Belkıs-Otağ Çifti: ‘Biz bir bütünüz'

Eski manken ve oyuncu Lale Belkıs ile aktüel ve politik esprilerin sempatik ikilisi Ateş Böcekleri'nin Yalçın Otağ'ı, 30 yılı aşkın süredir hayatı paylaşıyor.Moda'daki evlerini Gazete Kadıköy'e açtılar

02 Şubat 2011 - 16:11

Yeşilçam'daki “femme fatale” rollerinin unutulmaz ismi Lale Belkıs, “kötü kadın” tanımına karşı çıkıyor; “Kendine saygısı olan, cesur kadınları oynadım” diyor. Belkıs, bugünlerde sinemadan uzak. Nedeni ise Lale Belkıs adına yakışır bir rol teklifi gelmemesi. Ama o boş durmuyor. Şiir yazıyor, resim yapıyor, yeni bir kitap çıkarmaya hazırlanıyor. Aktüel ve politik esprilerin sempatik ikilisi Ateşböcekleri'nin Yalçın'ı (Yalçın Otağ) da sahnelerde değil artık. “Dosttan da öte kardeşim”' dediği Ateşböceği Ercan (Bostancıoğlu) ile yeniden televizyona çıkma hayalleri de kurmuyor değil. Ama diyor ve ekliyor; “'Bu dönemde siyasi espri yapsam herhalde cezaevinde olurdum”. Bu iki unutulmaz sanatçı, 30 yılı aşkın süredir hayatı paylaşıyor. Moda'daki evlerini Gazete Kadıköy'e açan Belkıs ve Otağ, 14 Şubat Sevgililer Günü öncesi uzun evliliğin sırlarını açıklıyor: “Arada bir tartışmak aşkı tazeler. Ama her kavgadan sonra çekip gitmek değil, kalıp emek vermek gerek..”

- Lale Hanım sizi en son 2007 yapımı Beyaz Melek filminde izledik. Nerelerdesiniz?
Ben kendimi Lale Belkıs olarak kabul ettirmişim: Halk bana o kadar saygı duymuş değer vermiş ki, bunu yıkacak herhangi bir rolde oynamam. Halk beni Lale Belkıs'ın ağırlığıyla bir rolde görmek istiyor. Onlara saygısızlık etmem istemiyorum.
- Sinema ve dizi teklifleri geliyor da siz kabul etmiyorsunuz galiba?
Evet geldi birkaç tane ama ben istemedim. Şimdi zaten diziler kadrolaşmış gibi. Bir dizi bitmeden daha, diğerinde oynamaya başlayan oyuncular var. Bu bence çok yanlış. Bir de aynı dizi arasındaki reklamlarda oynayanlar var. Böyle olunca da inandırıcılık kalmıyor. Bana ters geliyor bunlar. Ben, bana verilen değeri istismar edemem.
- Yeşilçam filmlerinde canlandırdığınız karakterler “kötü kadın” olarak anılıyor. Ama siz bunu kabul etmiyorsunuz. Onlar nasıl kadınlardı?
Evet, kesinlikle kabul etmiyorum. Sağlam, kendine saygısı olan kadınlardı. Düşünün bir hanım gelip benim yuvamı yıkıyor. Ben ayakta durmak için mücadele ediyorum ve kötü kadın ben oluyorum! Ne kimsenin kocasını aldım, ne de kimseyi öldürdüm.

"MUTLAK KÖTÜ VAR MIDIR?"


