Anneliğe dokunan film: CAN

Aile kavramını ve annelik duygusunu sorgulayan “Can” filmi Anneler Günü öncesinde gösterime girdi. Büyük bölümü Kadıköy’de çekilen filmin yönetmeni Raşit Çelikezer, “Böylesine muhafazakâr bir toplumda tutunmaya çalışan bireyleri ele aldığını” söylüyor.

23 Mayıs 2012 - 14:41
 Senaristliğini ve yönetmenliğini Raşit Çelikezer’in üstlendiği ödüllü “Can” filmi, yer aldığı birçok festivalin ardından gösterime girdi. Anne-baba olmayı, toplumun dayattığı “kadın” ve “erkek” rollerini, mahalle baskısıyla meydana gelen çocukların yaşadıkları acıları, evlatlık edinmeyi, kadının özgürleşme sürecini anlatan filmin başrollerinde; Selen Uçer, Serdar Orçin, Yusuf Berkan Demirbağ ve Erkan Avcı yer alıyor.
Büyük bölümü Kadıköy iskelesi, çarşısı ve Fikirtepe’de geçen “Can” filminin yönetmeni Raşit Çelikezer’le sizler için söyleştik.
 
-“Can” Türkiye sinemasında pek yapılmayanı yapıyor ve “aile” kavramını sorguluyor. Neden böyle bir konu seçtiniz?
Hikâyeyi birlikte yazdığım eşimle birlikte, filmdeki çocuk kadar yani 6 yaşında bir oğlumuz var. İkimiz de anne-baba olmaya çalışıyoruz yaşamımızda. Böyle bir hikâye anlatma gereği duyduk. Anne-baba olmayı, aile olmayı hatta evlat olmayı anlatıyoruz.
 
-Ne kadar zamanda hazırladınız bu filmi? Oyuncuların da çok başarılı olduğunu görüyoruz. Oyuncu seçiminde nelere dikkat ettiniz?
Bu film yaklaşık 11 ay sürdü. Ben yaklaşık 20 yıldır, televizyon, sinema ve tiyatro dünyasındayım. Zaten filmi yazarken oyuncuları düşünüyorsunuz. Ben genelde senaryoyu yazarken oyuncularla paylaşıyorum. “Şu rol için seni düşünüyorum, sen ne diyorsun?” diye daha baştan belirliyorum ve soruyorum. Onlar da genelde beni kırmıyorlar. Şimdiye kadar ne yaptıysam hep yanımda oldular sağolsunlar.
 
-Selen Uçer ile Serdar Orçin en baştan beri kafanızda vardı yani?
Evet, daha hikâye kısmında onları düşünerek yazdım zaten filmi.
 
-Çocuk oyuncu seçimi nasıl oldu?
Çocuk oyuncu Yusuf Berkan Demirbağ, yaklaşık 80 çocuk arasından seçildi. Berkan aslında içlerinde en tecrübeli en olgun, en zeki olanıydı. Deneme çekimlerinde çok başarılıydı ve rolü o kaptı. Çekimlerde hiç zorlanmadık diyebilirim. Çocukla çalışmak zordur biliyorsunuz ama Berkan çok zeki bir çocuk ve işini çok seviyor. Umarım bundan sonra hayatını sinemayla sürdürür.
 
