“Böyle güzel yalan söylemeyi annemden öğrendim.”
Geçtiğimiz günlerde okurla buluşan Seray Şahiner’in “Vatan Millet Samatya” kitabının arka kapağında bu sözler yazıyor. Doğan Kitap etiketiyle okurla buluşan roman, İstanbul’un hem fiziki hem de toplumsal dönüşümünü, bir ailenin üç kuşağının gözünden anlatıyor. Melek’in çocukluğuyla başlayan roman, Melek’in büyümesi ve kızı İnci’nin gözünden devam ediyor. Ve bu süreçte sadece aileler ve ilişkileri değil, İstanbul da değişiyor. Melek’in çocukluğunda Samatya’da hayatımıza giren kentsel dönüşüm zamanla tüm İstanbul’u kaplıyor.
Vatan Millet Samatya, aynı zamanda İstanbul’un siyasi ve toplumsal dönüşümünü de kentsel dönüşümle paralel olarak ele alıyor. Şehre imzasını atmaya çalışan politikacılarla, göç ve yoksullukla baş etmeye çalışan insanları Melek ve kızı İnci'nin gözünden aktaran kitap, masumiyetle yetişkin dünyasının karanlık gerçekleri arasındaki derin karşıtlıkları işliyor.
MAĞDURU VE KAHRAMANI OLMAYAN BİR HİKÂYE
Şahiner’in romanındaki karakterler, hem fiziksel hem de psikolojik şiddetle iç içe geçmiş bir yaşam sürüyor. Tıpkı hayattaki gibi… Aile içi şiddet, cinsel istismar ve sınıfsal eşitsizlik gibi konular sert bir şekilde ele alınıyor. Ve pek çok romandakinin aksine ne bir mağdur var, ne de bir kahraman. Herkes olduğu gibi yalın ve sade ama ustalıkla anlatılıyor. Özellikle kadınların aile içinde yaşadıklarına, cinsel şiddet karşısındaki sessizliklerine, toplumun onlara yüklediği suçluluk duygusuna ve baskılara tanıklık ediyoruz.
Romanın en dikkat çeken yönlerinden biri, çocuk bakış açısıyla dünyanın sert ve acımasız bir yer olduğunun anlatılması. Yetişkinlerin karanlık dünyasının çocuk gözünden anlatıldığı roman, çocukların bu dünyayı bir yandan normalleştirirken, diğer yandan da acımasızlığını içselleştirerek yaşamaya devam etmeleri üzerinden anlatıyor. Roman boyunca çocukların kırgınlıkları öfkeye, küskünlükleri ise mizaha dönüştürerek kendilerini savunmalarına tanıklık ediyoruz.
Kitabın ana temalarından biri de akran zorbalığı. Roman, çocukların birbirlerine karşı ne kadar zalim olabileceklerini hatırlatırken aynı zamanda nasıl dayanışmacı olabileceklerini de hatırlatıyor.
Kitapta dikkat çeken bir başka nokta da anneliğin fedakarlık ya da kutsal annelik kavramları üzerinden ele alınmaması. Çok sevilmediğini düşünen, başka çocuklarının annelerine imrenen Melek’in kendi kızına çocukluk yaşatmaya çalışması ise oldukça tanıdık.
Beklediği sevgiyi bulamayan, buna rağmen büyüklerinden beklentilerini büyüten çocuklar ve sevgisizlikten gelen güç, baskı ve şiddetle kurdukları dünyada hayatta kalmaya çalışan büyüklerin anlatıldığı roman, değişen bir İstanbul’da hayatın değişen izlerini gözler önüne seriyor.