Kadıköy’ün genç kuşak yazarlarından Sonat Yurtçu, İskenderun’da doğup büyümüş, Kıbrıs’ta yetişmiş ve kendi ifadesiyle “muhtemelen Kadıköy’de yaşlanacak” biri. Yine anlattığına göre merakı yüzünden başı derde giriyor, insanlarla iletişim kurmaktan çekindiği için dinliyor, iyi bir okur olmaya çabalıyor ve mütemadiyen yazıyla meşgul halde… Sonat Yurtçu, bugünlerde ilk kitabının heyecanında. Zira “Aramızdaki Fikret” artık aramızda, kitapçılarda, okurların evlerinde… İthaki Yayınları’ndan çıkan bu öykü kitabının editörlüğü Beyza Ertem'e, kapak tasarımı da Hamdi Akçay’a ait.
Sonat Yurtçu ile yazmaya ilk başladığı yer olan Moda Çay Bahçesi’nde buluşarak, yazma serüvenini ve Aramızdaki Fikret’i konuştuk.
Herkes gibi yazar olma hayalim yoktu; ama herkes gibi bir şeyler yazıyordum. Birçok dergide, fanzinde yazılarım yayımlandı. Bir vakitten sonra dertler, hayat ve getirdikleri değişti. Haliyle yazdıklarım da başka yöne doğru yüzünü çevirdi.
Bir kitap dosyası hazırlamak için yazmadım; ancak yazdıklarım biriktiğinde bir dosya haline geldi. Otuzlarımın başında bir yazar olarak kendimi rahatsız hissediyorum, umuyorum ki bu rahatsızlık bende daimidir; çünkü problemlerin çözümünü en azından bir nebze olsa da nefes almayı, yazmakta buluyorum.
“YAYIM SÜRECİ SANCILIYDI”
Sancılı oldu. Bu süreçten geçen herkesin hemfikir olduğu şey; yayınevlerinin e-posta adreslerini ezberlemeleri. Birkaç yayınevi belirliyorsunuz, yazdığınızın görünür olmasını istiyorsunuz. Sektörün yerli ilk dosya kabul oranlarını da bilen biri olarak bazen “olmayacak sanırım” umutsuzluğuna düşüyorsunuz. Güzel olduğuna inandığım için mücadele ettim ve nihayetinde İthaki Yayınları tarafından dosyam kitaplaştırıldı. Kâğıt sıkıntısı, doların yükselmesi birçok yayınevinin yayın programında değişikliğe gitmesine sebep oldu. Yayımlayacakları kitap sayılarında büyük bir düşüş yaşadılar, yaşayacaklar. Tabii ki öncelikle bir okur sonra bir yazar olarak kitaplardaki fiyatların yükselmesi olumsuz sonuçlar doğuracaktır. Şöyle bir baktığımızda kapanan yayınevleri oldu, yıllardır yayımlanan dergiler artık çıkmayacaklar ya da zar zor ayakta duruyorlar. Güzel şeyler dilemekten başka bir şey gelmiyor aklıma. Umarım bu hassas durumumuzu dergilere, butik yayınevlerine destek vererek gösteririz.
Toplumun içinde barınamayanlar, şemsiyelerinin altında gizlenerek gezenler, tanıdığımızı zannettiğimiz belki de yüzlerine dahi bakmadığımız komşularımız, yaşamaktan yorulanlar, ailelerini kaybedenler ve pencereden sokağı izleyen o çocuk…
Kitabın kendisi bir şey söylüyor: Her şeye rağmen yaşamak zorundasın. Bir öykünün karakteri diğer öyküye konuk olabiliyor ya da onun hakkında yeni bir şey öğrenebiliyorsunuz. Hepsi birbiriyle değil; fakat politik olarak ötekilerle, kabul edilmeyenlerle, yanınızdan geçen o silik yüzlerle ilintili.
