınladığınız ilk albüm A Lunar Manoeuvre’u Londra’da kaydetme süreci nasıl gelişti? Bursa’dan çıkıp İstanbul’a değil de sizi İngiltere’ye götüren şey neydi?
İstanbul’da şarkıları ilettiğim insanlardan olumlu yanıtlar gelmemişti. Uzun zaman sonra Londra’dan şarkılara çok heyecanla yaklaşan bir cevap gelmesi asıl sebep oldu. Aynı heyecanla İstanbul’dan bir cevap gelmesini çok isterdim ve seve seve burada kaydederdim. Bu durum bir ölçüde benim de hatamdan, şarkıları yanlış yerlere göndermemden, aslında iletmem gereken, o günlerde alternatif seslere daha çok değer veren alan ve kişileri pek bilmememden kaynaklandı sanıyorum.
Yeni single Coo Coo. Öncelikle bu ismi, anlamını ve çağrıştırdıklarını sorayım…
Benim için birkaç anlamı var aslında. Kafamda canlanan ilk şey guguklu saatten çıkıp, kısa bir ses yapıp kutusuna geri dönen haberci kuş. Son derece ciddi, statik, mekanik ama bir o kadar deliliğe benzer bir yapısı var. Tamamen sessiz bir odada bir anda çıkıp bağırıp kaçıyor. O an korkuyorsunuz, belki bir şey hatırlıyorsunuz, o saate geri dönüyor ve bir sonraki çıkışına kadar kendini unutturuyor. Hem karanlığın içinde anlık da olsa renk, ışık, umut fırlatan bir varlık gibi, bazen de gürültünün içinde kendi kendine bağırınan biri gibi geliyor. Coo kuş sesi, ötme sesi…Aynı zamanda delirmeyle ilişkilendirilen bir ses. “Coo coo” söz tekrarının “cuckoo” kelimesi ile benzer söylenişe sahip olması deli, mankafa, aptal anlamını veriyor. Çok sevdiğim “One Flew Over the Cuckoo's Nest”e atıf bir yandan. “Cuckoo in the nest" ifadesi evdeki yabancı, yine sözlerdeki “cloud cuckoo land” ise hayal dünyasında, deliler diyarında anlamında kullanılıyor. “The game is rigged. The table is tilted.” (Oyun hazırlanmış / şikeli / hileli. Masa eğilmiş / yana yatırılmış) sözleri George Carlin’in uzun bir monoloğundan alıntılar.
Basın bülteninde ‘’Son sürat yaklaştığımız duvarı unutmak için kişisel gelişim çabaları ve görüntümüzle oyalanıyoruz. Etrafımızda sirenler çalarken, karşısındakinin söylediklerini duymamak için bağıran biri gibi kendi konforlu nakaratımızı tekrarlıyoruz “la la la”. deniliyor. Siz de bir sanatçı olarak (tartışılan bir kavram olsa da) ‘sanatın misyonu’ olarak müziğinizle bir tür alarm mı çalmak istediniz?
İddialı bir şekilde olmasa da kendi hissettiklerim, gördüklerimin ifadesi olarak kendi halinde bir alarm denilebilir. Fiziksel ve coğrafi limitlerimin, çabamın tıkanacağı yerlerin farkındayım. Sürdürülemez olarak gördüğüm sistemlere, değişmesi gerektiğini düşündüğüm, durdurmazsak sonumuzun geldiğini düşündüren şeylere karşı hissettiklerimi anlatmaya çalışıyorum, bunların en başında gelen ise, kendimizden farklı gördüklerimiz üzerinde kurduğumuz tahakküm. Her türüyle şiddet, yok etmeyi beraberinde getiren sınır tanımaz bir büyüme ve yönetme isteği. Bu yüzden video bir zamanların kölelik görüntüleriyle başlıyor ve bugün bizim köleleştirdiğimiz canlılara varıyor görseller. Özgürce verdiğimizi düşündüğümüz pek çok kararın bize ait olmadığını, zaman içinde toplumsal rızanın imal edildiğine ilişkin bazı kareler… Bir misyon ve görev duygusu ile hareket etmesem de tanık olduğum, içinde bulunduğum ya da farklı şekillerde maruz kaldığım ayrıştırıcı yapıya karşı çıkmak kaçınılmaz benim için. Sürünün hastalanan, yaralanan ve güçsüzleşen bireyi arkada bıraktığını biliyorum. İnsanların da güçsüz görülene, azınlıkta kalana yaklaşımları genelde aynı. Coo Coo bu haksızlıkların, saçma bir dizaynın yarattığı yalnızlığın içinde, kalabalık sesler üreterek çoğul kelimeler için bir çağrı sanırım.
Coo Coo, üzerinde şarkının dinlenebileceği bir QR kod olan boş kese kağıtları aracılığıyla yayımlandı. Plakçılara, parklara, banklara, kafelere, küçük ve bağımsız dükkanlara bırakıldı. Bu alışılagelmedik yöntemi seçmenizdeki neden neydi?