- Neden “kötü” olarak nitelendirildiler peki?
Bilmem ki. Hem kötü kimdir? Mutlak kötü var mıdır? Bakın, siyahın ortaya çıkması için beyazın varlığı gerek. İyinin ortaya çıkması için de kötülere ihtiyaç vardır. Sanırım bu nedenle öyle yansıtıldım.
- Bu tür karakterle neden hep size teklif edildi?
Fiziğim farklı idi. Şimdi herkes aynı tabi. Hem güzellik hem kişilik açısından çarpıcı idim. Aksiyon getirdim filmlere. O nedenle de kötü kadın olarak nitelendirildim.
- Güzellikten söz açılmışken, 70'li yaşlara yaklaşıyorsunuz, hâlâ çok güzel ve çekicisiniz.
Bakın Ajda (Pekkan), Nebahat (Çehre), ben hep aynı yaşlardayız. Ama bende hiç estetik yok.
- İhtiyacınız da yok zaten...
Olmaz mı?! Var elbette ama ben kendime yabancı olmak istemedim.
- Nasıl güzel kalınır sizce?
Şimdi herkes estetik yaptırıyor, herkes birbirine benziyor. Güzellik eczanelerde satılıyor! Aklı başında olan insan, kendine bakarak, biraz özen göstererek güzel olabilir.
- “Kötü kadın” rollerine dönecek olursak, o kadınları canlandırmış olmaktan memnun musunuz?
Evet, iyi ki hepsinde de oyanmışım. Bugün olsa yine oynarım. Çok sağlam karakterli kadınlardı. Atıf Yılmaz, Memduh Ün, Ertem Eğilmez, Zeki Ökten gibi çok değerli yönetmenlerle çalıştım. Filmlerde, realiteyi sunduk. Yapıcı gerçekçiliği öne çıkardık.
- Şimdiki dizilerdeki “kötü kadınları” nasıl buluyorsunuz?
Çoğunu beğeniyorum. Özelikle de Deniz Çakır'ı. (Yaprak Dökümü'nün Ferhunde'si). Hatta Uçan Süpürge beni onur ödülüne değer görmüştü. Törende ödülü bana Denizcim verdi. Ben de “Deniz'e el verdim” diye espri yapmıştım. Deniz, çok yetenekli, çok şeker.
- Mankenlik, oyunculuk, şarkıcılık yaptınız. Hangi mesleği daha çok benimsediniz?
Açıkçası mankenliğe Olgunlaşma Enstitüsü'nde iken bilinçsizce başladım. Meslek olarak değil de talebe olarak yaptım ilk zamanlarda. Ama sonra mankenliği Türkiye'ye meslek olarak getirim.
 

"TÜRK KADININ KARA GÖZLERİNİ TANITTIM"

- O yüzden mi size “Milli Manken” deniliyor?
Tabi. Dünyaya Türk desenlerini, Türk kadınını, onun kara gözlerini tanıttım. Mankenlik o zamanlar saygın bir işti. Herkes çocuklarını manken yapmak istedi.
- Bu sözlerinizden şimdiki manken dünyasını beğenmediğiniz sonucu çıkıyor.
Hâlâ iyi yapanlar var elbette ama yanlış yapan da çok. Mankenlik o kadar kolay bir meslek değil. Ben çok emek verdim. Bize o dönemde bir tek kötü laf gelmemiştir. Şimdi değişti. Mankenlik, kıyafeti taşıma sanatıdır.
- Mankenliğin size faydası nasıl oldu?
Sinemayı ve müzik hayatımı besledi. Mankenlikteki o duruşum, o estetiklik bana yarar sağladı.
- Yazarlık yönünüz de var. İpek Çoraplar 5 yıl önce piyasaya çıktı.
Evet. Ayrıca şiirlerim de var. Şimdi yeni bir kitap daha yazıyorum. Doğduğum yer olan Eyüp'teki
mahalle yaşamı ve kişilerin hikâyelerini yazıyorum. Çünkü hayata bir şeyler bırakıp gitmek lazım. Her şey benimle göçüp gitmesin istiyorum.
- Bu çokyönlülüğün içinde müzik sizin için ne ifade ediyor?
Şarkılarımın sözlerini hep kendim yazdım. Bence şarkı söylemek, masa üstüne çıkıp hoppidi hoppidi oynayarak yapılacak şey değil. Ben, şarkılarım dinlenilirse şarkı söylemeyi seviyorum.
Müziği sadece eğlendirici olarak görmüyorum. Müzik yapıyorsanız söyleyecek bir sözünüz olmalı, şarkıların içi dolu olmalı.
-Resim de yapıyorsunuz.
Evet yıllardır. Sadece hobi olarak değil. Resimlerimin satışı geçimime katkı sağlıyor. Hatta geçen gün Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk aldı bir resmimi. Selami Bey’i de çok severim. Sanatseverdir, sanatçının yanındadır.

