TEK ADAM 3 (1)
Gerçi Birinci Dünya Harbinde o, Çanakkale’de ve henüz 35 yaşında genç bir albayın, bir ara 100.000 kişiye kumanda ederek, yüzyılların katıldığı muharebelerde, devrin en güçlü ordularını yenmişti. Ama bu zaferler, imparatorluğu çekmekten kurtaramadı. Birinci Dünya Harbinin bizim için sonu olan 20 Ekim 1918 Mondros Mütareke ile devlet parçalandı ve padişahlık can çekişmeye başladı.
Halbuki şimdi İzmir’dedir. Aradan ancak dört yıl geçmiştir. Muzafferdir. Bir ordunun Başkumandanı ve bir devletin Başı'dır. Hem de henüz 43 yaşında... Dünya yeni bir söz sahibinin doğuşunu görmektedir. Bu söz sahibinin bu dünyaya söyleyeceği bazı sözler olacaktır. İşte bu hava içindedir ki 10 Eylül 1922'de Mustafa Kemal, İzmir kıyılarından Ege Denizi ufuklarına bakar, bakar ve der ki:
“ - Bir rüya görmüş gibiyim” (Syf 14-15)
İzmir'e girişinden sonraki günlerde, hem bir asker, hem bir devlet adamı olarak daima ayaktadır. Gerçi daha İzmir'e vardığı gün sivilleşmiş gibidir:
“- Muharebe sona ermiştir.”
der. Artık onları umursamaz görünür. Hatta biraz da gençliğinin haşarı günlerine dönmüş gibidir. Selânik'in Beyaz Kule meydanına benzettiği İzmir Kordonboyu'nda, sanki Selanik'teki Olimpos gazinosuna gider gibi birkaç arkadaşını yanına alarak Kramer Palas Oteli salonuna gider. İki kadeh rakı içmek için... Ne etrafında polis, ne arkasında muhafızları vardır. Salon tıklım tıklımdır ve garsonlar onları daha kapıda göğüslerler:
“-Yerimiz yoktur efendim...
-Canım şöyle bir köşeye sığışsak..."
Fakat Rum şiveli bir şef garson önlerine dikilir:
“- Mümkünsüzdür efendim, yerimiz yoktur!”
Hani o sırada, salondaki müşterilerden birinin onu resimlerinden tanıyıp da:
-Mustafa Kemal Paşa geldi,"
diye çığlığı basınca bütün salonun alkışlar, ayaklanmalar ve çığlıklarla allak bullak olduğu anda bile o, kimseyi rahatsız etmek istemeyen nazik bir müşteri gibidir. Arkadaşlarıyla ilerler. Gazinonun körfeze bakan bir penceresinin kenarında hemen donatılan içki masasında yerini aldığı zaman, artık Selanik'teki haşarı Mustafa Kemal'dir. Önce Rum garsona takılır:
“- Kral Konstantin de buraya gelip bir kadeh rakı içti mi?
- Hayır Paşa efendimiz...
- O halde İzmir'i neden almak istemiş?” (Syf 18-19)
Büyük Millet Meclisi hükümeti saltanatın kaldırıldığını, İstanbul’daki temsilcisi aracılığıyla yabancı işgal komiserliklerine bildirdi. Bu bildiri ile, İstanbul hükümetinin konferansa daveti işi de halledilmiş gitmişti.
(Syf 59)
Memleket gezisine, ne şartlar altında olursa olsun milleti uyarmak, aydınlatmak için çıkmıştı. Bu vazifesini yılmadan yapmalıydı:
“Her faydalı ve yeni şeye karşı mutlaka bir kuvvet çıkar. Buna bizim dilimizde irtica derler. Bütün millet emin ve müsterih olsun ki, inkılabı yapanlar, bu gibi menfi kuvvetleri, çıktıkları noktada imha edecek kudret, kabiliyet ve tedbire maliktirler. Tekrar ve katiyetle tekrar ederim ki, milletin hakimiyeti ebedidir... Dinen, hadiseten, ilmen, fennen, kanunen ebedi bulunan bu hakimiyeti ihlal ve ızrar edecek (bozacak,ona zarar verecek) bir kuvvet, ne bu memleketin içinde, ne de dışında yoktur.” (Syf 67)
Gazi’nin İzmir günleri dolgun geçti. 27 Ocak’ta, hükümet konağındaki ziyafette konuştu:
“Bir millet, bir memleket için kurtuluş ve selâmet istiyorsak, bunu yalnız bir şahıstan hiçbir zaman istememelidir. Bir milletin muvaffakıyeti, milletin bütün kuvvetlerinin, bir istikamette birleşmesi, teşekkül etmesiyle mümkündür.”
Sonra şuna işaret etti:
“-Henüz kurtulmuş değiliz. Atılan adımlar, bundan sonra atılacak adımların ancak başlangıcıdır. Bu adımları doğru ve isabetli atabilmek için, kendi mukadderatımıza, kendimiz sahip olmalıyız. Bizim için sulh demek, hakiki hayatımızın teminine yarayan şartları elde etmek demektir. Yoksa yalnız sulh yapmak, kendi kendimizi aldatmak olur.” (Syf 72-73)