Bilimkurgunun tiyatro hali: SON

Şehir Tiyatroları’nın yeni oyunu “Son”da, bedava yemeklerle hafızaları silinen ve sınıflarına göre farklı bölgelere yerleştirilen insanların olduğu bir distopya anlatılıyor. Oyunun yazar/yönetmeni Özgür Kaymak, ‘’Niyetim seyirciye yanıtlar vermek değil, tam tersine oyun çıkışı kafasında sorularla evine yollamak…’’ diyor

22 Mart 2017 - 11:21

Düşünün ki dünyadaki bütün bilgiler dijital ortama aktarılmış, insanlar tek tek damgalanıp sınıflarına göre bölgelere yerleştirilmiş. Hafızalarını silen bedava yemeklerin etkisiyle her şeyi unutmaya başlamış. Değiştirilmemiş gerçeklerin yazılı olduğu tek şey ise tüm diğer belgelerle birlikte yok edilen işaretli kağıtlar… Ve unutturulmuş geçmişlerine sahip çıkmak hem de gerçekleri kendilerinden sonrakilere aktarabilmek için bu kâğıtların peşinde olan bir grup insan…

Yıllardır geleneksel bir dramaturji ile hareket eden İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın yeni oyunu “Son” işte böyle bir distopyayı anlatıyor. Bilimkurgu tarzıyla sezonun en ilginç işlerinden biri olarak öne çıkan oyun, 29 Mart-1 Nisan tarihleri arasında Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde sergilenecek. Oyunun hem yazarı hem yönetmeni olan Özgür Kaymak, ŞT’nin az sayıdaki kadın tiyatrocusundan biri. 2001’den bu yana kurumda görev yapan, pek çok oyunun koreografisini yapan ve bugüne dek 3 oyun yazıp, 5 oyun yöneten Kaymak ile konuştuk.

Sizce oyun neyi anlatıyor? Yazan ve yöneten kişinin ağzından duymak isteriz…

Bize yansıtılan ve aktarılan bilgilerin gerçekliğine dair sorgulamaya başladığımda yazmaya başladım oyunu. Bu beni rahatsız ediyordu. Gerçekleri ne kadar biliyoruz? Bize ailemizden, çevremizden, tarih kitaplarından aktarılanlar ne kadar gerçek? Oyunu bu sorular oluşturdu. Olmayan bir ülkede, olmayan insanları anlattım, evrensel bir metin olabilmesi için. İzleyenler tabi Türkiye ile bağdaştırıyor ama dünyanın her yerinde oynanabilir bu oyun.

Adı neden Son? Neyin sonuna işaret ediyorsunuz?

Son, yeraltındaki bir kâğıt deposunda toplanıp umudu arayan bir grup insanı anlatıyor. Bu, onlar için son. Ama aynı zamanda her son yeni bir başlangıçtır. Bu oyunun finalinde anlaşılıyor ama şimdi izlemeyenler için söylemeyeyim.

“Üç yıllık boğulmanın, isyan ve bastırılmış her duygunun kusma hali can buldu” demişsiniz bu oyunun yazım sürecinde. 

Toplumsal olarak da evrensel açıdan da evrildiğimiz dünya beni boğuyor. Önyargılar, empati yoksunlukları, bencillik, acımasız rekabet… İnsan olma özelliğimizi, sevgiyi unuttuk ki bence en büyük sorun da bu. Ben de bunları yazıya döktüm.

Son, ŞT’nin geleneksel çizgisi dışında bir oyun. Türkiye’nin ilk bilimkurgu oyunu diyebilir miyiz?

Açıkçası başka duymadım ben. Yer yer değinen yazarlar var ama tüm oyunu bilimkurgu üzerine kuran yok sanırım. Evet, Şehir Tiyatroları’nın bir çizgisi var ama bu tarz bir alan da var. Ben de bunu açmaya ve doldurmaya çalışıyorum. Böyle işler yapmayı seviyorum. Çizgide giden çok kişi var, tiyatronun ilerlemesi için risk alarak farklı işler yapmak gerek. Bence tüm kadın yönetmenler de bunu yapıyor. Onları övüyorum açıkça. Kaldı ki ŞT izleyicisi içinde de farklı bir tarzda oyun izlemek isteyenler var ki biz bir kurum tiyatrosu isek her yelpazeden oyunumuz olmalı.