ATEŞBÖCEĞİ YALÇIN

-Yalçın Bey, sizi soyadınızla tanıyan var mı acaba merak ediyorum. Çünkü siz halk için Ateşböceği Yalçın'sınız hâlâ...
Şimdi tanıyorlar artık. 1980'de Ercan'la ayrıldıktan sonra soyadımla da tanıyan olmaya başladı. Ama daha çok Ateşböceği Yalçın Otağ diye biliniyorum.
-Ateşböceği ismini nasıl bulmuştunuz?
O zamanlarda bizden evvel Ahmet Faik Şener ve Engin Bozok ikilisinden oluşan Bal Arıları diye bir grup vardı. Ama biraz kaprisleri olmuş galiba. Fahrettin Aslan da Zeki Müren'e bizi önermiş. Böylece sahne maceramız başladı. Biz de Bal Arıları'na karşı Ateşböcekleri diye isim bulduk. Zeki Müren, Ajda Pekkan ve biz. Bu üçlüyle “Sanat Milli Takımı” olarak Maksim gazinolarında ve diğer gazinolarda, büyük lokallerin galalarında, açılış gecelerinde sahne aldık.
-Siyasi espriler yapıyordunuz. Başınız derde girdi mi hiç?
Türkiye'nin politik hayatını sahnelerde anlatırdık. Esprilerimiz yüzünden bazen dost bazen düşman kazandık. Art niyetimiz yoktu. Mesela Demirel'i ilk ben taklit ettim. Aramız çok iyiydi, hiç sorun olmadı. Adnan Menderes'e de bizzat gösteri yaptık. Biliyorsunuz onun döneminde çok istimlak yapılmıştı. Oyunumuzda, Ercan bebek rolünde. Bir türlü uyumuyor. Ben de onu uyutabilmek için şöyle ninni söylüyorum; “Uyumazsan Adnan bey amcan gelecek, evimizin önünden geçecek, senin uyumadığını görünce, evimizi istimlak edecek”. Ercan da hemen mışıl mışıl uyuyor. Rahmetli çok gülmüştü.
 

"ATEŞBÖCEKLERİNİ DEVAM ETTİRSEYDİK AYNI TARZDA OLURDUK"

-Şimdi olsa yine yapar mısınız benzer politik nükteleri?
Bugün Ateşböceklerini devam ettirsek yine yanı tarzda olurduk ama bugünlerde iyi ki sahnede değiliz. Çalışmış olsaydık, bu röportajı yapmak için Silivri'ye gelirdiniz! (gülüyor)
-Ercan Bey ve siz 30 yıla yakın süre beraber çalıştınız. Bu kadar uzun süre ikili olmak zor olsa gerek. Sıkılmadınız mı?
Her zaman sıkıldım ben Ercan'dan. (kahkahalar) Ercan manyaktır ama kardeşimdir! Herhalde o da benden sıkıldı ki 1980'de ayrıldık. Kimse bizi barıştırmak için araya girmedi. Dostlarımızın hepsi hakiki değilmiş demek ki, kıskançlık varmış.
-80'den sonra neler yaptınız?
Müzikallerde rol aldım. Şimdi yanmış olan Şan Tiyatrosu'nda Haldun Dormen'in eserlerinde rol aldım. Mesela şimdi güncel bir konu var biliyorsunuz. Cihan Ünal ve Hande Ataizi'nin rol aldığı oyundaki bazı sahneler... Biz o oyunu 28 sene evvel oynadık. Biz de böyle sahneler yoktu! Şimdi demek ki tiyatro sahipleri ve sanatçıların böyle sansasyonel ihtiyaçları var insanları tiyatroya çekmek için. Ama anlamıyorum Cihan Ünal dev bir sanatçı, ne ihtiyacı olur ki böyle şeylere!
-Ercan bey ile hâlâ görüşüyor musunuz?
Ara sıra! İğreniyorum heriften. (kahkahalar atıyor)
-Ciddi misiniz, şaka mı yapıyorsunuz anlayamadım?
Biz aramızda Ercan'la hiçbir şeyi ciddi olarak konuşmadık. Bizi kavga ederken görenler, bu işin sonu ya karakolda ya hastanede bitecek diye düşünürdü. Ama biz 5 dakika sonra hiç bir şey olmamış gibi kol kola olurduk. Ercan'la bizim dostluğumuz kardeşten ileridir.
-Tekrar biraraya gelme ihtimaliniz var mı?
İzleyiciler, “Neden bir tv programı yapmıyorsunuz?” diye soruyorlar. Ben isterim ama Ercan nedense sağda solda ut çalmayı, figüranlık yapmayı tercih ediyor. Bunu anlamış değilim. Bunun için Ercan'a hâlâ kızarım.
-Şimdiki komedyenleri beğeniyor musunuz?
Hepsini seviyorum diyeyim de hiçbiri birşey yapmıyor ki! (gülüyor) Mesela Şahan Gökbakar. Adamın ne yaptığı belli değil, bakmak istemiyorum. Ata Demirer'i ise çok severim.
-Şimdilerde neler yapıyorsunuz?
Gönülçelen dizisinde Hasret karakterine ders veren baş kemancıyı canlandırıyorum. Ayrıca biz Lale Hanım’la yaz aylarında Datça'da Aktur Tatil Köyü'nde yaşıyoruz. Orada Aktur Sanat Tiyatrosu adında bir tiyatro kurduk. Personel çocuklarına tiyatro eğitimi veriyoruz ve onları çocuk oyunlarında oynatıyoruz. Çocuklar için çok güzel ve yararlı bir şey. Her yıl düzenli olarak karnelerini kontrol ediyoruz. Zayıfı olanları oyunda rol vermiyoruz. Ama zaten tiyatro başladıktan sonra hepsinin karneleri yüzde yüz ilerleme gösterdi.
-“Hey Gidi Günler Hey/Bir Ateşböceği'nin Anıları” adlı kitabınızdan bir anıyı bizimle paylaşır mısınız?
Ercan ile Yalçın olarak bir elmanın iki yarısı gibiydik. Herkes kim Ercan kim Yalçın karıştırıyordu. Gazeteci dostumuz Erol Dernek, Ercan ile ayrıldıktan sonraki senelerde bir gün bizim eve gelmişti. Erol'dan önceki bir gün de röportaj yapan bir muhabir, haberinde Lale ile olan fotoğrafımın altına “Lale Belkıs eşi Ateşböceği Ercan ile” yazmıştı. Çok kızmıştım. Konuyu Erol Dernek'e anlattım.
Erol da “Ne kadar yanlış bir şey, yakışır mi bir gazeteciye” diye yorum yaptıktan sonra, evden çıkarken bana “Allahısmarladık Ercan” demez mi! İnanın espri değil, çok ciddiydi. Sonra hep beraber çok gülmüştük buna.

