ÇANKAYA- FALİH RIFKI ATAY (3)
Atatürk'ün bizi şaşırtan hassalarından biri de vücutça ve kafaca yorulmaksızın, dikkati hiç gevşemeksizin çalışma yeteneği idi. Ertesi gün manevrada beraber çalışacağı arkadaşları ile gece yarısına kadar gazinoda kaldıktan ve onları uyumaya gönderip kendisi vereceği vazifeleri hazırlamak üzere sabahladıktan sonra, şöyle bir yüzünü yıkayıp tıraş olarak, yine herkesten erken kıtaları başına gittiğini dostlarından duymuştuk. Ben 43 yaş ile 58 yaş arasında yakınında bulunmuştum. Memleket dolaşmalarında maddi zahmetlere hepimizden fazla dayandığını görürdük. Bir defa Dikmen kırlarında bir piknikten sonra koşmacalı bir bohça oyunu oynamıştık. Bir delikanlı kadar çevik, hızlı ve seğirtgendi. Büyük Nutuk'u 53 yaşında yazmıştır. Çalışma odasında yarı ayaküstü, yarı oturarak ve yüzlercesi arasından vesikalar ayırarak, nutkunu dikte ederdi. Yorulan değişirdi. Bir defasında pek genç bir arkadaşı baygınlık geçirmişti. Akşama doğru bir banyo aldıktan sonra, hiç dinlenmeden sofraya iner, o gün yazdıklarını bize okur veya okutur, hadiseler üzerinde terütaze bir muhakeme ile tartışmalar yapardı. Bir kitabı merak edince, koskoca bir cilt de olsa bitirmeden uyuyamaz veya pek az uyku aralaması ile okumaya devam ederdi. Sonra sofrada etrafını çizdiği fıkraları bizlere tekrarlardı. Eğer bildiğiniz bir eserse, Atatürk'ün en can alıcı fikirler üstünde durmuş olduğunu anlardınız.
Atatürk, akşamları bir müddet bilardo oynardı. Açık havada ve at üstünde geçen subaylık ve komutanlık hayatından sonra, uzun oturuculuk devrinde bu oyun onun başlıca idmanı idi.
(Syf 506)
Atatürk görev başında hiçbir laubaliliğe yer vermeyecek kadar ciddi, hususi yaşayışında ise dostlarının her türlü nazını çekecek kadar samimi idi. Protokol, boğazını sıkan dar ve katı bir yaka gibi kendisini her vakit rahatsız etmiştir ve onu hususi yaşayışı içine hiç sokmamıştır. Sofrasında kimsenin yeri belli değildi. Yalnız rahmetli Fevzi Çakmak'a, İsmet İnönü'ye, ara sıra evine gelen ordu ve hükümet şahsiyetlerine yanında yer gösterirdi.
Bununla beraber “dış görünüm”ün ve “dekor”un içtimai münasebetlerde büyük önemi olduğunu bilirdi. Onun için giyinişine ve ev içi düzenine pek meraklıydı. On beş yıl yanında bulundum, hususi odalarına girdim, günün çeşitli saatlerinde evine gittim: Kendisini bir defa bile traşsız, rahatsız olduğu vakit velev pijamalı da olsa, üstüne başına titizce itinasız görmedim. (Syf 532)
Atatürk, Çankaya'da kalmak kararını vermişti. Küçük köşkün arkası bir bozkır parçası idi.
Kendisine:
Ankaralı köylüler asırlardan beri dokunulmamış toprağı sürüp duruyorlardı. Bir sabah Atatürk dolaşmaya çıkar. Gazi'nin tarlalarını sürdüklerini bilen, fakat kendisini tanımayan köylülerden birinin başucunda durur:
- Kolay gele. Ne ekeceksin bu toprağa?
- Hiç, sür dediler de sürüyoruz.
-Ne biter dersin burada?
Dik dik yüzüne bakar:
-Akıl yok mu sende? Burada ekin olsaydı Ankaralılar bırakırlar
Akşamüstü gülüyor:
- İyi bir ders aldık bugün, diyordu.
( Syf 548)
Nutku çoğunca ayaküstü dolaşarak dikte etmiştir.
Uzun saatler süren diktelerden sonra yazanlar sekiz on saatlik bir uykuya gittikleri zaman Atatürk bir banyo alır, giyinir, akşam davetlilerine o gün yazdıklarını okutmak üzere sofraya inerdi. Okuma ve o günkü yazılar üzerine konuşmalar da saatler sürerdi. Bu defa dinleme ve konuşmalardan yorulanlar uzun bir rahatlama için evlerine dönerler, Atatürk çok defa kısa bir uykudan sonra bir gün önceki çalışmalarına koyulurdu. Bu kadar sıkı çalışma haftalarca sürmüştür. Cümleler, kelimeler ve noktalar üzerinde titizce durduğunu unutmayınız.
Nutuk, dil inkılabından önce yazıldığı için, Namık Kemal mektebi üslubundadır. Atatürk'ü besleyen edebiyat o idi. Harbiye Okulu hapishanesinde bir gazel bile yazmıştır. Dilin Türkçeleşmesine inandıktan sonra bütün zevklerini ve âdetlerini fikirlerine feda ettiği gibi, o kadar sevdiği üslubunu da içilmiş bir cigara gibi atıvermişti. (Syf 566)