Atatürk Kitaplığı: Çankaya (2)

Bu köşede, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü anlatan eserlere yer vereceğiz. Atatürk’ün hayatı, mücadelesi ve devrimleri üzerine yazılmış bu kitapların devlet adamı ve bir lider olması dışında çok yönlü kimliğini ve entelektüel derinliğini tanımamızı sağlayacağını umuyoruz. İyi okumalar

31 Ocak 2025 - 10:03

ÇANKAYA- FALİH RIFKI ATAY (2)

Bir gün Müslüman memleketlerinden birinde (Mısır'da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i görmeye gelmişti. Kendisine:

- Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz? diye sordu. Olabilecek şey değildi ama insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal:

- Yarım milyonunuz bu uğurda ölür mü? diye sordu.

Adamcağız yüzüne bakakaldı:

- Fakat Paşa Hazretleri yarım milyonun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya... dedi.

- Benimle olmaz, beyefendi hazretleri, yalnız benimle olmaz. Ne zaman halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse o vakit gelip beni ararsınız.

 (Syf 331)

Komisyon alfabesini İstanbul'da Atatürk'e ben getirdim. Uzun uzun tetkik etti. Konuştuklarından birtakım “q” harfinde ısrar ediyorlardı. Hatta bir aralık Atatürk bu tavizde bulunmaya da karar verdi. Ertesi gün vazgeçirdik.

Atatürk bana sordu:

- Yeni yazıyı tatbik etmek için ne düşündünüz?

- Bir on beş yıllık uzun, bir de beş yıllık kısa mühletli iki teklif var, dedim. Teklif sahiplerine göre ilk devirleri iki yazı bir arada öğretilecektir. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı artıracaklardır. Daireler ve yüksek mektepler için de tedrici bazı usuller düşünülmüştür.

Yüzüme baktı:

- Bu ya üç ayda olur, ya hiç olmaz, dedi.

Hayli radikal bir inkılapçı iken ben bile yüzüne bakakalmıştım:

- Çocuğum, dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu eski yazılı parçayı okuyacaktır. Arada bir harp, bir iç buhran, bir terslik oldu mu, bizim yazı da Enver'in yazısına döner. Hemen terk olunuverir.

(Syf 460-461)

Milletvekilliğimizin ilk yılında, bir öğleüstü, Yakup Kadri ile beraber Meclis'e gelmiştik. Dış bahçe kapısı ile iç kapı merdiveni arasında birkaç milletvekili bize bir kanun teklifi imzalatmak istediler. Okuduk. Teklif aşağı yukarı şu idi: “Hidemat-1 vataniyesine mükâfaten Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri'ne 1 milyon lira ihdas edilmiştir.”

İmzalayanlardan bazıları belki de pek iyi niyetliydiler. Muzaffer komutanlarını para ile mükâfatlandırmak İngilizlerin de âdeti değil miydi? Sonra Mustafa Kemal devrimler yapacak ve devrimler düzenini memlekette kökleştirmek ve korumak için büyük bir partiyi teşkilatlandıracaktı. Bunun için para lazımdı.

Beynimizden vurulmuşa döndük.  Sanki zafer ve onun bütün şanları ve şerefleri satılığa çıkarılmıştı. Kuva-yı Milliye devrinde İngiliz entelijansiyası adına -hareketin başından ayrılmak şartıyla- Mustafa Kemal'e büyük bir para ve İtalya'da bir villa vaat edilmişti. Bu da öyle bir şeydi. Gazi Mustafa Kemal'i devrim tarihinin ilk günlerinde suikastların en alçakçası ile öldürmek demekti.

Gazi'nin haberi olup olmadığını düşünmeden reislik odasında kendisini bulduk. Hamdullah Suphi heyecanlı sözleri ile hepimizin ıstıraplarını anlatmaya çalıştı. Gazi:

- Hiç haberim yok... Küstahlık etmişler, teklifi bana buldurunuz, dedi. Getirtti ve yırttı.

Derin bir gönül rahatı duyduk.

Fakat İttihat ve Terakki devrindeki nüfuz kazançlarına hasret çeken veya Kuva-yı Milliye'nin çetecilik günlerinde vurgun ve yağma zevki tatmış olanlar, Gazi'nin yanında ve Meclis'te idi. Birçoklarının, devrimin umurlarında bile olmadığını biliyorduk. Milletvekilliği de, boğaz tokluğu geçime yeter yetmez maaşlı bir görevdi. İşleri yalnız idealist tarafından görenler yeni bir Batı Türkiye'sinin ve bu Türkiye içinde yeni bir topluluğun kuruluş savaşlarına katılmanın şevki yanında her şeyi unutuyorlardı. Bu heyecanı duymayanların hatırladıkları tek şey nüfuzlarını satmaktan ibaretti. Para kazanmak için tek sermayeleri de nüfuzları idi.

(Syf 473-474)

Devamı gelecek

 


ARŞİV