Oyun yazarı Devrim Pınar Gürbüzoğlu, geçtiğimiz aylarda sosyal medyada duygu yoğunluklu bir metin paylaştı. “Tiyatro Camiasına Açık Mektup” başlıklı açıklamasında, Devlet Tiyatroları’nın, belediyelere bağlı şehir tiyatrolarının ve özel tiyatroların sahnedeki oyunlarının yüzde 80 yabancı yazarların oyunlarından oluştuğunu belirterek, tiyatroların yerli yazarlarını yok saymasına tepki gösterdi. “15 yıllık oyun yazarlığı kariyerimde maddi-manevi tükenmiş durumdayım, derin bir depresyondayım” diyen Gürbüzoğlu ile 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü yaklaşırken, bu meseleyi konuştuk.
- Tiyatro dünyasına acı ve isyan dolu bir haykırışta bulunan Devrim Pınar Gürbüzoğlu’nun kim olduğunu öğrenmek isteriz öncelikle.
Bendeniz, o zamanlar tiyatrosu ve sinema salonu olmayan Sarıkamış isimli masal gibi kasabada doğup büyüdüm. Gökyüzüne yakın olmanın keyfi başka olsa da maalesef tiyatro ile çok geç yaşta tanıştım. Bu hayat böyle devam etmez diyerek 2009 yılında, muhasebe alanındaki çalışma hayatımı sonlandırıp 9 Eylül Üniversitesi GSF Dramatik Yazarlık ve Dramaturgi Bölümü’ne girdim. Birincilikle mezun oldum. 2013’te aynı üniversitedeki yüksek lisansımı “Kent Belleğinde İzmir Devlet Tiyatrosu” tezimle bitirdim. Öykü, roman ve senaryo gibi alanlarda hikayeler üretsem de asıl odaklandığım alan tiyatro. İnatla ve keyifle yazmaya, üretmeye devam ediyorum. Gerek akademik gerekse yazarlık anlamında müthiş keyifli ancak çok yorucu bir 15 yılı geride bıraktım. Yorulmamın sebebi de tam olarak bu röportajın konusu zaten…
“MEKTUBUM CİDDİ BİR SORUNU ORTAYA ÇIKARDI”
- Sondan başlayalım; açık mektubun üzerinden yaklaşık 4 geçti. Hem meslektaşlarınızdan hem seslendiğiniz camiadan yanıt alabildiniz mi?
İki yönlü bir tepkiden bahsedebilirim. Bir yönüyle müthiş geri dönüşler aldım. Örnek vermem gerekirse; İzmir’de yaşadığım için İzmir Devlet Tiyatrosu müdiresi Burcu Hanım’ın davetiyle oldukça keyifli bir görüşme yaptık. Ardından Bornova Belediyesi Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Onur Bey ve dramaturg Arzu Hanım ile bir araya geldik. Birçok tiyatro büyüğüm, meslektaşlarım ve özellikle oyuncu arkadaşlarım benimle iletişime geçti; konuştuk, dertleştik; açık mektubu paylaşarak destek verdiler. Hepsine tekrardan teşekkür etmek istiyorum…
Diğer yönü ise oyun yazarı arkadaşlarımın tahmin ettiğimden çok daha umutsuz ve korkunç bir çaresizlik içinde olduğunu fark etmemdi sanırım… Onlarca oyun yazarı arkadaşımla konuşma şansım oldu ve neredeyse tamamı oyun yazmak istemiyor ya da bir şekilde umudunu kaybettiği için başka alanlarda çalışıyor. Durumun ne kadar ciddi olduğunu, o derin mutsuzluğu, yok sayılmanın getirdiği sessiz sedasız öfkeyi emin olun özetleme şansım yok. Tek diyebileceğim yerli oyun yazarlığı, mesleki anlamda yok olmanın eşiğinde duruyormuş; açık mektupla bu gerçeği çok ciddi bir sorun olarak fark etmiş oldum…
- Şimdi tekrar başa saralım; bu açıklamanız oldukça güçlü bir çıkıştı. Bu mektubu yazmaya sizi iten en kritik nokta neydi?
