Barış Manço’nun çocukluk ve yol arkadaşı, TV programcısı, yapımcısı ve yayıncı Erkmen Sağlam aynı zamanda 40 yıllık bir Kadıköylü. Manço’yla birlikte bir kuşağın hafızasından hiç silinmeyecek ‘’BARIŞ MANÇO ile 7’den 77’ye’’ yapımcılarından olan Sağlam, gazetemiz yazarı Sercan Duygan’a yol arkadaşı Barış Manço’yu ve Kadıköy’ü anlattı.
TV Programcısı ve Yapımcısı, 40 yılı aşkın süredir Kadıköylü, çocukluğundan beri Kadıköy’de yaşamış, burada okumuş ve yine birçok değerli çalışmasını da Kadıköy’de üretmiş bir yayıncı. Yaşadığı semti, şehri, ülkeyi hatta ülkesinin de ötesinde dünyada birçok ülkeyi kültürü ve tarihiyle bilen, aynı zamanda da yaşayan biri. Bir yolun yolcusuyum diye sade şekilde tanıtsa da kendisini, aslında O’nu yaptıkları ve yansıttıklarıyla biliyoruz. Barış Manço ile 7’den 77’ye TV Programı’nın da iki yapımcısından biri. Barış Manço kısa pantolon giydikleri zamandan yani çocukluğundan beri arkadaşı. Uzun yıllardır Kadıköylü, Yeldeğirmeni’nde, Moda’da ve Caddebostan’da yaşadı. Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu’nda Barış Manço ile birlikte okumuş, ardından Kadıköy Maarif Koleji’ne gitmiş.
16.000’in üzerinde kitabını özenle inceleyen bir araştırmacı, yıllardır biriktirdiği gazetelerle ciddi bir arşivci, ortaya koyduğu ve peşinde koştuğu projeleriyle bir yayıncı. Son 7 yıldır Alanya’da eşi Nilüfer Sağlam ile yaşayan, Erkmen Sağlam ile İstanbul’a geri dönüş hazırlıkları içerisinde olduğu süreçte Kadıköy Yeldeğirmeni’nde buluştuk. Biraz Kadıköy’den, biraz Barış Manço’dan, biraz o yol hikâyesi dediği yaşamından ve 7’den 77’ye TV programından bahsettik. Uzun yıllardır kendisini tanımış olmama rağmen yine de yaşamdaki yeni başlıklarını ondan bir kez de başka haliyle dinledim.
Barış Manço ile 7’den 77’ye diye başlamak istiyorum, nasıl başladı, nereden çıktı?
Biz ikimiz çocukluk arkadaşıydık Barış’la ve bizim biraz da hayatta acıyı seven bir yönümüz vardı ki herhalde, ömrümüz yollarda geçti. Sıla hasretini sevdik, birbirleriyle kavuşmaktan çok birilerinden ayrılmayı yeğledik, öyle dolaştık, rüzgâr nereye esti, kafamız nereye esti öyle kalktık gittik. Dertlerimiz olduğu için, biz de o zaman o dertlerimizi anlatalım istedik. Bizim dertlerimiz aslında toplumsal dertlerdi, başkalarının dillendiremediği seslendiremediği şeyleri biz anlatır olduk. Olay bu…
7’den 77’ye ile ilgili olmazsa olmazlarınız vardı biliyorum, onlardan bahsedebilir misiniz?
Bizim olmazsa olmazlarımız aslında sadece 7’den 77’ye ile ilgili değildi, biz çocukluğumuzda oyuncaklarımızla oynarken, siz ne kadar iyi oynuyorsunuz deyip bize bir takım paralar bıraktılar. Bizim bu çok hoşumuza gitti, biz o paralarla yeni oyuncaklar aldık. Yeni oyuncaklarımızla oynamaya devam ettik, sonra bu iş ciddiye bindi. O zamanlar üniversite çağlarındaydık ve oturduk biz dedik ki, ne yapacağımız ne edeceğimiz önceden belli olsun, kararlarımız olsun. Kalktık 1970 yılının nüfus sayımı günü, sokağa çıkma yasağı vardı, o gün kendimize bir anayasa yazdık. Şunları şunları yapacağız, şunları asla yapmayacağız diye. Gerçekten de biz o gün verdiğimiz karalara sadık kaldık, o yapmayacağız dediğimiz kararları asla yapmadık. Barış gitti, yapmadan gitti, ben buradayım ben de hala yapmıyorum. Bir yığın sıralıydı kendi özelimize, mesela bir madde “Biz katiyen güzel bir şeyin peşinde olmayacağız” idi. Biz doğru şey yapacağız, doğru şeyler güzel olarak kabul edilirse, anlaşılırsa, o zaman da çok sevineceğiz dedik. Sadece doğru olduğuna inandığımız ve doğru bildiğimiz şeyleri yaptık. Barış hepimizin ağzıydı, tüm ekibin ağzıydı. O da doğru şeyleri doğru olduğuna inandığı şeyleri söyledi. Hiç bir zaman söylediklerimizle çelişkiye düşmedik. Mevlana’nın “ya göründüğün gibi ol, ya da olduğun gibi görün” lafına uygun yaşadık.