İzleyici bu oyunda ne bulacak?

‘Ne kadar farklı bir oyun’ diyeceklerinden eminim, hele ki daimi ŞT izleyicisi ise. Bu tarzın seyirci için ağır olduğunu söyleyenlere hep karşı durdum. Önce kafaları karışabilir ama sonra çözecekler konuyu. Biraz kafa yormak lazım, didaktik bir oyun değil bu çünkü.

 Bir seyirci, “Referandum öncesi bol miktarda mesaj içeriyor. Fazla sürebileceğini sanmıyorum bu oyunun, özellikle de bu dönemde…” demiş. Katılır mısınız?

‘Hükümet propagandası yapılıyor’ diyen de oldu! Seyircinin bu farklı yorumları hoşuma gidiyor. Nasıl, hangi gözle izlendiğiyle alakalı. Ben özellikle bir şeyi hedef göstermiyorum, tiyatronun böyle bir misyonu yok. Olanı gösteriyorum. Oyunun sürüp sürmemesi benden bağımsız bir durum tabi. Bu tarz yenilikçi oyunlara ne kadar süre tanınacağıyla alakalı bence, politik bir oyun olup olmamasıyla değil. Ama ŞT bu yenilikçiliğe karşı olsaydı bana bu oyunu yaptırmazdı zaten. Yönetmenlerce tercih edilmediği için bu gibi oyunlar yapmak yasakmış gibi algılanıyor ama öyle değil. Bakın ben yaptım, sahneliyorum.

Siz kadınların üretimlerini önemseyen bir kadınsınız. Mesela nedir ŞT’deki kadın tiyatrocuların sayısı?

10 bulmaz. Yılda 35-40 oyun çıkartılır, çoğunu erkekler yönetir. Mesela bu yıl sadece iki kadın yönetmenin oyunu var. Sanatta, bilimde, pek çok alanda kadın sayısı neden az diye sorulur hep. Çünkü zamanımız az erkeklere nazaran, başka sorumluluklarımız var.

Siz “İsimsiz” adlı oyununuzu, bebeğinizi kucağınızda sallarken yazabilmişsiniz.

Evet öyle… Daha fazla zamanım, erkek dünyasındaki rahatlığım olsaydı daha çok yaratabilirdim keza pek çok kadın için geçerli bu. Çevremdeki tüm kadınları da üretme konusunda itiyor ve destekliyorum. Kadınlar da hemcinslerini desteklesinler. Bu konuda kadınlara eleştirim var. Kadınlar hemcinslerinden zor destek alıyor. Biz kadınlar başarılı erkek övmeyi sever ama başarılı kadın övmeyi tercih etmiyoruz pek! Son oyununu bir erkek yazmış olsaydı şu an bambaşka bir noktada olurdu bence.

27 Mart mesajınzı var mı?

Tiyatrocuların 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nü kutlarım. Tiyatroyu ileriye taşıyacak, yeni bir şey söyleyecek insanlara ihtiyaç var. İlla politik oyun olması gerekmez. Sansürcü bir ortamda olduğumuzu düşünüyorsak, bu bize başka bir yaratım alanı açar, bunu kullanıp avantaja çevirelim. Risk almak gerek ki ben bu bilinçle ilerliyorum.

 Dramaturgisini Sinem Özlek’in, sahne tasarımını Rıfkı Demirelli’nin, kostüm tasarımını Duygu Türkekul’un, ışık tasarımını Mustafa Türkoğlu’nun, müziğini Akın Sevgör’ün, efektlerini Harun Özdamar’ın yaptığı, fotoğraflarını Ahmet Çelikbaş’ın çektiği oyunda; Aslı Menaz, Aslı Şahin, Can Alibeyoğlu, Cemal Ahhan Şener, Emre Çağrı Akbaba, Ercan Demirhan, Neslihan Ayşe Öztürk, Onur Demircan, Özgür Atkın, Tarık Köksal, Volkan Öztürk, Yağmur Ulusoy ve Zeki Yıldırım rol alıyor.


ARŞİV