Oyun yazmayı bırakma noktasına geldiğim bir dönemdi. Çünkü dönüp dolaşıp hep aynı sıfır noktasına geliyordum. Ama en kötüsü çevremde iyi bir örnek de yoktu. Ya çoğu arkadaşımın yaptığı gibi ‘bu sevdadan vazgeçecektim’ ya da bir şekilde mücadele edecektim. İtiraf etmem gerekirse vazgeçmek daha mantıklı bir seçenekti. Herhangi bir meslekte 15 yılımı vermiş olsaydım en azından kiramı ve faturalarımı ödeyecek bir gelirim olurdu. Bu kadar değersiz hissetmezdim.
Ancak mektubu yazdığım gece fark ettim ki; mesleğime ben sahip çıkmazsam kimse benim adıma çıkmayacaktı. Yorgun bir ruh haliyle mektubu yazdım, sosyal medya hesabımdan paylaşıp uyudum. Uyandığımda yüzlerce paylaşım, mesaj, yorum ile karşılaşınca da şaşırdım diyebilirim. Aynı zamanda bu destek güçlendirdi beni. Hala yorgunum ama mücadele etmek için yeterince güçlendim.
- Tiyatro dünyasını takip etmeye çalışan bir muhabir olarak temas ettiğiniz konuyu mühim buluyorum. Yerli oyun yazarlarının az/az görünür olduğu aşikar. Bunun nedeni sizce yerli oyun yazarı sayısının az olması mı yoksa bu yazarlara fırsat verilmemesi mi?
Açık mektubu önemsemeniz bile inanılmaz bir destek, meslektaşlarım adına teşekkür ederim. Yerli oyun yazarı sayısının yok denecek kadar az olmasının en büyük sebebi; Türk tiyatromuzun, yerli oyun yazarlarına güvenmeyip fırsat vermemesi. Bu mesele sadece bu dönemin değil eskilerden gelen köklü bir sorun aslında. Ve nedense bir türlü çözülmüyor/çözülemiyor. Beni en çok öfkelendiren de bu! Çözmek o kadar basit ki! Ama olmuyor…
- Yerli oyun yazarlarına dediğiniz gibi fırsat verilmemesi bir tercihten mi ibaret, yoksa tiyatro ekosistemindeki yapısal bir sorunun sonucu mu?
Bu sorunuza Einstein’ın sıkça yaptığı gibi bir düşünce deneyi ile cevap vermek istiyorum. 2 tane oyun yazdığımı hayal edelim. Birini bilerek daha kusurlu yazıyorum ve altına –ismi uyduruyorum- ‘Tom Creek’ imzasını atıyorum. Diğer oyunumu ise gerçekten özenerek yazıyorum ve kendi adımı yazıyorum. Bu iki oyunu daha okumadan, kapaktaki isimden dolayı seçen/seçmeyen çok fazla tiyatrocunun olacağını iddia ediyorum. Okuduğunda ise garip şekilde tüm kusurlarına rağmen Tom Creek, Devrim Pınar’dan daha iyi bir metin yazmış, diyebilirler.
Bu düşünce deneyi de bizi Türk Tiyatrosu’nun temelinde kapsamlı bir sorun olduğu seçeneğine götürüyor. Elbette bir de repertuar sorunu ve yerli/yabancı oyun yüzdeleri var. Bir oyun yazarının; Devlet Tiyatroları ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu haricinde metinlerini gönderebileceği ödenekli bir kurum yok bildiğim kadarıyla. Ancak bu iki kurumdaki yerli/yabancı oyunların sayısına dair 18 Aralık 2024’te yaptığım araştırmanın sonucu durumun vahametini yansıtıyor; “Ankara Devlet Tiyatrosu: toplam 37 oyundan 25’i; İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda toplam 40 oyundan 26’sı ve İstanbul Şehir Tiyatroları’nda toplam 41 oyundan 25’i yabancı metin.
