Arthouse'un son kalesi; Kadıköy Sineması

İstanbul'daki bağımsız film kültürünün hayatta kalmasında kritik bir rol oynayan Kadıköy Sineması hakkında tez yazan akademisyen Sena Öndün Sivas: “Burası gibi bağımsız salonların yaşaması, gönüllülükle sürdürülebilecek bir tutku meselesi olmaktan çıkarılmalı”

14 Mayıs 2025 - 13:49

İstanbul’daki 79 sinema salonu arasında, bağımsız sanat filmleri gösteren ve kamu kuruluşu yada zincir sinema şirketlerine bağlı olmayan tek yer olma özelliği taşıyan Kadıköy Sineması, kentin sinema hayatında özel bir konumda. Çeyrek asrı aşan bir geçmişi olan bu mekan aslında tiyatro olarak inşa edilmiş, 1967’den itibaren sinema olarak kullanılmaya başlanmıştı. Son 7 yıldır Funda Kocadağ ve oğlu Erol Yusuf ‘un işletmeciliğinde olan bu sinemanın 18 Mayıs’taki 58. yılını vesile ederek, hakkında hazırlanmış bir akademik yayını odağımıza alıyoruz.

Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi Sena Öndün Sivas, “Arthouse Seyir Deneyimi ve Değişen Pratikler: Kadıköy Sineması Üzerine Bir Vaka Çalışması” başlıklı yüksek lisans tezinde, bağımsız sanat sineması seyir kültürünü, sinema mekânlarının dönüşümünü ve seyircinin tutumunu inceliyor.

Detayları konuşmak için Sivas’la Kadıköy Sineması’nda buluştuk.

SEYİRCİNİN MOTİVASYONU NE?

  • Yekten sorayım, detaylara sonra ineriz. Tezinizin gerek akademik dünyaya gerekse de sinema sektörüne/seyircisine sözü ne?

Seyirci sinemanın en büyük ögelerinden biri. Bu tezde, bu kadar az arthouse mekân kalmışken seyircinin motivasyonunu anlamaya çalıştık. Seyircinin sinema mekanları, filmler ve şehirle kurduğu ilişkiye bakmaya çalıştık. Sinema artan dijitalleşme ile beraber online ortamlara doğru ciddi bir geçiş gösteriyor ancak sinemaya giderek film izlemek hâlâ sinema deneyiminin önemli bir kısmını oluşturuyor. Peki seyirci hangi filmi, nerede izleyeceğine nasıl karar veriyor? Bu noktada seyircinin sinema salonlarıyla kurduğu ilişki, salonun kendi adına kurduğu kimlik ve seyirci ve salonun karşılıklı ilişkilenmesi, şehrin yapısı, ulaşım vb. gibi konuları anlamaya çalıştık. Çünkü bağımsız sinema salonları mevcut ekonomide seyirci olmadan ayakta kalabilecek yerler değiller. Bir kent hafızasından da bahsediyorsak eğer bu mekanlar o hafızanın çok büyük bir parçası. Mekanların rant politikalarına kurban gitmemeleri gerekiyor. Yaptığımız görüşmelerden de anladığımız seyircinin bu konuda bir arzusu var, sinemaya gitmek için AVM’ye girmek istemiyor çoğu, evlerine yakın mahallelerindeki salonlarda filme erişebilmek istiyorlar. Seyircinin bu tutumu aslında sektörel bir tekelleşmeye de karşı oldukları anlamına geliyor. Gösterim ağlarının tekelleşmesi seyircinin filme erişimini de etkiliyor, mesela arthouse filmlere zincir salonlarda rahatlıkla ulaşamıyorlar.  

  • Kadıköy Sineması özelinde arthouse (yaygın olarak dağıtımı yapılmayan ana akım kodların dışında nitelendirilen bağımsız sanat filmleri) seyir kültürünü araştırmaya başlarken nasıl bir seyirci profili öngörüyordunuz? Sizi en çok şaşırtan bulgu ne oldu?

