“En çok gülerken üzülüyorum
***
Burayı, Cennet ve Cehennem’den bir önceki durak gibi düşünün. Sırat Köprüsü’nden de önce. Genelde, ölümden de önce. Hayat değil. O kadar mübalağalı düşünmeyin canım siz de… Hayattan yalnızca bir şekilde çıkılıyor malumunuz: Ölü. Buradan iki şekilde çıkılır: Ölü ya da diri.
Burası: Hastane.
Ben: Ülker: Diriyim. Şimdilik.”
Seray Şahir’in yeni romanı Ülker Abla’da kahramanımız okura ilk selamını yukarıdaki sözlerle veriyor. Everest Yayınları’ndan çıkan roman karakteri aslında oldukça tanıdık. Ülker’i Şahiner’in Antabus romanından tanıyoruz.
Bütün eserlerinde kadınların yaşadığı sorunları, yokluğu, şiddeti, yoksulluğu derin gözlemleri ve güçlü kalemiyle anlatan Şahiner bu kez okurunu baba dayağından kaçmak için evlenen Ülker ile buluşturup, tanıştırıyor. Buluşturup tanıştırıyor lakin bir selam verip geçip gidemiyorsunuz. Çünkü Ülker çok tanıdık, çok samimi ve çok sahici. Gidecek bir yeri olmadığı için, çocuğu olduğu için, boşanırsa kocası onu öldüreceği için yıllarca kocasının şiddetine maruz kalan binlerce kadından biri.
“Çocuğun olunca katlanıyorsun… Başlarda baba evine dönmek istedim, almadılar. Oğlum el kadardı, evden çıkıp nereye gideyim? Gene oğlum çocukken iyiydi de büyüyünce babası bana vurduğunda adamla kapışmaya başladı. Bana da çok düşkündür. Aklım çıkıyordu, delikanlı çocuk, hadi bir gün sinirlense babasına, taksa bıçağı, benim yüzümden evladım baba katili olacak. Son bir yıl iki yıl adam da oğlanın korkusundan durulmuştu biraz. O evdeyken vurmuyordu en azından. Oğlan askere gitti. Uğurladık eve döndük. Benimki içti içti bana sataştı. İki yıl vurmadığının acısını çıkardı. Sonra, mesaisini tamamlamış da işten eve dönmüş aile reisi yorgunluğuyla zıbarıp uyudu. O gece baktım eve, beni orada tutacak bir çocuk yok, yirmi yıldır ilk defa. Çektim kapıyı çıktım. “
Gidecek yeri olmayan bir kadın nereye gider peki? En iyi bildiği yere, yani hastaneye gidiyor. Kocası kendisini hastanelik etmeden kendi kendine hastanenin acil servisine gidip iki gün boyunca kuru sandalyede oturan Ülker, hem hastanede yatmak hem de karnını doyurmak için bir yol buluyor ve Ülker Abla oluyor. Yani gönüllü refakatçi. Refakatçisi olmayan hastalara bakmaya hemşireyi, hasta bakıcıları ikna etmek elbette kolay olmaz lakin Ülker tatlı dili, adil paylaşım önerileriyle bu sorunu da çözer. Ve kendini korumak için adının sonuna “abla”yı ekliyor.
Kocası onu aradığı ve bulduğunda döve döve öldüreceği için isimsiz, kimliksiz yaşamak zorunda olan, kayıtlara geçmesi hayatına mal olacak olan Ülker, hayatının en büyük kaçma kovalamacasını oynuyor. Yaşamak için hem devlet kayıtlarından hem de kocasından kaçıyor. Gönüllü refakatçilik yaparken onlarca hikâyeye de tanıklık eden Ülker Abla evlenme teklifi bile alıyor.
“Şimdi ben burada aciz görünüyorum ya, evim yok, barkım yok, karın tokluğuna bok temizliyorum falan. Erkek kısmı aciz kadını pek sever. Hani masallarda oluyor, prens gelip kızı kapatıldığı kuleden kurtarıyor. Bu durumda talibim beni hastaneden kurtaracak. Sonra da başka bir kuleye kapatacak, ben yıllarca oradan kaçmaya çalışacağım” Ömrü boşanma teklifi almayı hayal ederek geçen Ülker Abla’nın yolculuğunu hem sahici hem de mizahi bir dille anlatan Şahiner, kadın sığınma evlerinin adreslerinin deşifre edilmesine, göçmen kadın işçilere, geceleri kadınları yutan sokaklara kahramanın dilinden ince sitemler ediyor.
Düğün salonlarında hem karnını doyurup hem de göbek atarak stres atan, ördüğü bebe hırkalarını yeni doğan kapısında satmaya çalışan, eczaneden ya da hemşirelerden aldığı antidepresanlarla uyuyabilen Ülker Abla yaşadığı hayata bazen isyan ediyor bazen buna da “şükür” diyor. Çünkü şimdilik “diri”… Roman boyunca şimdilik diri olduğunu hatırlatan Ülker Abla’nın başına gelenleri ve gelecekleri merak ve kaygıyla izliyoruz. Şahiner’in kararındaki gerilim dozu okuru romandan uzaklaştırmadan ve sıradanlaştırmadan eşlikçi olarak tutuyor. Bir refakatçi Froyd ve Lakan (Freud ve Lacan) bahsi yüzünden “kayışı koparıp” hastaneden kovulduğunda, kimliğini yok ettiğinde, kaçak çalıştığı yeri polis bastığında şimdi ne olacak merakı hep taze. Bir geceyi daha sağ ve salim geçirmek için hastanede, parkta, kaçak işyerinde, mescidde kalan Ülker Abla ağlanacak haline gülerken deliliği de kendine emniyet şeridi yapıyor.
Erkeğin mağdurunun olmadığını üstüne basa basa anlatan Ülker Abla, hayatın hemen her anında karşımıza çıkabilecek Ülker Ablalara “bunlara neden katlanıyorsun” nasihatini vermeden önce okunması, okunduysa hatırlanması gereken bir roman.
“Siz bu hastaneden çıkıyorsunuz ama aklıma yerleşiyorsunuz. Aklımdan taburcu olamıyorsunuz, hepinizin ayrı ayrı odası oluyor zihnimde. Tetkik ediyorum: Beni yargılıyorsunuz, yakıştı mı diyorsunuz, ayıplıyorsunuz. Zihnim, sizin hastaneniz oluyor: Başım dardayken belki yardım isterim diye göz teması kurmaktan bile kaçınırsınız da sonra gelip kafamın içine yerleşir ordan bana jürilik yaparsınız: Ülker keşke baba evinden kurtulma yolunu kaçmakta değil meslek sahibi olmakta arasaydı. Hı hı, benim babam da kızım kendi ayaklarının üzerinde dur, kimseye müdanam olmasın diye yetiştirdi beni, ben kıymetini bilemedim! Ülker şunu şöyle yapmasaydı, Ülker çözümü böyle arasaydı… İnsan kısmı başkasını yargılamadan kendini aklayamaz zaten.”