BETÜL MEMİŞ yazdı: Sen onlardan biri misin?

“… Ve dünyayı kazanan insanlar, ruhlarını kaybettiler… Onlar bilmiyorlar, onlar göremiyorlar, sen de onlardan biri misin?” Son yılların en demli sorularından ‘Sen de onlardan biri misin?’

10 Kasım 2016 - 16:28
“… Ve dünyayı kazanan insanlar, ruhlarını kaybettiler… Onlar bilmiyorlar, onlar göremiyorlar, sen de onlardan biri misin?” Son yılların en demli sorularından ‘Sen de onlardan biri misin?’. Üstüne düşünülünce cevabı sert/ağır kaçabilir ya da soru haliyle de ‘us’a asılı kalabilir, seçim sizin! 1967’de yazmış George Harrison “Within You Without You” şarkısının sözlerini. Şimdi kulaklarımda nidalayan ise punck-rock’ın tanrıçası olarak kabul gören, 1946 doğumlu Patti Smith… (Üşenmez de hatırlarsak: George Harrison, The Beatles’in gitaristi, beni ve aslında batı müzik dinleyenlerini sitar enstrümanıyla tanıştıran üstat, ki 79’da da yazdığı bir kitabı vardır; Beatles ve hayata dair, temiz notlar bulursunuz, bakarsınız bilahare.)
Gelelim bugünün mevzusuna; ‘müzik bize iyi gelendir, sanat bizi iyi edendir’ şiarından yola çıkarak Moda sahilinden vuruyorum kendimi yokuşa. Biraz sakinde seyre dalmak için alemi, Leylek Sokak’ta konuşlanan, nostaljik ayrıntılarıyla dikkat çeken kafe Fahriye’ye uğruyorum. Es notu: Üstat Ahmet Muhip Dranas’ın ‘Fahriye Abla’ şiirinin uyarlaması olan, 1984 tarihli, bir Yavuz Turgul filmi. Başrol oyuncusu Müjde Ar… Kafenin adını, film karakterinden esinlenerek aldığını öğrendiğimden bu yana, yolum düştükçe uğruyorum mekâna. (Ev yapımı tatlıları damak çatlatır, o derece!)
Mutluluk hapı niyetine tatlıyı ve kahveyi gömüp, istikametime doğru yola koyuluyorum. Ama öncesinde yol üzerinde, bana göz kırpan Rainbow 45 Records’a uğramadan edemiyorum. Caz ve funk severleri ihya eden bir plakçı burası. Meraklısının her daim uğrak yerlerinden biri olan dükkân, Caferağa Mahallesi’nin müzik anlamında, adeta oksijen deposu. Plak demişken, bir vakit yolunuz düşerse niyetine: Bahçeli Sahaf’ta plak-kitap meraklılarını mest edecek yeni mahsullerin geldiğini söylemeliyim, meraklısı çoktan düştü yola fakat henüz kokuyu alamayanlaradır bu notum!
Kulakların pasını sildikten ve algıda paklama da yaptıktan sonra, günün adresine ulaşıyorum. Sinema, televizyon ve tiyatrodan aşina olduğumuz Nergis Öztürk ve Cemal Toktaş’ın, bu tiyatro sezonunda merhabasını verdiği, Neşet Ömer Sokak’ta açılan mekânı Taşra Kabare. ‘Şehrin yeni kültür sanat yapım merkezi’ mottosuyla seyircisini ağırlayan mekânda sadece tiyatro değil, konserler, atölyeler de olacak. Kısaca yaşayan bir adresimiz daha oldu. Son yıllarda, tiyatroların kapanmak zorunda kaldığını, şehir ve devlet tiyatrolarının ise politik jargon altında ezildiğini düşünürsek birilerinin, bu türden mevzularda, elini taşın altına koymasını ve inadına ‘devam’ demesini kıymetli buluyorum. Geçen yıl, ‘Temizlik İşleri’ adlı ilk oyunlarıyla seyirci karşısına çıkan ekip, bu yıl yeni