Kadıköy’ün kıdemli sokaklarından Ayrılık Çeşmesi Sokağı, Selçuk Altun’un son romanı ‘Ayrılık Çeşmesi Sokağı’na ilham oldu. İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan kitap, okurları Kadıköy’den alıp Cenevre başta olmak üzere Avrupa’nın farklı kentlerine kısa yolculuklara çıkarıyor.
“İlk görüşme için adresi yazarken Ayrılık Çeşmesi Sokağı adını duyunca elim titremişti. İki sevgilimden birden ayrılmıştım, kader beni yeni bir sınavına mı çağırıyordu, yoksa bir Osmanlı çeşmesinde huzur mu bulacaktım?
Bir büfe veya bakkaliye sığmayacak kadar dar ve ıssızdı. Karşısında metruk bir Osmanlı mezarlığı set gibi yükselmiş onu şehrin şerrinden koruyordu. Gözlerimi kapatıp, ney sesinin hangi kanattan geleceğini tahmin etmeye çalışırken yakaladım kendimi. Köşedeki ahşap bina sokağın kıdemlisiydi. “Ayrılık Çeşmesi” levhasını adeta gururla taşıyordu. Peşimdeki güdük binalar iki katlıydı, ön cepheleri rengârenkti. Bir film platosu denli şirindiler ve ilk fırsatta taşınacak gibi iğreti duruyorlardı.(…) Seyyar satıcılar ve minik otoların girmeye üşendiği güzergâhın sonunda Ayrılık Çeşmesi, bir deniz feneri gibi parlıyordu.”
Kırk yıldır Cenevre’de akademisyenlik yapan Osmanlı torunu Ziya Adlan’ın Türkiye’ye dönüp Ayrılık Çeşmesi Sokağı’ndaki bakımsız konağına sığınmasıyla başlayan hikâyede ona yoldaşlık eden isim ise Artvin isimli doktora öğrencisi genç bir adam. Hayatta en büyük tutkusu saksafon çalmak olan Artvin’in sol elinin iki parmağının kesilmesi onun hayatının dönüm noktasıdır. İkinci dönüm noktası İstanbul’a ölmek için dönen ve altı ay ömrü kalan Ziya Bey’e bakıcılık yapmaktır.
“Çeşme 16. Yüzyılda baş haremağası Gazanfer tarafından yaptırılmış. Kısmette onun sadrazamdan sonra en yüksek görevli olduğunu öğrenmek de varmış. (İki parmağımı yitirdikten sonra haremağasından bir farkım kalmadığı da aklıma geldi.) Çeşme üç yüz yıl içinde iki kez ihya edilmiş. Doğu’ya gidecek ordular, hac yolcuları ve kervanlar önünden törenle uğurlandıkları için ona Ayrılık Çeşmesi denmiş. Ordunun sefere çıktığı noktanın yanı başında bir mezarlık bulunması, Gülriz Hanıma’a kinayeli gelebilirdi.”
II. Mahmut’un soyundan gelen akademisyen Ziya Bey’in, Artvin’e anlattığı Ayrılık Çeşmesi Sokağı’ndaki konakta başlayıp Cenevre ve dünyanın farklı kentlerinde geçen hayat hikâyesinden onlarca kahraman muzip bir edayla geçip gidiyor. İki ana karakter dışında II. Mahmut ve İrlandalı oyun yazarı, eleştirmen ve şair Samuel Beckett’in tüm hikâyelerin üzerinde dolaştığı roman, okuyucuyu yavaş yavaş beklenmedik bir sona doğru hazırlıyor. Romanda bir başka şaşırtıcı isim ise Ziya Adlan’ın üniversiteden arkadaşı Enis Batur.
Pek çok tarihi olaya, sanat yapıtına, kitaba bilgilerin yer aldığı roman okura zaman zaman “bu kadar bilgiyi bir romana sığdırmak gerekli mi?” sorusunu sordursa da renkli anlatım ve hikâyeler romanı sürükleyici kılıyor. Bilgelik makamını vereceğiniz karakterlerin bir anlamda zıpırlıklarını keyifle izliyorsunuz.
Yazar ve düşünürlerden aforizmalara sık sık rastladığımız romanda kitabın önsözünde yer alan “Siz beni bulun, ben ararsam herkes anlar” sözleri okura romanın sonuyla ilgili bir küçük ipucu verse de asıl sürprizi son sayfaya gelmeden bulmak mümkün değil.
‘Mezarlık ve çeşmenin çaprazında tabancasına dayanmaya çalışan yaşlı bir kovboy gibi dikilen Ayrılık Çeşmesi Konağı’nda başlayan roman, okuru Avrupa’nın farklı kentlerinde, sahaflarında, şatolarında dolaştırdıktan sonra Tarlabaşı’nın ara sokaklarına oradan da Karadeniz’e uzanıyor ve en sonunda yeniden Ayrılık Çeşmesi’yle kavuşturuyor.