Müziğin fiziksel formlarda sunulmasındaki ekstrem değişimler, CD gibi sonu gelen medyalarla ardımızda bıraktığımız atık dağı, yaşam ritmimizdeki inanılmaz hız, evrilen tüketim alışkanlıklarımız ve tüm bunlarla birlikte sanatla iletişimimizin de değişmesi üzerine düşünmek.
Bu yüzden şarkıyı içi boş bir nesne ile sunarken bir yandan şarkı ve görsellerdeki ekolojik, sosyal ve politik kaygılara işaret edebilmek istedim. Aslında şarkı ve tüm görsellerin sadece kese kağıdındaki bağlantı ile paylaşılmasını hayal etmiştim. Bu yöntemin oksimoron bir durum yaratmasından ve sadece tanıtım gibi algılanmasından çekindim ama günümüz müzik paylaşım sistemi içinde sadece kese kağıdında yayımlamak mümkün olmadı. Dolayısıyla şarkı streaming servislerinde, dijital ortamlarda da var ancak diğer tüm görsel işler yani tam anlatım sadece kese kağıdındaki bağlantıda.
Coo Coo sadece bir şarkı değil bir sanat projesi gibi... Farklı alanlardan sanatçı ve tasarımcılar Coo Coo ekseninde görsel, metin ve ürünler ortaya çıkardı. Neler bunlar?
Dilara Özden (Alternatecyborg), Selin Çınar (Axstonee), Baran Kurtoğlu, Can Dağlı, Deniz Derbent, Ufuk Barış Mutlu, Erdem Kahraman, Eren Akdede, Hilal Can, Olgun Kaşıkçı, Mert Tugen, Nazan Aydın, Murat Güzelgün, Ogün Akgül, Mertcan Mertbilek, Yasemin Yasu, Sinan Kutluay, Volkan Aydemir / Roketno1, Kübra Demir (Vistekis) gibi pek çok sanatçının hazırladığı videolar, gifler, illüstrasyonlar ve fotoğraflar dışında en kapsamlı üretim, lansman gecesi sunduğumuz, tarihi 1800’lere dayalı Thaumatrope ve Phénakistiscope modelleri. Deniz Derbent, Ufuk Barış Mutlu ve Erdem Kahraman’ın hazırladığı bu cihazların çalışma prensibi optik illüzyonlara dayalı. Beynimizin gözümüzle olan iletişim hızının üstünde sunulan görselleri tek bir görüntü olarak algılaması ile ilgili. Bu makineler ne kadar kolay yanıltılabildiğimizin küçük birer örnekleri aslında. En eski Thaumatrope örneğinde olduğu gibi. Diskin bir yüzeyinde kuş, diğer yüzeyinde ise kafes var. Disk yeterince hızlı döndürüldüğünde kuşu kafesin içinde görüyoruz ama aslında kuş kafeste değil.
Bir diğer kapsamlı işbirliği de Reflect ve Ufuk Barış Mutlu ile beraber yaptığımız, geri dönüştürülmüş materyallerden üretilen tekstil ürünleri. Bu çanta ve t-shirler, geliri İstanbul’da yaşayan mülteci sanatçı kolektifi Arthere’e iletilmek üzere hazırlandı. The North Fox ile birlikte suni deriden yaptığımız, arkasında kölelik tarihine ve günümüzdeki örneklerine ilişkin bilgi ve çeşitli istatistiklerin yer aldığı “The Abolitionist” serisi choker’lar ve Eren Akdede ile işbirliğimiz “Fatum" isimli comic-zine çok özel anlatımlar oldu benim için. Ayrıca İskeletor ve Tim Wills şarkıyı yeniden düzenlediler ve kendi versiyonlarını yaptılar. Çok üretim var, hepsini burada anlatmam mümkün değil ama dijital de olsa büyük kısmına ve üreten tüm sanatçılara inhoodies.com/coo-coo adresinden ulaşılabilir.
İleriye doğru bakınca kendinizi/müzikal yolculuğuna dair neler görüyorsunuz, neler tasarlıyorsunuz?
Sürekli üretmeye çalışıyorum aslında. Hiç uzun vadeli bir gelecek planı yapamıyorum, her şey çok çabuk değişiyor. Olabildiğince çok insanla birlikte üretmek, biraz da formları ve paylaşım yollarını zorlayabilmek istiyorum. Beraber çalışmak istediğim insanlar, kaydetmek istediğim 200’e yakın şarkı var. Müziği ve bağlı görsel ifadeleri olabildiğince sokağa taşıyabilmek de kafamda dönüp duran şeylerden biri. Kayıtlı bazı şarkıların sadece synth’lerden oluşan orkestral düzenlemelerini yapmak ve öyle tekrar kaydetmek istiyorum çünkü etrafımızdaki, synth pop / synth müziği gibi tanımlarla paylaşılan ama sadece preset seslerden oluşmuş şarkılar, bu kolaycılık ve birbirini taklit canımı sıkıyor. Canlı performans anlamında ise bilinir alanların dışında, kolektif ruhla veya iyi ve anlamlı sebepler adına birleşilen organizasyonlar dahilinde performans yapabilmek isterim.