-Sanat dünyasında evlilikler genelde çok da uzun sürmüyor. Ama siz 35 yıllık evlisiniz. Sırrınız nedir?
Yalçın Otağ: Ara sıra kavga etmek! Kavgadan sonra barışmak ömrü uzatıyor. Kavga dediysem yumruk yumruğa değil elbet (gülüyor) Bizim evde sanat tartışmaları hiç eksik olmaz.
Lale Belkıs: İnsanlar birbiriyle tıpatıp aynı olmaz, kavgalar da olur elbet. Hatta kaçıp gitmek istediğimiz zamanlar da olmuştur. Ama ben bu yaşımda anladım ki insanın bir hayat arkadaşı olmalı. Yoksa her kavgadan sonra terk etmek kolay. Önemli olan devam ettirmeye çalışmak. Biz birbirimize çok alışmışız. Mesela Yalçın, dışarıya çıkacağım dese ben hemen nereye diye sorarım.
-Neden?
Güvensizlikten filan değil. Yani ne bileyim yemeğini yememiştir ya da yapılacak önemli bir işi vardır da unutmuştur. Bunun gibi sebeplerden. Biz artık bir bütün olmuşuz. Bizde aldatma gibi saçma şeyler olmaz. İnsan önce kendini aldatır.
-Kaç yıldır Moda'da yaşıyorsunuz?
Yalçın Otağ: 1980'den beri.
Lale Belkıs: Ben 12 yaşıma dek Eyüp'te yaşadım. Sonra Moda'ya taşındık. Çocukluğum hep buralarda geçti. Tabi o zaman bu evler filan yoktu. Bisikletle gezerdik. Hatta Ziverbey'e planörler inerdi, onları izlerdik.
-30 yılı aşkın aynı yerde yaşamak da, evliliğiniz gibi bir istikrar göstergesi.
Lale Belkıs: Ben öyle kolayca değiştiremem evimi.
Yalçın Otağ: Moda, İstanbul'un değişmeyen, güzelliğini kaybetmeyen ender semtlerinden biri. Selami Öztürk, çok dikkat ediyor buna. İlk evlendiğimizde Bebek'te oturduk. Sonra buraya taşındık, bir daha da ayrılmadık.
-Neden çocuk yapmadığınızı sorabilir miyim?
Lale Belkıs: Ben çocuk istemedim. Çocuk büyük sorumluluk. Ben daha kendimi halletmedim.
Bebek aldırdığım da oldu, çünkü hep bir şeyler ters gitti.
Yalçın Otağ: Lale ile bir çocuğumuz oldu ama ölü doğdu. Benim önceki evliliğimden olan oğlumu 2 sene evvel kaybettik 40 yaşında. Ayrıca iki sanatkâr kişinin çocuk yetiştirmesi zor işi. Yeğenlerimiz var, onlar bizim çocuklarımız.
-Bu kararınızdan pişmanlık duyduğunuz oldu mu hiç?
Lale Belkıs: Hiç duymadım. İyi ki yapmadım diyorum.
-Tatlı bir konuyla kapatalım sohbetimizi. 14 Şubat yaklaşıyor, özel bir planınız var mı?
Lale Belkıs: Bize her gün Sevgililer Günü'dür hayatım... (gülüyor)

Röportaj: Gökçe UYGUN
Fotoğraflar: Sinem TEZER


 


ARŞİV