“FİKRET’İ YOK SAYMIŞIZDIR”
Fikret, aslında benim arkadaşımdır. Yeri geldiğinde apartmanda huzur kaçıran olarak bilinen, ailesinin reddettiği, uzun yıllar gizlice yaşamak zorunda olan rengarenk biridir. Fikret aramızdadır; çünkü onu yok saymışızdır. Her şeyiyle yargılamışızdır. Fikret’in aramızda olduğunun farkında olmak istemeyiz. Ama orada, aramızdadır (gülüyor).
“KADIKÖY İNSANLARI DEĞİŞTİ”
Babamdan kaynaklı bu Kadıköy sevdam. Onun hayatının bir bölümü Yeldeğirmeni’nde geçtiği için merak sardığım bir semtti. Sonra kalktım buraya geldim. İlk oturduğum yer de bir çıkmaz sokaktı: Özpark Çıkmazı. Ben Kadıköy’ü bir bütün olarak, içindeki iyi ve kötü unsurları katarak kullanıyorum. Her sokağında farklı bir insan tipiyle karşılaşıyoruz. Vaktiyle Yoğurtçu Parkı’nda kalan evsizlerden tutun da ara bir sokağın ufacık bir kafesinde kulak misafiri olduğunuz sohbete ve sokak müzisyenlerine kadar çok zengin bir semt burası. Moda Sahil’de ya da Yeldeğirmeni’nde bir kahvede otururken sohbet ettiğiniz birinden çok ilginç bir yaşam öyküsü dinleyebilirsiniz.
Evet dokuz yıldır buradayım; ama babamın anlattığı hikâyeler yüzünden 29 yıldır yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Kadıköy çok hızlı değişime uğradı. Babamın zamanında ve hatta onun öncesinde bile bulunan binalar hâlâ dimdik ayakta duruyorlar; ancak insanları değişti. Bir de bunu söylemek bana düşmüyor, ben de sonradan buraya geldim. Ama biliyorum ki bir anda kahveciler açıldı, barlar çoğaldı, Rexx kapandı, Akademi Kitabevi kapandı, Babil Sahaf taşınmak zorunda kaldı. Sokaktaki tavır değişti. Moda Sahil her yaz bir öncekinden daha kalabalık bir hâle geldi. Geceleri tekinsiz olmaya başladı. Aslında buraya ben ilk değişim zamanı: Gezi Direnişi sırasında geldim. 1996 yılından beri böyle bir müdahalede bulunmayan polis, Kadıköy’e çıkmıştı. Değişimle geldim ve hâlâ değişmeye devam ediyor. Sonrasında yıkımlar, yeni eğlence mekânları, kiralar… Sanırım anlatmakla bitmeyecek olumsuz bir değişim devam ediyor.
Haldun Taner, Hulki Aktunç, Nezihe Meriç, Müfid Ekdal, Sabahattin Kudret Aksal, Arif Atılgan, İzel Rozental, Melih Cevdet… Saymakla bitmeyecek yazar, şair var. Ben bu mirastan onları okuyarak faydalanabilirim. Hulki Aktunç, Bir Kadıköy’oğlu kitabında sokaklarını, balıkçılar çarşısının maskotu Kaz Rodi’yi anlatır. Müfid Ekdal konakların tarihinden bahseder, İzel Rozental Moda’lı olmanın ve Moda’nın o özlemini hissettirir. Haliyle ben de Kadıköy’ün sokaklarında gezerken belleğimde bu okuduklarımın sağlamasını yaparak, bilerek geziyorum.
Kadıköy’de temas halinde olmadığım; ama tanış olduğum Behçet Çelik var. Behçet Bey’in kitaplarını, yazdıklarını Gazete Kadıköy’de de takip ediyordum. Kendisiyle aynı yürüyüş yolundayız bildiğim kadarıyla. Yolda olmasa bile bir gün oturup birkaç bira içip uzun uzun sohbet etmek isterim. Aynı dönemde, aynı semtte Behçet Çelik’le bulunmak benim için güzel bir his.