Bir ustanın kızı olmak: Ebru Çiçek

“Hem müzikalitesiyle hem insanlığıyla ayrı ayrı gurur duyduğum bir baba vardı” diyen Ebru Çiçek, babası, ünlü halk ozanı Ali Ekber Çiçek’in derlediği ‘Sus Ağlama Benim Biçare Gönlüm’ türküsü ile dinleyiciyle buluştu

30 Aralık 2022 - 08:39

Usta halk ozanı Ali Ekber Çiçek’in kızı Ebru Çiçek, 2012 yılında çıkardığı ‘Baba Yadigarı’ albümünün ardından tekli türkü ile dinleyiciyle buluştu. Sözü ve müziği Ali Ekber Çiçek’e ait olan ‘Sus Ağlama Benim Biçare Gönlüm’ün bağlamalarını Erdal Erzincan çaldı. Ebru Çiçek ile Kadıköy’de buluşup hem babasını hem de müzik yolculuğunu konuştuk.

Önce büyük bir ustanın evladı olmaktan başlayalım. Ali Ekber Çiçek’in kızı olmak nasıl bir şey? Biraz zor bir hayatınız olmalı.

Onur duyduğum, şeref duyduğum, çok mutlu olduğum bir şey. Açıkçası ben çok dezavantajını yaşamadım. Çok minik şeyler olmuştur. Elbette onun kızı olmanın bir ağırlığı ve sorumluluğu vardı. Yanlış bir şey yapsam bunlar ‘Ebru’nun yanlışı değil babamın yanlışı gibi’ diye düşünülür kaygısı duyardım.

Hem müzikalitesiyle hem insanlığıyla ayrı ayrı gurur duyduğum bir babam vardı. Sadece bana karşı böyle değildi, TRT camiasında da “Ali Baba” diye anılırdı. Ben tek çocuğum ama hiçbir zaman bunu hissetmedim. Babamı benim gibi seven çok hayranı var. Bununla çok gurur duyuyorum. İnsanlarda çok güzel duygular bırakmış.

  • Nasıl bir ozan, nasıl bir babaydı?

Babam sahnede nasılsa evde de oydu. Her zaman çok zarifti. Dünyaya bakışı çok farklıydı, insanı, doğayı hiçbir şeyi birbirinden ayırmadan etiketlemeden kucaklardı. Onun ana teması sevgi ve saygıydı.

Annemi ben 14 yaşındayken bir trafik kazasında kaybettim. Çok zor dönemler geçirdim ama babam sayesinde hep ayakta durabildim, hep ileriye bakabildim.

  • Sizin müziğe ilginiz ne zaman başladı?

Ben hep müziğin içindeymişim. Annem hamileyken babam bana dinletmek için bağlama çalarmış. Annemin de sesi çok güzeldi. Babam benim sesimi annemin sesine benzetirdi. Türkü söylemek benim için nefes almak, su içmek gibiydi. Annemin hemen ardından anneannemi ve dedemi kaybettim. O süreçte babamın bana terapist gibi yaklaşımı nedeniyle psikoloji okumak istedim. Tercihlerde yanlış sıralama yaptığım için olmadı. Sonrasında İstanbul Teknik Üniversitesi’nin yetenek sınavlarına girip Temel Bilimler ve Ses Eğitimi bölümlerinin ikisini birden kazandım. Ses Eğitimi bölümünü tercih edip kayıt yaptırdım. Sonra Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne geçtim. Dört sene okudum. Bir sene de Batı Müziği asistanlığı yaptım.

  • Bu arada anladığım kadarıyla buralarda oturuyordunuz?

Kartal Dragos’ta oturuyorduk ama Kadıköy Kız Meslek Lisesi’nde okudum.

  • Müziği tercih etmenize babanızın tepkisi ne oldu?

