Bir öfke kuşu: Atmaca

Haksızlık karşısında üzgün mü olmalıyız yoksa öfkeli mi? Kutuplaştık mı yoksa öfkede birleştik mi? Hikmet Hükümenoğlu’nun son romanı “Atmaca”, artan öfkesiyle cebelleşen Ömer’in ve 90’lı yıllardan günümüze öfkenin toplumsallaşmasının hikâyesini anlatıyor

06 Ocak 2021 - 12:37

Okurunu “Küçük Yalanlar Kitabı”yla Cumhuriyet’in ilk yıllarına, “Körburun” ile 1960-1990 arasına götüren Hikmet Hükümenoğlu‘nun son kitabı “Atmaca” çıktı. Can Yayınları tarafından okurla buluşturulan Atmaca, Körburun’un bittiği yerden 1995 yılından başlayıp günümüze kadar geliyor. Roman 1995’te üniversite sınavına hazırlanan lise son sınıf öğrencisi Ömer’in gün sayması ile başlıyor. 

“Sadece 130. Gün. Yarısı uykuda geçecek 3120 saat”

Ömer’in bir an önce geçip gitmesini dilediği 130 günün içinde hep mesafeli olduğu babası, sinir olduğu kardeşi var. Uzaktan sevip bir türlü açılamadığı Derya var. Sınav telaşı içinde çıkarmak için canla başla çalıştıkları okul dergisi ve Körburun’dan tanışık olduğumuz Onur Hoca var.

Romalı şair Horatius’un “Öfke, kısa süreli bir delilik halidir. Sen onu kontrol edemezsen o seni kontrol eder” sözlerinin 399 sayfa boyunca okura eşlik ettiği romanda ilk öfke karşılaşması Ömer’in Onur Hoca’nın gözlerinde gördüğü oluyor. 

“O anda anladım ki Onur Hoca’nın suratına eskisi gibi bakamayacaktım. Onu her gördüğümde, havada asılı kalan yumruğu değil, kanımı donduran o korkunç bakışı gelecekti gözümün önüne. İkimiz de gayet iyi biliyorduk ki dipsiz bir uçurumun kıyısından şans eseri dönmüştü.”

1995, 2001, 2015, 2019 yıllarından kesitlerin anlatıldığı romanda ortak nokta öfke, kesişim ise Ömer’in Derya ile karşılaşmaları. Devam eden kesitlerde bir üniversite öğrencisi, bir akademisyen ve KHK ile işine son verilmiş bir öğretim üyesi olan Ömer’in hayatına eşlik eden bir başka ayrıntı da Ay ve Ay’a yolculuk öyküleri.  Bu öykülerin neden anlatıldığını ve nereye bağlandığını romanın sonunda anlıyoruz. 

1995’te “Bir türlü kanatlarını açamayan o siyah şey” Ömer’in içinde tiz bir çığlık atarken 2001 yılında çalıştığı yazlık otelde ejderha yumurtasına dönüşüyor. Sonra da “simsiyah tüyleri ıslanmış bir atmacaya”.

“Ejderha yumurtası gibi bir şeyin kabukları çatlıyordu göğsümde. Ilık sıvı bir kere kanıma karışmıştı artık, durdurmak kolay değildi- hem niye durayım, böyle, tatlı tatlı damarlarımda ilerlemesi hoşuma da gidiyordu, içim ısınıyordu. Çünkü haklıydım- sesler beynimin içinde dönüp duruyordu, hem soruyor, hem cevap veriyordu, elbette ben haklıydım…” 

Vakit 2015’i gösterdiğinde de Ömer’i ayakta tutan şey yine öfke.  “Her yerde olduğu gibi bizim fakültede de alttakini ezip tepedekini koruyan, ortada ses çıkarmayanlara silik bir hayat şansı tanıyan, bildik düzen vardı Bu düzeni nasıl değiştirebileceğimi bilmiyordum, ancak kırk yılda bir de olsa tekerine çomak sokmak bana vitamin gibi geliyordu. Öfkem beni bir süre ayakta tutuyordu.” 

Hükümenoğlu, romanında Ömer’in hikâyesini anlatırken çok da gözümüze sokmadan ve iğreti etmeden toplumsal ruh hallerini, güncel olayları, siyasal atmosferi de ustalıkla anlatmayı başarmış. Kişisel hikâye diyebileceğimiz “Atmaca” bu yüzden aslında yaşı kırklarda olanların her biri için tanıdık öykülerle, tanıklıklarla “ben de aynı öyle yaşadım” deyişleriyle dolu.  Bu yüzden toplumsal olayların kişisel hikâyeleri, yaşayışlarını ne denli etkilediğine tanıklık ettiğimiz roman için, sadece Ömer’i değil, ülkenin ilk kez bir kadın başbakan gördüğü, faili meçhul cinayetlerin, kayıpların yaşandığı yıllardan internet çağına, köklü iktidar değişikliklerine tanıklık eden bir kuşağın anlatıldığı roman dersek abartmış olmayız. 

Pek çoklarımız gibi hiç geçmeyen bir can sıkıntısıyla cebelleşen Ömer’le Kadıköylülerin başka bir tanışıklığı daha var. Ömer, Kadıköy’de yüksek girişli bir apartmanın bodrum katında, penceresi yoldan geçenlerin botlarına ve çizmelerine bakan 1+1 dairede yaşıyor.  Hani araba park edince pencerelerin karanlığa gömüldüğü, lodos çıktığında tuvaletten gelen kokunun tüm evi sardığı, biraz nem, rutubet ve egzoz kokan evlerden birinde. 

Ana duygusunun öfke olduğu roman, okura hayata karşı kızgınlıklarımız karşısında nerede, ne zaman, nasıl tutum aldığımızla ilgili bir hesaplaşma sorusunu sordurmayı da ustalıkla başarıyor. Siyasal görüşler, savunuşlar, duruşların farklılığına rağmen herkesin ortak bir konuda yani öfkede birleşmesini ve benzeşmesini görebilebileceğiniz kitap hem sarsıcı hem de sürükleyici. Ömer’in neyi, kime, niye, anlattığını en sonunda öğreneceğimiz için bir o kadar da şaşırtıcı.  


ARŞİV