Bir Yeldeğirmeni Hikayesi: Agop’un Gramofonu

Hayatın içinden bir Kadıköy hikâyesi… (Kolektomani adlı, geçmiş dönem hikâyelerin yer aldığı blogda; Yeldeğirmeni sakini, tiyatrocu, dublaj sanatçısı Rüzgâr Ceyda Alpak imzasıyla yayınlanan yazıdan kısaltılarak alınmıştır)

29 Kasım 2017 - 11:27

Her sokağında farklı birçok renk barındırır Yeldeğirmeni, benim mahallem. Çocukluğum Uzunhafız sokakta geçti benim. Sokağın yarısına geldiğinizde masmavi bir deniz kucaklar sizi, sonra da deniz feneri. Gece ise tadı bambaşkadır, hele de gelin gibi ışıklarla bezenmiş bir vapura denk gelirseniz, kalakalırsınız öylece gözden kaybolana dek. Çocukken Ester Teyze’nin poşetlerle sokağın başından usulca süzülmesini beklerdik dört gözle. Poşetleri taşıma mükâfatı, çokoprens. Mutlaka paylaşılırdı ve tadı damakta kalırdı. Hala alışverişte gözüme takılır birkaç tane alırım, Ester teyzenin anısına mahallenin çocuklarına dağıtmak üzere.

Sokak aralarında birçok eskici vardır, gerçi onlar da semtin kabuk değiştirmesi sürecinde antikacı oluverdiler hepsi. O dükkânların kokusunu çok severim ve oldukça zaman geçiririm. Birçok şey bulmak mümkün. Eski fotoğraflar, tahta bavullar, mobilyalar… Eski köprünün oradaki küçük dükkân, en sevdiğim. Epey oldu kapanalı. İçeri girer girmez genzinize dolan ahşap kokusu alır götürür sizi, o an nerde olmak istiyorsanız.

Yaklaşık on beş yıl önceydi, güzel bir sonbahar günü. Usul usul esen o güzel rüzgâr, dükkânın önünde renk cümbüşü dökülen yapraklar, demli iki çay. Dedim ya çok severim eskicileri, Ahmet Abinin dükkânında, kendi yapmasından dolayı sürekli övündüğü tahta taburelerinde çay… Havadan sudan sohbet, elektrik zammından, sürekli sökülen kaldırım taşlarından… Köşede belirdi birden, elinde gramofonuyla. Bakışları dükkâna takılı, durdu… Sustuk… İki üç adım attı durdu, sustuk… Beş dakika sürdü, toplamda beş metreyi yürümesi. “Merhaba Ahmet Bey” dedi, varla yok sesiyle. Usulca bıraktı masaya gramofonu, “satmak istiyorum…”

Ahmet Abi, “elbette Agop” dedi. Agop… Daha önce karşılaşmadık mı, diye düşündüm. Yetmiş yaşında vardı, tertemiz giysileri oldukça yıpranmış. Sattı gramofonu, ama vedalaşamadı. Çıkarken, “kıymetini bilecek birine verirsen sevinirim Ahmet Bey” dedi ve bir türlü gelemediği beş metreyi, ışık hızıyla yürüdü gitti.

Ayrılık Çeşmesi’nde, iki katlı evlerin birinde otururmuş Agop. Karısı hasta olduğu için neyi var neyi yok satmış. Baştan konu komşu yardım etmiş ama zamanla onlar da bir bir tükenmiş. Tambur ustasıymış Agop.

“Ne kadar abi?” dedim, “Ne ne kadar?” dedi. “Gramofon, gramofon işte!” “Haaa aldığım rakamı biliyorsun, at bir şeyler işte”… “Kaç numarada oturuyorlar” diye sordum, kucakladım gramofonu, kapının önünde aldım soluğu… Usulca bıraktım, kapıyı çalıp deli gibi koştum. İçimden kahkahalar atarken, gözlerimden süzülen yaşlarla koştum…

Akşam Ahmet Abi aradı. Agop oraya gitmiş şaşkınlık içinde. Ahmet Abi de anlatmış, beni evlerine çağırmış teşekkür için ikindi çayına cumartesi. Cumartesi bir demet nergis ve un kurabiyesi ile kapıdayım, çekiniyorum çalmaya kapıyı. Çaldım işte… Kapıyı Agop açıyor, inanılmaz bir nezaket ile karşılanıyorum. İçerde enfes bir tütsü kokusu… Üst kata çıkıyoruz birlikte, oldukça sade, pek eşya olmayan evde, salonun en köşesine konmuş gramofon sanki bana gülümsüyor. Açılan kapıdan, yürümekte oldukça zorlanan bir kadın giriyor, Ofra… Agop’un karısı. Yüzü kaşık kadar, en güzel giysisi ile karşımda. Uzanıyor hastalığından dolayı, bin bir özürler dileyerek. Çok şaşırmışlar, sonra çok mutlu olmuşlar. Utandım, hediye dedim, zırvaladım, kekeledim…

Çay, un kurabiyesi ve hamursuz (Musevilere has bir yemek) eşliğinde enfes bir sohbet. Sazda tanışmışlar Agop ve Ofra. Agop tamburi, Ofra geyik anlamına geliyormuş bu arada. Musevilerde ailenin doğan dördüncü kız çocuğuna teyzesinin adını verirlermiş, Ofra’nın adı teyzesinden hediye.

Aşık olmuşlar, 45 yıldır evliler. Ofra iki yıldır kanserle savaşıyor. Fazla rahatsız etmek istemedim ve müsaade istedim. “Bir dakika” dedi Agop,  gramafona bir plak koydu, ‘Femin Yaresi Var Ciğerimde.’ Dede Efendi’den, şimdi adını anımsamadığım bir kadın solist söylüyordu şarkıyı. Nağmeler odayı dolduruverdi. Kucakladılar beni, yolcu ettiler. Görüştük sık sık, bir yıl sonra Ofra’yı kaybettik. Agop sekiz ay dayanabildi Ofra’sız bir hayata.

Şimdi ne zaman bir gramofon görsem bir eskici arabasında, aklıma hemen düşer Agop ve Ofra. İmkânım varsa bir kadeh rakı içerim o akşam, Dede Efendi’den bir şarkı eşliğinde. Şerefe dostlar, Agop ve Ofra’ya…


ARŞİV