Arthouse seyircisi; sinemaya giden, düzenli film izleyen, filmleri ciddiye alan, sinema haberlerini takip eden, filmin teknik özelliklerine dikkat eden, film seçiminde kişisel zevklerini ve çıkan eleştiri yazılarını dikkate alan bir kitle. Beklentim de buna paraleldi. Seyirci de buna benzer bir yerde duruyor. ‘Film izleme kültüründen’ bahsediyorlar, film izlemenin öğrenilen bir şey olduğuna dikkat çekiyorlar. Salonda yenilip içilmez, telefona bakılmaz vb. gibi kuralları var. Bu yazılı olmayan kurallara uyulmayışının kendisinin sinema salonunda film izlemeye gitmemesine sebep olduğunu söyleyen bir görüşmeci dahi oldu.  Arthouse kültüründe en nadir olanı, en izlenmemiş olanı arama bulma ve onu izlemiş olma isteği baskındır ancak bu günümüz İstanbullu seyircide çok yok gibi gözüküyor.  Ben bu konuda biraz daha genel seyirciden ayrışacaklarını düşünmüştüm ancak bir yandan her şeyin internet ortamıyla erişilebilir olması da bir şeyleri ertelemek için alan açıyor. Nasıl olsa bir ara izlerim, o sırada bunu kaçırmayayım düşüncesi daha güncel olana dair bir eğilim yaratıyor. 

  • Kadıköy Sineması’nın arthouse özelliği, seyircisinde nasıl bir aidiyet ve sorumluluk duygusu yaratıyor?

Görüşmelerde karşımıza çıkan seyircinin salona destek vermeyi bir sorumluluk olarak görmesiydi. Bu illa maddi bir destek anlamına gelmiyor; sosyal medya paylaşımlarıyla destek vermek, salonu bir şekilde görünür kılmak önemli. Kadıköy’ü de kentsel dönüşümden uzak, daha korunaklı bir yer olarak görüyorlar. Bu yüzden de mekana dair bir koruma duygusu ağır basıyor. Kadıköy Sineması da burada aynı şekilde korunaklı bir mekan onlar için, kendi olabildikleri bir yer. Mesela bir görüşmecimiz “Film izlemek için X-Ray’den geçmek istemiyorum ve bu benim için özgürlük.” demişti. 

Daha güvende ve özgür hissettikleri bir yer ve bunun devam etmesini, hatta şehre yayılmasını arzu ediyorlar. Aynı bölgede iki AVM var mesela, ancak zincir salonları da rant sisteminin bir parçası ve mahalle sinemalarının sonu olarak gördükleri için zorunda kalmadıkça gitmediklerini ifade ediyorlar.

“SALONUN SEÇİMİ, SEYİRCİ İÇİN BİR KİMLİK MESELESİ”

  • Tezinizde Kadıköy Sineması’nın bir ‘sosyokültürel ayrışma mekanı’ olduğundan söz ediyorsunuz. Bu kavramı biraz daha açar mısınız?

Sinema bir sanat olmasının yanı sıra bir endüstri; filmler yapım, dağıtım ve gösterim süreçlerinden geçiyorlar. Bu şekilde bakıldığında seyircinin evinden kalkıp salona gidip film izlemesi bile aslında ekonomik bir karar. Bu durum özellikle pandemi sonrası süreçte daha da zorlaştı, sinema biletleri artık çocuklu bir ailenin kolaylıkla karşılayabileceği bir konumda değil. Eskiden hafta sonu eğlencesi olarak görülen ailecek sinemaya gidelim, bir de yemek yer döneriz gibi bir durum artık ekonomik olarak oldukça zor.

Çalışmada da seyircinin sinemadan bahsederken bu ekonomik boyuta oldukça dikkat çektiğini gözlemledik. Ancak ilginç bir şekilde Kadıköy Sineması daha çok kültürel ve eğitsel sermayesi yüksek bir izleyici kitlesine hitap eden bir arthouse salonu olarak konumlanmasına rağmen, araştırmanın yapıldığı dönemde İstanbul’daki en uygun bilet fiyatlarını sunan sinema salonlarından biriydi. Ve çalışmaya katılan seyirciler de çok farklı ekonomik gelir gruplarından oluşuyordu. Bu da aslında bize şunu gösterdi; seyirci salonun prestijini ekonomik bir yerden kurmuyor, salon da kendi prestijini böyle bir yerden kurmuyor aslında. AVM sineması olmaması, arthouse filmler göstermesi, mahalleye verilen destek, seyircinin salonun kitlesini daha eğitimli ve kültürlü görmesi, kendine yakın bulması gibi sebeplerle salonu ayrıştırıyor. Salonun seçimi seyirci için bir kimlik meselesi halini alıyor. Oraya destek göstererek hem sosyal hem de kültürel kimliğinin inşasına katkı sağlıyor. 