7’den 77’ye bu haliyle bir çocuk, gençlik ya da bir aile programı mıydı? Nasıl etkiledi toplumu?
Bizim işimiz, Türkiye Cumhuriyeti coğrafyasının tamamını ve nüfusunun da tamamını kapsıyordu. Kalkıp da doğuya, batıya, Trakya’ya ya da çocuğa özel de yapmadık. Şunu yaptık doğrusu; büyüklere laf anlatmak çok güçtür. Büyükler hep iki meslekli insanlardır. İnsanlar çift kişiliklidir de bunun ötesinde, iki mesleklidir. Veterinerdir ya da bankacıdır, şartına ve gününe göre bazen dekoratör olur, bazen yönetmen olur, bazen eleştirmen olur yani kişinin ikinci mesleği her şey olabilir. O zaman biz büyüklerin dikkatiyle, şartlarıyla uğraşacağımıza biz çocuk dostlarımıza gidelim dedik. Bize göre onlar çocuk değillerdi, onlar, yaşı ve boyu küçük insanlardı. Onlara anlattığımız şeyler onlar tarafından kabul gördü, onlar dinlerken büyükler kulak misafiri oldu, sonra onlar daha dikkatli dinlemeye başladılar.
7’den 77’ye için evet, bugün bizim hikayemiz gerçeğe dönüştü dediğiniz gün ne zamandı?
7’den 77’ye bizim kilometre taşlarından bir tanesiydi, hayatımızdaki odak değildi, en önemli şey de değildi, onun üzerine kurmadık hayatımızı. Biz bir yolun yolcusuyuz, ilk nefesle son nefes arasındaki yolculuğumuzda duraklarımızdan biriydi. Ama öneme bakarsan eğer, 7’den 77’yeden çok daha önemli bizim yaptığımız bir iş var. Ortaokul ve lisede edebiyat kitabının 500 sayfası failün mefailün diye giderdi, son 20 sayfası da halk edebiyatıydı. 1960’lı yılların 2. yarısında, Türkiye’ye Kozanoğlu’nu öğrettik, Pir Sultan Abdal’ı öğrettik, Yunus Emre’yi öğrettik. Biz halk edebiyatını öğrettik gündeme getirdik, onları çaldık onları söyledik. Topu topu biz 20 kişi değildik, bunlar Cem Karaca’ydı, Fikret Kızılok’tu, Apaçlar’dı, Moğollar’daki Engin’di, Cahit’ti, Taner’di…
1960 yıllardı dedik, eski bir Kadıköylü olarak ve toplumu gözlemleyen biri olarak biraz da bu günleri konuşalım. Toplum olarak nedir farklar, neler geçti gitti?
Biz nüfus olarak şişmanladık, İstanbul nüfusu da şişmanladı, irileşti. O nüfusla beraber şehir de şişmanladı. Eğer gelişmeyse şişmanlamak, o zaman obez olan her insan da en mükemmeldir. Bana sorarsan biz Kadıköylü ya da İstanbullu olarak geriledik. Bizim çocukluğumuzda İstanbullu çoğunluktayken bugün azınlıkta, hem de bire bir değil yirmiye bir azınlıkta olduk biz. Bana göre bir Karslı ya da Ispartalı memleketinde, Karslı ve Ispartalı olarak İstanbulludan daha rahat yaşıyor. Biz İstanbul’da İstanbullu gibi yaşayamıyoruz. İkincisi, Türkiye’de bir kültür erozyonu oldu, İstiklal Savaşı’ndan sonra bir mübadele oldu, birçok farklı kültür mübadeleyle gitti buralardan. Bir diğer göç hareketi 1955 yılındaki 6-7 Eylül olaylarından sonra oldu. Bütün gayrimüslimlerin dükkânlarını, yerlerini talan ettiler. O gayrimüslim nüfusun, İstanbul’dan kaçmasına neden oldu. Üçüncüsü 1974 Kıbrıs Barış Harekâtıydı, o tarihten sonra da bir boşalma oldu İstanbul’dan, buradan en büyük nasibi de Kadıköy aldı. 70’li yıllara kadar Kadıköy’ün yaz nüfusu ve kış nüfusu arasında 3 kat fark vardı, o nüfus da gayrimüslim arkadaşlarımızdı, onların hepsi gittiler.