Babam tabii çok mutlu oldu. Ama piyasanın olumsuzluklarını bildiği ve beni pamuklar içinde büyüttüğü için yaşayabileceğim olumsuzluklara ilişkin çok büyük endişeleri vardı. Yani bir yandan istiyor, bir yandan istemiyordu. Bu arada babamla mutlaka bir şeyler yapıyorduk,  konserleri olduğu zaman mutlaka beni götürürdü. Dost meclislerinde mutlaka bana söyletirdi. Yani hep destekledi. Ama piyasa ile ilgili haklı olarak endişeleri vardı. Zaten günümüzde de yaşıyoruz. Belki sadece Ebru olsam çok rahat dile getirebileceğim şeyleri babama söz gelir diye dile getirmiyorum.

BABA YÂDİGARI TÜRKÜLER

  • 2012’de babanızın derlemelerinden oluşan Babamın Yâdigarı albümünü çıkardınız. Sonra 10 yıl boyunca süren uzun bir suskunluk var. Neden bu kadar beklediniz?

Benim fazla detaycı olmam, çekingen tavrım süreci uzattı. Albüm sonrası sadece konserler verdim. Babamın her yıl yapılan anma törenleriyle ilgilendim. Kısaca müzikal anlamda dışında kalmadığım ama çok da göz önünde olmadığım bir süreç yaşadım diyebilirim.

  • Yeni tekliniz Sus Ağlama Benim Biçare Gönlüm’ün hikâyesi nedir?

Pandemi sürecinde bir rüya gördüm. Rüyamda babam bana “zamanı gelmedi mi?” diyordu. Babam eskiden dost meclislerindeyken bana bakar “zamanı gelmedi mi?” der ve annemin sevdiği, söylediği babamın derlediği türküleri söylememi isterdi.

  • Hangileriydi onlar?

Onlardan biri “Sus Ağlama Benim Biçare Gönlüm’dü. Babam “zamanı gelmedi mi” dediğinde, o dost meclislerinde birbirimizle bakışıp o türküleri söyler, annemi yad ederdik. O rüyadan sonra hemen Erdal Erzincan’ı aradım. O da mutlu oldu. Hemen alt yapıyı hazırladık. Cihan Sezer de aranjesini yaptı. Ekim ayında Sus Ağlama Benim Biçare Gönlüm’ü dijital platformda paylaştık. Yine annemin sevip söylediği iki türkü daha hazırladık.

  • Onlar ne zaman çıkacak?

Üç ay arayla çıkarmayı düşünüyoruz ama kesin bir şey söyleyemiyorum.

“DİNLEYİCİ TEPKİLERİ İYİ”

  • Albüme dönüştürmeyi düşünüyor musunuz?

Olabilir. Bu formun albüm şeklinde olmasını çok istiyorum. Dinleyici tepkileri de çok iyi. Ben okurken, Erdal Ağabey icra ederken türkülerin gelenekselliğinden hiçbir şekilde farklılık yapmadık, sadece minik minik dokunuşlar oldu. Babam da her zaman bunu çok seven arzu eden bir insandı. Evet gelenekselciydi ama bir yandan da “Klasik müzik dinlemiş ya da rock dinlemiş birisi acaba benim eserlerimi nasıl hissediyor? Nasıl duyuyor? Nasıl paylaşmak istiyor” diye merak eder, flarmoni orkestrası, Müslüm Gürses, Haluk Levent, Levent Yüksel, Yıldız Tilbe’nin icralarından mutlu olurdu.

  • Babanız derlediği 400’ün üzerinde türküyle halk müziğine önemli bir miras bıraktı. Bunların bazıları farklı formlarda çalınıp söylendi. Bir yandan türkülerin farklı formlarda çalınıp söylenmesine yönelik türkü bozuluyor eleştirileri de var. Sizin değerlendirmeniz nedir?

Babamın “leyleği kuşa çevirmeyin” diye bir lafı vardı. Form bozulmadan, dokuya, söze hürmet ederek okuyan insanlar olduğunda babam da çok keyif alıyordu. Ben de aynı fikirdeyim. Diğer yandan bazı eserler dokusuyla güzel, o eseri alıp “hareketli yapalım” diye ritmini, onun duygusunu, sözlerin ağırlığını bambaşka bir hale getirince biz de tabii aile olarak hoş karşılamıyoruz. Bizden öte babamın kemik kitlesi var ki biz daha bir şey demeden onlar karşı duruyorlar.

 

ARŞİV