  • Ekonomik erişilebilirlik ve kültürel sermaye ilişkisini Kadıköy Sineması özelinde nasıl gözlemlediniz?

Az önce dediğim gibi burası, zincir salonlara göre bilet fiyatları açısından daha erişilebilir. Çalışmaya katılan tüm seyirciler en az üniversite mezunu veya öğrencisiydi ve birçoğu arthouse sinemayla üniversite döneminde tanıştıklarını, bu dönemde daha çok film izlemeye başladıklarını belirtiyor. Bu açıdan hepsi kültürel sermayesi yüksek bireyler ancak gelir durumları birbirinden farklıydı. Kadıköy Sineması, yüksek kültürel sermayeye sahip ancak ekonomik sermaye düzeyi homojen olmayan bir izleyici kitlesine hitap ediyor. Bu durum, kültürel sermaye ile ekonomik erişilebilirlik arasındaki ilişkinin doğrudan ve birebir bir paralellik taşımadığını gösteriyor.

  • Tez boyunca “stereotipleşmiş arthouse seyircisi” algınızın değiştiğini söylüyorsunuz. Bu değişimi örneklendirerek anlatabilir misiniz?

İstanbul’da arthouse seyircisiyseniz sinemaya gitmek, sinemada olmak, filmi salonda izlemek deneyiminizin önemli bir parçası sayılır. Benim beklentim de buydu, sürekli olmasa da düzenli sinemaya giden bir kitle vardır diye düşünüyordum. Benim neslim için de İstiklal Caddesi, özellikle Beyoğlu Sineması bu kültürün önemli noktalarından biriydi. Bunun devamlılığını beklemiştim açıkçası ancak genç bir nesil için tam olarak böyle değil. Görüşmecilerden bir kısmı pandemi döneminde üniversiteye başlamış öğrencilerden oluşuyordu ve daha önce hiç Beyoğlu Sineması’nda film izlememişler, Kadıköy Sineması’na birkaç kere arkadaşlarıyla gitmişlerdi. Filmleri daha çok internetten izliyorlardı. Çok iyi film bilgileri, film izleme disiplinleri vardı ama sinemaya gitmiyorlardı. Bu aslında kendi açımdan beklemediğim bir şeydi ancak dijitalleşmenin gelişmesiyle beraber çok da şaşırılacak bir şey değil. Günümüzde artık tek tür bir film izleme pratiğinden bahsetmiyoruz, seyirci çok farklı mecralardan filmler izliyor. Benim için özellikle yeni nesil ve sinemaya gitme pratikleri üzerine farklı çalışmalar yapılması gerekliliğine bir kapı açmış oldu.  

  • İstanbul’da arthouse salonların yok oluşu ve tek bir salonun kalması sinema kültürü açısından nasıl bir risk yaratıyor?

Bu gerçekten ciddi bir mesele. Çünkü sinema üzerine yapılan çalışmalar bize gösteriyor ki seyircinin sinema hafızası içerisinde mekânın büyük önemi var. Seyirci her zaman izlediği filmi hatırlamıyor ama salonu, perdeyi, koltukları, fuayeyi, kokuyu vb. mutlaka bir şekilde hatırlıyor, bunlardan bahsediyor. Tek tipleşen ve AVM içine hapsolan sinema salonlarında mekanla böyle bir bağ kuramıyorsunuz. Orayı bir sinema salonu olarak kabul etmek zorlaşıyor, orası seyirci için işlevsel bir tüketim alanı. 