-Selen Uçer’in canlandırdığı karakterin tepki çekeceğini düşündünüz mü hiç? Çünkü Uçer’in canlandırdığı anne karakteri çocuğu olmayan ama evlatlık aldığı çocuğu da sevemeyen bir karakter. Başbakan’ın “3 çocuk yapın" dediği, giderek muhafazakarlaşan atmosferde bu karakteri yazarken tereddüt ettiniz mi?
Hayır olmadı. Aksine ben böylesine muhafazakar toplumda tutunmaya çalışan bireyleri de anlatıyorum bir taraftan. Çünkü onlar baskı altında. Erkek baskı altında çünkü çocuğu olmadan erkekliği kanıtlanmış olmuyor bu toplumda. Kadın ise bunun yanlış olduğunun başından beri farkında ama ataerkil yapıda erkeğin isteğine boyun eğmek zorunda kalıyor. Evet, filmin ilk yarısında, izleyen anneler ya da anne adayları karakterden çok soğuyorlar ama filmin alt metnine indiklerinde-ki bu ikinci perdede iyice açılır- filmin sonunda büyük bir rahatlama yaşıyorlar. Genelde şu örneği veriyorum; 10 daireli bir apartmandasınız ve yeni bir çift taşınıyor, derken çocukları oluyor. O çocuğun büyüdüğüne şahit oluyorsunuz. Öpüyorsunuz, kokluyorsunuz… Bu çift hayatını kaybettiğinde emin olun 9 tane ailesi olur. Fakat hiç tanımadığınız, büyüdüğüne şahit olmadığınız herhangi bir insanı getirip “sen bunun annesisin” dediğinde alışması çok zor. Zaten filmdeki Ayşe de yaklaşık 6 yıl alışamıyor bu duruma. Ve üstüne üstlük uğruna evini terk ettiği, büyük şehirde birlikte yaşam kurduğu erkek onu terk ediyor. Kadının bu depresyonu atlatması çok uzun sürüyor. Kiminin bir gün sürer kiminin 6 yıl, kimininse bir ömür boyu sürer. Biz bu ekstrem süreci anlatıyoruz bu filmde.
 
-Aslında sadece bir aile kavramının sorgulanması değil aynı zamanda kadın sorunu da var filmde…
Elbette, kadın sorunu, erkek sorunu… Yani bu yapıda tutunmaya çalışan insanlar. Aslında Ayşe bütün film boyunca özgürlüğünü arıyor. Emin olun bulacak, biz o bulma sürecini anlatıyoruz.
 
-Evet,  finalde bir rahatlama oluyor ama bildiğimiz anlamda bir mutlu son değil…
Ayşe için yepyeni bir başlangıç var filmin sonunda. Film için mutlu bitiyor demek doğru olmaz. “Niye mutlu son yaptın?” diye soranlar oluyor ama hiç de mutlu son değil final. Bir rahatlıkla bitiyor doğru ama yepyeni bir başlangıç onun için. Küçücük bir bireyin eğitim sorumluluğunu alarak başlıyor yeni yaşamına. Ayşe belki 30’larında özgürlüğünü bulabiliyor bu filmde.
 
-Filmin çekim mekânı daha çok Kadıköy… Kadıköy Meydanı, Tarihi Çarşı, Fikirtepe en çok kullanılan mekânlar. Özel bir nedeni var mı Kadıköy’ü seçmenizin?
Şöyle bir sebebi var: Filmde Ayşe çocuktan kurtulabilmek için onu kalabalık bir yere bırakıp gitmek istiyor hep. Bunun için de Kadıköy iskelesini seçtim onca kalabalık ve açık mekân arasından. Kadıköy iskelesini seçince, mekânsal olarak bütünselliği sağlamak için oturdukları ve çalıştıkları mekân olarak Fikirtepe’yi belirledik. Biliyorsunuz Fikirtepe İstanbul’un ilk yerleşim alanlarından biri. Görselliği de şehirdeki duruşuyla çok güzel bir yer. Orta direk ailelerin çokça yaşadığı bir yer olarak da filmimize çok uygundu.
 
-Genelde filmlerde kalabalık mekân kullanılmak istendiğinde Taksim tercih edilir ve kenarındaki Tarlabaşı, Dolapdere, Galata gibi semtler çekim platosuna dönüştürülür. O yüzden Kadıköy’ü bir filmin ana mekânı olarak görmek biraz şaşırttı.
Tabii bu da bir sebep. Sizin de dediğiniz gibi İstanbul deyince akla ilk gelen mekânlarda çalışmak kolaycılığa kaçıyor biraz. Yeni ifadeler, yeni görüşler peşinde koşmaya çalışan kişiler olarak sinematografisini de farklı kılmaya çalıştık filmin. Dolayısıyla vazgeçilmezdi Kadıköy. Bence İstanbul’un en güzel yerlerinden biri.
 
Semra ÇELEBİ

ARŞİV