“Az okuyarak kimse harika yazar olamıyor”

Çeşitli dergi ve gazetelerde romanlar ve öyküler üstüne değerlendirme yazıları yazan Banu Yıldıran Genç’in “Geri Döndüğüm Yerler” adlı deneme kitabı çıktı. Genç “En sevdiğim şey zaten okuduğum kitabı kendimle birleştirip yazmak” diyor

20 Ekim 2022 - 12:27

Kadir Işık

Gazetelerin kitap ekleri, edebiyat dergileri ve dijital medyada kitaplar üzerine yazdığı nitelikli yazıları ile tanınan Banu Yıldıran Genç, okurlarını Geri Döndüğüm Yerler kitabıyla selamlıyor. Yazarın Notos Kitap etiketiyle yayımlanan kitabı üzerine söyleştik.

Kitabın sunuş kısmında kitabın ortaya çıkış sürecinden söz ediyorsunuz. Sizce birilerinin yetkin kalemleri iteklemesi, tetiklemesi mi gerekiyor kitap çıkarmak için? Niçin gecikti bu kitap?

Sorun bizim kuşağımız. Benim denemelerim, eleştirilerim zaten dergilerde yayımlanmıştı. Hatta ben uzun yıllar blog’a koydum tüm yazdıklarımı. Semih Ağbi bir dosya haline getirmek gerektiğini söylediğinde gerçekten ilk aklımdan geçen “Kim n’apsın benim yazılarımı?”ydı.

Yirmi küsur yıldır bilfiil yazıyorum ama bana sorsanız ben hep herkesin yazdığı kadar yazıyordum işte. Sonra pandemide bu bookstagrammer’ların filan dünyasına girince kitaptan iki satır alıntı yapanın, yorum olarak “akıyor”dan başka bir şey söyleyemeyen insanların kendisine neredeyse eleştirmen titri verdiğini gördüm. Yine sayıları çok artan online dergi ve gazetelerde kitap tanıtımı, eleştirisi yapıyorum diyenlerin yazdıklarıyla benim yazdıklarımın alakası olmadığını fark ettim.

“HER ŞEY DAHA FAZLA “POPİ” İÇİN”

Sonra bu süreçte daha sosyal bir insan olmaya başladım ve genç yazarlarla karşılaştım, tanıştım. Bunun bir kuşak farkı olduğunu o zaman iyice anladım. Lisede daha doğru düzgün okumadan yazarlığa meslek olarak karar verip kariyer planı çizenler, kendi bastırdığı kitabıyla profilinin altına hemen “yazar”ı yapıştırıp sosyal medyada profesyonel hesaba geçenler, övünerek bana profesyonel hesabın artılarını anlatanlar, garip network ilişkileri, dost sohbetinde benden öğrendiği bir bilgiyi kendi sosyal medya hesabında kendi fikriymiş gibi satanlar... Fark ettim ki her şey daha fazla “popi” için.

Yazdığı her şeyin yayımlanması gerektiğini, çok iyi yazar olduğunu düşünenlere, arkadaşlarının “canım, harikasın, öpüyorum” larıyla gaza gelenlere, kıymetinin bilinmediğinden yakınanlara, hiç durmadan piyasaya saydıranlara, bu haksızlık duygusuyla sosyal medyada bazen ertesi gün silmekle sonuçlanacak saldırgan şeyler yazanlara sakin olmalarını öğütlemek isterdim. Ülke belli, piyasa belli ama az okuyarak, çalışarak kimse harika yazar olamıyor, üzgünüm. Bu konularda zamandan daha iyi bir belirleyici yok maalesef.

“EN ÇOK İYİ KİTAPLAR ETKİLİYOR”

Siz yazarken harekete geçiren neler oluyor hayatınızda?

Sanırım kitaplar üstüne yazanları en çok iyi kitaplar etkiliyor. Onun dışında okuduğum bir kitabın bir biçimde yaşamımın bir noktasına dokunması benim için belirleyici olabiliyor. Çocukluğumdan -ki sevdiğim konulardan biri- bir anıyı gözlerimin önüne getirmesi, politik olarak yaşamımın bir yerine denk düşmesi... En sevdiğim şey zaten okuduğum kitabı kendimle birleştirip yazmak, bu anlaşılmıştır herhalde artık.

Bir kitapta sizi çeken nedir? Hangi kitaplara katlanamazsınız?

Çok klişe olacak ama kişisel gelişim kitaplarına katlanamıyorum. Kimsenin işine yaradığını da görmedim, zengin olan yazarları dışında. Bunlardan başka aşırı şiirsel, aforizma dolu, odak noktasında sayıklamalar olan metinler de hiç bana göre değil. Uzatılmış, gereksiz benzetmeler beni çok yoruyor mesela. Basit ve sade yazılmış metin beni her zaman daha çok etkiliyor. Birbirine çok benzeyen öykü kitapları var bir de son dönemde. Aynı mahallede yaşayıp aynı dertleri aynı yerden yazanlar çoğaldı. Ama farklı bir yol her zaman bulunur, bulan da var.

“KADINLARIN SESİ DAHA ÇOK DUYULUYOR”

Bir kadın, anne, eş ve öğretmen olarak kurmaca metinlerde en çok ilginizi çeken şeylerden biri de kadın, kadınlık halleri. Sizce bu konuda yeterince yazılıyor mu, eksik olan ne?