Kadıköy Sineması gibi bağımsız salonların yok oluşu, sadece bir gösterim mekânının kaybı anlamına gelmiyor; aynı zamanda kentsel hafızanın, kamusal karşılaşmaların ve alternatif sinema kültürünün barındığı sosyal bir alanın da yitimi anlamına geliyor. Bu da sinema kültürünün toplumsal çeşitliliğini, deneyimsel derinliğini ve tarihsel sürekliliğini tehdit eden bir durum. Kentin kültürel dokusunun parçalanması ve sinema deneyiminin yalnızca dijital ya da ticarileşmiş alanlara sıkışması, kolektif hafızanın silinmesine ve sinema izleyiciliğinin toplumsal bir pratik olmaktan çıkmasına yol açabilir.

  • Kadıköy Sineması gibi bireysel girişimlerin sürdürülebilirliği için nasıl bir destek gerek?

Yalnızca izleyici ilgisiyle değil, aynı zamanda kültürel politika düzeyinde bütüncül ve sürdürülebilir bir destek mekanizmasıyla mümkün. Seyircisiz bir sinema salonunun ayakta kalamayacağı gerçeğinin ötesinde, ekonomik koşullar bu salonların yaşamını ciddi şekilde tehdit ediyor. Yüksek enflasyon, döviz kuru dalgalanmaları ve teknik altyapı ihtiyaçlarının büyük ölçüde yurtdışına bağımlı olması (örneğin projeksiyon lambaları, ses sistemleri ve yedek parçalar) salonların ekonomik manevra alanını oldukça daraltıyor. Bu bağlamda kültür politikalarının yapısal bir biçimde yeniden ele alınması gerekli. Devlet destekli bir politika oluşturulmadan bu ne yazık ki sadece birkaç insanın tutkusundan ileri gidemiyor. Türkiye Eurimages (Avrupa Konseyi'nin kültürel destek fonu) desteği alan ülkelerden biri ancak ne yazık ki bu da yeterli değil. Avrupa’da çeşitli yapılarla hem yerli üretim hem de dağıtım ve gösterim ağları sistemli biçimde destekleniyor. Bizim de kendi sinemamız için böyle bir şeye ihtiyacımız var. Yerel yönetimlerin—örneğin Kadıköy Belediyesi veya İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin—sunduğu kısıtlı destekler önemli olmakla birlikte ne yazık ki sınırlı ve yetersiz. Dolayısıyla bu salonların yaşaması, yalnızca bireysel çaba ya da gönüllülükle sürdürülebilecek bir tutku meselesi olmaktan çıkarılmalı; kültürel çeşitliliği, hafızayı ve kamusal yaşamı destekleyen bir kültür politikası perspektifiyle ele alınmalı. Bu bağlamda devlet, yerel yönetimler, özel sektör ve seyirci arasında çok katmanlı ve sorumluluğu paylaştıran bir destek ağı kurulmalı.

  • Kadıköy Sineması seyircisine/İstanbullu arthouse izleyicisine yönelik mesajınız var mı?

Bağımsız salonların hepsi seyirci olarak bizim desteklerimizle var olmaya devam ediyorlar. Bunu unutmamak, o mekanlara gitmek, kimi zaman film izlemesek bile fuayede vakit geçirmek, o mekanı benimsemek ve sahiplenmek anlamına geliyor. Bu salonların işletmecileri ve çalışanları da genelde büyük kişisel isteklerle bu işe devam ediyorlar ve sizleri orada görmek büyük bir motivasyon. Sürekli film izlemek zorunda değiliz ancak bu mekanlar hepimizin ve bu organik bağı devam ettirmek şehir için de bizim için de nefes alma alanları yaratmamız demek. Dolayısıyla seyircinin fiziksel varlığı ve mekâna bağlılığı, bu tür girişimlerin devamı için yalnızca sembolik değil, aynı zamanda hayati bir destek sunuyor. Arthouse sinema izleyicisinin bu bağa sahip çıkması, hem kent yaşamında kültürel çeşitliliği korumak hem de nefes alınacak sosyal alanlar yaratmak açısından oldukça önemli. Bu salonlar hepimizin; onları yaşatmak da hepimizin ortak sorumluluğu olmalı. 


 


ARŞİV