Bursalısınız. Bursa müzikal açıdan nasıl bir yer? Orada beslendiğiniz neler var mesela? Ya da var mı?
Bursa sanıyorum 90’larda çok daha yoğun rock müzik üretilen, pek çok müzisyen ve grubun çıktığı, sahne ve stüdyo anlamında da daha yoğun imkanları olan bir yermiş. Siyasi değişimin sosyolojik etkileriyle bu azalmış, ya da belki de ben bilmiyorum. Eminim harika işler yapan ancak iletmekte sorun yaşayan pek çok müzisyen vardır.
Bursa’da mekana dayalı beslendiğim bir yer olduğunu sanmıyorum. Belki parklar, orman yolları, gece yürüyüşlerinde geçtiğim yerler olabilir. Sessiz, sakin alanlar temelde. Zamanımın çoğu evde geçiyor. Ama insanları, olayları gözlemlemek etkili oluyordur mutlaka. Sadece Bursa açısından da değil. Hayatın İstanbul’daki görece özgür, limitli sanatsal alanlardan ibaret olmadığını, yaşamdaki diğer şeyleri ve başka yaşamları hatırlamak için de çok iyi başka şehirlerde olmak.
Yarı zamanlı olarak da Kadıköy’de yaşıyorsunuz. Neden Kadıköy?
İstanbul’da kendime en yakın hissettiğim yer Kadıköy. Moda’yı gerçekten seviyorum. Burası aslında ne İstanbul’u ne Türkiye’yi temsil eden bir yer gibi değil. Bir çeşit sanatsal mikro klima alanı gibi. Fazla idealize etmek istemem ama burası sadece son yıllarda değil, belki asırla ifade edilebilecek bir zaman diliminde, üreten insanların bir arada olabildiği, birbirlerini hem üretimleriyle hem varlıklarıyla besleyebildikleri, pek çok yere göre çok daha özgür, farklılığa alışkın, temelde daha toleranslı bir yer. Benim de gece değişen çehresi dışında genelde rahat olduğum bir alan.
Kadıköy’ün müzikal ortamını nasıl buluyorsunuz? Kadıköy’ün, müziğinize yansıması nasıl oluyor?
Olumlu ve olumsuz yönleri var. Dediğim gibi Kadıköy ve özellikle Moda çok besleyici ve özgür bir alan. Üreten çok kişinin olması olumlu yönde etkiliyor. Pek çok yeni, özgün üretim görebiliyorsunuz. Farklı disiplinlerde üreten kişilerle tanışıyorsunuz.
Diğer taraftan kalabalık dikkat dağıtıcı olabiliyor ve bu yüzden zaman zaman Bursa’ya kapanma ihtiyacı hissediyorum. Bir de bazen, Kadıköylü olmakla ilgili ya da aynı sosyal yaşantının parçası olmakla ilgili fazla koruyucu, dışarıdan gelene kapalı alanları, az da olsa kimi gruplaşmalar, elitist yapılar olduğunu görmek üzüyor. Dışlayarak ya da varlığını geç kabul ederek, başka yerin çocuğu olduğunu düşünmeni isteyen kişiler ve yerler oluyor kısacası.
Müzik ise tabii ki çok yoğun. Pek çok harika şey üretiliyor. Yeni müzikle daha kolay temas edebilmemi sağladığı için de burada olmaktan mutluyum. Ama bu bazen bir çeşit atıllaşmaya, yanlış bir intibaya sebep olma riski taşıyor. Kısacası diğer yerlerdeki üretime de eşit ilgi gösterdikçe, ülkedeki tüm sanatsal üretimi buradan ibaret sanmadıkça burada olmak harika.
Son soru olarak şunu sorayım; bu röportajda/bir röportajda hangi sorunun size sorulmasını isterdiniz?
Kendimle ilgili bir hayal kurmamı isteseydiniz, insanların bir saniyeliğine de olsa ne hissettiğimi tam olarak hissedebilecekleri, benim bunu seslerle tam olarak aktarabildiğim ve anlık da olsa kesin, tereddütsüz ve gerçek bir bağ oluşturan bir şarkı yapabilmek isterdim. Senkronize kaygı ve umutların, iki beyin ve iki kalpte, tüm nöron ve hücrelerde ortaklaşa dolaşımını, atomsal boyutta isyan, itiraz ve sevgiyi göz açıp kapama kadar sürse de hissedebilmek isterdim.