Belki bu sayılarda artı bir eksi iki hatam olabilir. Böyle bir hata payında bile tablonun umutsuzluğu değişmiyor maalesef. Ayrıca bu tablodaki yerli oyunlara baktığımızda da genç oyun yazarlarının sayısı neredeyse “sıfır”. Diğer bölge tiyatroları ve şehir tiyatrolarına bakınca da durum aynı. İsteyen herkes internetten bu bilgilere kolayca ulaşabilir. Özetle repertuar tiyatrosu yok denecek kadar az; sahnedeki oyunların da yüzde 80’i yabancı oyunlardan oluşuyor. Böyle bir iklimin sadece tercihle yaratılabileceğini düşünmüyorum. Tiyatromuz adına çok temel sorunlarla karşı karşıyayız. Gelecek yıllarda büyük bir yerli metin krizi yaşanacağına eminim. Çünkü yerli yazarlar alandan kaçıyor. Nitelikli oyun yazabilecek koşullara sahip değiller.
“MARİA MI? AYŞE Mİ?”
- Bu durumun tiyatronun geleceği ve yerli oyun yazarları üzerindeki etkilerini nasıl görüyorsunuz? Hani hep denir ya ‘tiyatro hayatın aynasıdır’ diye. Evrensel temalar önemli olmakla birlikte, bu toprakların derdini/sevincini yansıtan yerli yazarların eksikliği, Türkiye tiyatrosunun ayna görevi görmesini aksatıyor mu?
Açık mektubu yazdığım dönemde birçok oyuncu arkadaşımla fikir alışverişi yaptım. Çoğu oyuncu arkadaşımın genel şikayeti; “Maria’yı oynamaktan Ayşe’yi oynamayı unuttum.” Bırakın seyirciyi, bizzat tiyatronun içindeki oyuncu arkadaşlarım bile kendi coğrafyalarına dair temel kodları unutmuş durumda. Oyun yazarlarına olan etkisini de şöyle bir örnekle açıklayayım; son yıllarda yazılan yeni metinleri okuduğumda oyun kişilerinin “Adam ve Kadın” ya da yabancı isimlerden seçildiğini; oyunun geçtiği mekanın ağırlıklı olarak bu coğrafyaya ait olmadığını görüyordum. Başta kızıyordum ama sonra aynı seçimi farkında olmadan kendim de yapınca neyi fark ettim biliyor musunuz; bir yönetmen benim oyunumu seçsin, bir kurumda oyunum oynansın diye “-mış gibi” yapmaya çalışıyormuşum. Yabancıymış gibi, sanki nitelikli oyunun sırrı yerli olmamakmış; yerli olsa kimse beni görmeyecekmiş gibi hissedince… ‘Bir dakika’ dedim. Ben, yerli olmaktan çekiniyormuşum! İşte bu duygu ve o kendin olmama hali bana göre trajedinin ta kendisi!
- Örgütlülük meselesini de değinmek gerek. Eğer Türkiye’deki tüm tiyatrocuları kapsayan (veya işkoluna göre bölümlenmiş, mesela ‘oyun yazarları dayanışması’ gibi) bir oluşum olsaydı sesinizi duyurmanızda fayda sağlar mıydı?
Elbette. Çünkü oyun yazarları olarak genellikle bireysel çalışan, izole yaşamaya meyilli insanlar olduğumuzdan bir kopukluk yaşıyoruz. Hepsinden önemlisi bir araya gelebilmek güç tazelememizi de sağlayabilirdi. Ancak hali hazırda az sayıdaki oyun yazarları olarak, herkes kendi köşesinde debelenip duruyor.
- Sizce yerli yazarları daha görünür kılmak için tiyatro dünyasında hangi somut adımlar atılmalı? Mevcut sistemde neyin değişmesi gerekiyor?