mekânlarında çok manidar bir oyunla karşımızda: Uyumsuz tiyatronun önde gelen isimlerinden Eugène Ionesco’nun yazdığı ‘Kel Şarkıcı’. Dilimize çeviren Ülkü Tamer ve Genco Erkal. Yöneten ise Serpil Göral. Karşımızda bir kabare uyarlaması var. Cemal Toktaş, Mehmet Akif Kızışar, Nergis Öztürk, Onur Dikmen, Onur Mahir, Serpil Göral ve Yeliz Kuvancı’nın hayat verdiği oyun, tuhaf garsonların, içki ve yemek servis etmek için hazır beklediği ama yüzyıllardır tek müşterinin uğramadığı tekinsiz bir kabarede başlıyor. Dengesiz bir bar patroniçesinin, yıllar önce hazırladığı ve mekandaki sineklere oynatmak istediği bir oyun vardır: Ionesco’dan ‘Kel Şarkıcı’. Oyun, orkestra, yemekler, içkiler hazırdır ama ne gelen vardır ne giden… Umutlarının tükendiği o gecelerden birinde, nasıl olduysa, içeri müşteriler doluşur. Müşterileri izleyiciye, sinekleri oyuncuya, içkileri kahkahaya, umutsuzluğu ‘oyun’a çeviren bu temaşanın nasıl tamamlanacağını kimse bilmemektedir.
Oyuna dair ince notlarımızı nasılsa bilahare düşeriz ama şimdilik tiyatronun 18 Kasım’da prömiyer yapacağı yeni oyunun da müjdesini vermek isterim. Kışkırtıcı yapıtların usta yaratıcısı Marguerite Duras’nın aynı adlı metninden uyarlanan ‘Ölüm Hastalığı’. (Es notu: İzleyici için ‘18 yaşından büyükler’ diye not düşülen oyunun sonraki tarihi 25 Kasım.)
‘Kaybedenler Kulübü’, ‘Mahmut ile Meryem’ gibi sinema filmleri ve ‘Kuzey Güney’, ‘Analar ve Anneler’, ‘Bodrum Masalı’ gibi televizyon dizileriyle tanınan senarist, yönetmen Mehmet Ada Öztekin’in tiyatrodaki ilk projesi de olan oyunda, Cemal Toktaş ve Nergis Öztürk birlikte oynuyor. Yeri gelmişken buradan da not düşelim; beyazperde ve televizyon insanlarının, tiyatroda işler yapmasını bazı tiyatrocu veya seyirciler pek olumlu karşılamıyor. ‘Heves’ diyen de var, ‘işimize neden karışılıyor’ diyen de; oyunların ‘olmuş’ veya ‘olmamış’lık kısmında ise daha temkinli cümleler kuruluyor. Çünkü bu oyunların çoğu, seyirci tarafından ayakta alkışlandı veya ödüller aldı. Öyle ya da böyle -naçizane, yıllardır tiyatro mesaisi yapan biri olarak- bense ortaya çıkan fotoğrafı -yerli metin ve yerli tiyatro açısından- olumlu buluyorum. Son kertede, toplayınca ortaya çıkan manzara hiç de öyle fena görünmüyor gibi! Zaman dedikleri mevzu, zaten vakti gelince elekten geçirecektir, iyileri de kötüleri de. Biz tiyatroseverlere düşense; başından bir gard almaktansa yazılan metinlerin alt okumasını iyi yapabilmek!
Madem mevzu Duras’a geldi (ki dertli ve yüklü bir mevzudur, o kadar kolay olmasa gerek tiyatro sahnesinden Duras’ın rengini vereyim demek), o vakit yazıya vedamızı da onun ‘Ölüm Hastalığı’ndan sözleriyle verelim: “Sevdiğini öldürecek gibi olma duygusunu, onu kendinize, yalnız kendinize saklama, bütün yasalara rağmen, bütün ahlaki baskılara rağmen onu alma, kaçırma isteğini duydunuz mu? Hiç bu isteği duydunuz mu?’ der. Hiçbir zaman, dersiniz. Size bakar, tekrarlar: ölüler ne tuhaf oluyor.”

ARŞİV