Yemek kültürü ve Türk mutfağı deniyor, eğri oturalım doğru konuşalım. Osmanlı mutfağı var, onu da birleşik kültürden üretmişiz. Lakerda var mı, yok. Çiroz! O da yok, ama lahmacun var, olsun ona karşı değilim de lahmacunla beraber keşke lakerda da olabilseydi hala.
Şehir yapılanmasını da anlayamadım o yıllardan bu yıllara. Ayıptır söylemesi biz 140’a yakın ülkede bulunduk, benim bildiğim dünyanın her yerinde sokaklar cadde olur, caddeler de bulvar, o şekilde bir büyüme olur. Ama burada tam tersi, bulvarlar caddelere dönüştürülüyor.
1960 sonrasında Kadıköy’e özel değişimler neydi?
1960’lara kadar sinemacısı da, sanatçısı da, tiyatrocusu da Münir Özkul’lar filan hep Bakırköy’den çıkmıştır.1960’dan sonra sanatçıların çıktığı yer Kadıköy’dür. Caddebostan’da bir Ozan Sineması vardı. Popüler müzik tarihinde, orkestralardan, gruplara solistlere dönüldüğü zaman, o etki Ozan Sineması’ndan çıkmıştır. Sinema, bizim eski evin sokağı, Caddebostan eski İskele sokaktaydı. Orası yazlık sinemaydı, onun uzun bir fuayesi vardı, gündüzleri orası sanki gece kulübü gibiydi. Bütün genç çocuklar hepimiz öyle gider çalardık. Gece de sinemadan sonra giderdik. Cem Karaca’ların filan hepsinin çıktığı yer orasıdır. Cem, Bakırköylü olmakla birlikte Kadıköy’e buraya gelirdi ve tüm müzisyen arkadaşları da buradaydı…
Kadıköy değişik bir yerdir ama mesela o 1960’lardaki eski yapılara çokça rastlayamıyoruz. Biz Türkler yapı olarak yerleşik düzene çok geç geçtiğimiz için, ona göre bir değer bilir yanımız yoktur bizim, biz yapan ve yıkan şekilde yaşamışız. Bir de insanların 2 meslekli olmasından geliyor, bizde “Ali yazar Veli bozar” diye laf var. Biri yapıyor, ondan sonra gelen yıkıyor yenisini yapıyor ve her gelen yıkıyor yenisini yapıyor. Beğenmiyor öncekini böyle bir derdimiz var bizim…
Bugünlerde neler yapıyorsunuz?
Şu anda bir tek şey var yaptığımız, sabırlı davranıyoruz. Bu sabır aslında, bugünkü sabır değil. Pek tabi ki bugüne kadar yaptığımız işlere benzer bir takım işler var, onları yapmak için bekliyoruz. Biz zaten bekleriz, önemli değil, biz sıkıntıyı, acıyı severiz, ona göre dertleniriz, dertlendikçe de daha da güzel anlatırız dertlerimizi. Sabrediyoruz şimdi de…
1970’de yaptık, bütün köşeleriyle formatı çıkarttık 7’den 77’yenin, sonra 18 yıl 10 ay bekledik yayına girmek için, sabrettik ama sonunda yayına girdik. 1992’den her türlü hazır formatlı işler var. 2012’ye geldik, sabrediyoruz yapacağız.
Bu topal karınca örneği: - Gidemezsin, demişler , - Olsun, yolunda ölürüm, demiş.
Bizimki de o hesap; uğrunda yoluna canını koyacağı kavgaları olmalı insanın, o kavgaları varsa adam adamdır...
Röportaj: Sercan DUYGAN
Fotoğraflar: Dersim ÖZEL
Barış Manço ile 7’den 77’ye Fotoğrafları: Erkmen Sağlam arşivinden alınmıştır