Bu sorunuza, bir soruyla karşılık vererek başlamak istiyorum. “Bir oyun yazarı nasıl yetişir?” Bir oyun yazarı deneyimli yönetmenlerle çalışarak, oyuncu veya tasarımcı gibi diğer tiyatro unsurları ile iletişim kurarak, deneyimleyerek ama en önemlisi “seyirci” ile karşılaşarak yetişir. Klasik eserlerin sahibi olan çok değerli oyun yazarlarına baktığımızda “erken dönem oyunları” diye bir tanımlamayla karşılaşırız. Bizim bildiğimiz, sahnelediğimiz oyunlar ise bu oyunlar olmaz genelde. Tiyatro tarihine etki eden oyunları, olgunluk dönemi oyunlarıdır. Diğer bir açıdan bakacak olursam; bir oyuncu, akademiden mezun olur olmaz iyi bir oyuncu olabiliyor mu? Yoksa sahneye çıktıkça, tecrübeli tiyatrocularla temas ettikçe mi kendini geliştirebilir? Sanırım cevabı hepimiz biliyoruz.
Şimdi bu şartlar altında biz yerli yazarlara şans vermeden gelişmemizi nasıl bekleyebilirler ki! Oyun yazarlığı, teknik bir birikim de istiyor. Evde oturarak, bir dahi bile olsanız iyi bir oyun yazarı olamazsınız. Mevcut sistemin tam da bu noktada değişmesi, biz yerli yazarların olgunlaşması için sistemde alan açılması gerekiyor.
- Aksi yönden de bir sorum olacak; sizce oyunu sahnelenmeye değer olan yerli oyun yazarı var mı? Veya varolan yazarların niteliği hakkında bir öz bakış yapsanız neler söylersiniz?
Bahsettiğim bunca olumsuz tablonun sonunda; “Oyun yazarlarının niteliğini tartışmayı” kesinlikle ve katı bir şekilde reddediyorum! Nitelikli bir tiyatro oyununu yazmak için en az üç aya ihtiyacınız var. Öte yandan oyun yazarlığından hiçbir geliriniz yok. Oyunu bitirseniz bile sahneleneceğine dair tek bir umudunuz da yok. Bu şartlar altında bir işe girip çalışarak, günde belki de haftada birkaç saat ayırıp nitelikli bir oyunu yazabilmeniz gerekiyor. Bu mantıklı değil! İyi bir cerrahın günde 8 saat muhasebeci olarak çalıştığını, geri kalan zamanında ise ameliyata girdiğini, girdiği her ameliyatta da başarılı olmasını beklediğinizi düşünün. Bu fikir ne kadar saçmaysa bir oyun yazarının da mecburen başka işlerde çalışıp, belki 3 saat az uyuyarak şahane bir oyun metni yazmasını beklemek acımasızlık... Nitelikli yerli oyun yazarlığını tartışmak istiyorsak önce mevcut sistemi değiştirmemiz gerekiyor. Sahnelerdeki oyunların yüzde sekseninin yerli oyunlardan seçildiği bir iklimde, yazarların kendilerini geliştirmeleri için onlara alan açıldığında; ve bu şartlar en az beş yıl devam ettiğinde ancak o zaman yerli yazarların niteliğini tartışmaya açabiliriz. Bunun dışındaki hiçbir eleştiriyi kabul etmiyor; aksine yapılan her yorumu çok ama çok acımasız buluyorum!
- Epey konuştuk, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü’nü sorarak bitireyim.
Mesleğini çok seven bir oyun yazarı olarak yorgunum. Evet, çok fazla sorunumuz var ama elimden geleni yapmaya devam edeceğim. Bu sevdadan vazgeçmeye hiç ama hiç niyetim yok! “Dünya Tiyatrolar Haftası’ndaki tüm etkinliklere, oyun yazarları olarak sarı bir fular ya da kurdele takarak gidelim. Ne dersiniz?” diye sosyal medya hesabımdan sordum. Çok sayıda olumlu dönüşle mutlu oldum.