Yazılmaya başlandı sanki yavaş yavaş ama tabii ki geçirdiğimiz yüzyılları görünce çok eksik. Dünya edebiyatında bile 1960’lardan sonra daha çok yazılıp çizilmeye başlanmış.  Bizde her şey yirmi otuz yıl geriden gelir ama özellikle 2000’ler başından beri kadınların sesinin daha çok duyulduğunu söyleyebilirim. Elbette Suat Derviş, Leyla Erbil, Pınar Kür gibi daha erken seslerimiz var, iyi ki varlar. Yine de çok eksik tabii ki, onca kaybedilmiş zaman, anlatılmamış, yok olmuş kadınların hikâyeleri bana çok üzücü geliyor.

Bu arada Annie Ernaux’nun Nobel aldığı haberi geldi biz bu söyleşiyi hazırlarken. Oto-kurmaca konusunda kadınlar her zaman çok daha cesur. Ernaux’nun bu ödülü, kendini neredeyse çırılçıplak önümüze seren, sınıfı, ahlakı, politikayı didik didik eden bir kadının ödül kazanması bence müthiş bir haberdi. Ve tabii “Nobellik yazar değildi ya” diyen erkeklerin tepkilerini de es geçmeyelim. Şunu anlamak gerekiyor, bizim hayat deneyimimiz sizinkiyle hiçbir zaman aynı olmayacak. Başlangıç noktamız farklı. O nedenle bazen kadınlar coştuysa, sevindiyse, ortak bir kazanım elde ettiğini düşünüyorlarsa susmayı bilmek bir erdem.

“Miras” son yıllarda beni en çok etkileyen kitaplardan biri. Sizin de kitabınızın son metinlerinden biri. Nedir aile, en zayıf üyesi tarafından yönetilen bir diktatörlük mü, niçin bu derece kutsallık atfediliyor?

Ataerkiyle beraber parayı, kadını, çocuğu, mirası koruyup hükmedebilmek adına kurulan bir sistem sonuçta aile. Her sistemde bir iktidar, her iktidarda güç sarhoşluğu olageliyor. Bu biraz da insanın yapısıyla ilgili. İktidarı kendi çıkarı için kullananlar ailelerde de devletlerde de daha fazla zaten. O nedenle aileyi kutsamayı bırakın yerin dibine batırmamız lazım. Ama yerine bir şey koyamıyoruz, boşa düşüyoruz.

Biz Akdenizliler, Doğulular fazla bağlıyız, yakınız, bundan şikayet ediyoruz ama bu bağların epeyce gevşek olduğu Kuzey Avrupa’da da bambaşka dertler çıkıyor bu kez. Bireyselliğin yalnızlığa kayması an meselesi. E bizde birey olmak bile çok zor, bırakın yalnızlığı. İkisinin arasında bir yer bulabilecek miyiz? Pek de umutlu değilim. Son yıllarda yine sağa kayan dünyanın en sevdiği şey aile. Çünkü erkin en rahat at koşturduğu yer orası.

Erk derken illa erkeklerden bahsetmiyorum, Miras romanı mesela asıl olarak anneye dairdi. Ailede kimin kaybedecek daha çok şeyi varsa, kaybetmemek adına erk o oluyor. İnsan yavrusu çok meşakkatli büyüyor, hani “bir çocuğu büyütmeye bir köy lazım” sözü çok doğru. Sağlıklı psikoloji için rol model, sağlıklı beslenme için düzenli gelir gerekiyor, bir kişi bunca işin altından kalkamıyor... Yani aile olmasa ne olur, ne yapabiliriz, hakikaten benim de cevaplayamadığım bir soru.

“KÖTÜ TERCİHLER YAPMIYORUM”

Keşke okumasaydım, zaman kaybı dediğiniz yazarlar, kitaplar, dergiler var mı?

Dergi maalesef çok az okuyabiliyorum. Düzenli yazdığım Notos dışında pek bir şey okumaya vakit bulamıyorum desem yeridir. Kitap seçimlerimi tamamen kişisel sebeplerle yaptığım, hiçbir zaman bir kitabı okumaya mecbur olmadığım için çok kötü tercihler de yapmıyorum aslında.

Bazen okuldaki işler için daha muhafazakâr yazarlardan bir şeyler okumamız gerekiyor, okuyana bir şey diyemem ama maalesef bana çoğunlukla hitap etmiyorlar.

Son yıllarda biraz sosyal medya gazına gelip aldığım kitaplarda hayal kırıklığı yaşadım. Şimdi o gaza gelmemeye özen gösteriyorum.

Bir sonraki projeniz ne? Neler yazmak isterdiniz, neler yazacaksınız?

Ben hayatıma aynen devam ediyorum. Eskiye göre biraz daha az yazıyorum ama denemeye yaklaşan yazılarla devam edeceğim sanırım. Kısa kısa anı yazmaya başladım geçen seneden beri. Genelde çocukluğuma dair komik şeylerden bahsediyorum, aileyi yukarıda çok kötüledim biliyorum ama benim tam tersi çok mutlu ve eğlenceli bir çocukluğum oldu. Bu konuda şanslıyım.

 


ARŞİV