Biz İstanbul'dan daha mı güzeliz?

Kadınların söyleyemediklerini dile getiren “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin” adlı oyunun yaratıcısı Murat Mahmutyazıcıoğlu, “Erkekleri pek önemsemiyorum, kadınların anlatacak çok şeyi var” diyor

24 Kasım 2016 - 16:09
Gökçe UYGUN

“Her yeri deniz olup da bu kadar az yosun kokusu olan başka bir şehir var mı acaba? Bu kadar köprü olup da kimsenin birbirine ulaşamadığı başka bir şehir. Bu kadar çok insanın olup da her yerin bomboş olduğu.”
Böyle diyor kadın. Ve diğer kadınlar da çok şey diyor, ‘gerçek’ hayatta söyleyemediklerini bir ‘tiyatro sahnesi’ne kusuyorlar yer yer hüzün yer yer neşeyle. “Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin” oyunu, İstanbul’da yaşamaya çalışan aynı aileden üç kuşak kadının öyküsünü dile döküyor. Kadıköy Theatron’da 11 Kasım tarihinde prömiyeri gerçekleştirilen ve sezon boyunca burada sahne alacak olan oyunu; kadınların ön planda olduğu  “Şekersiz”, “Fü” ve “Aynur Hanım’ın Bebeği” oyunlarının da yazarı olan Murat Mahmutyazıcıoğlu’na sorduk.

 
● Bu bir kadın oyunu bence. Siz bir erkek olarak hangi referanslarla kaleme aldınız?
Tüm oyunlarımda kadın bakış açısı var. Diğer oyunlarda erkek karakterler de vardı. Bu sefer hiç istemedim erkeklerin sahnede olmasını. Onlar sadece kadınların gözünden anlatılsın istedim. 
Çünkü kadınların anlatacak çok şeyi olduğunu düşünüyorum, keza ‘kadın’ üzerinden de anlatılacak çok şey var. Hele ki ‘tecavüzle ilgili bu son yasanın konuşulduğu günümüz Türkiyesi’nde. Kadınlar çok fazla erozyonun, fırtınanın ortasındalar. Açıkçası erkekleri o kadar önemsemiyorum bu coğrafyada. (gülümsüyor)

 
● Oyundaki kadın karakterler de anlattıkları da çok aşina…
Ailemdeki kadınların izleri var çokça. Ve evet dediğiniz gibi hepimizin annesi, kızı, anneannesi. Ama bir yönüyle de ‘tanımadığımız gibi’. Onların bize söylemediklerini keşfetmeye ve dile getirmeye çalıştım bir erkek olarak.

 
● Oyunda sıkça geçen bir replik var, ‘… demedim tabi’. Kadınlar birçok şeyi söyleyemiyor, siz onlara sahneden bir ses olmuşsunuz bence. Bunu bir kadın izleyici olarak söylüyorum.
Elimden geldiğince bunu yapmaya çalıştım. ‘Kadınları çok iyi tanıyorum ve onları anlattım’ gibi bir iddiam yok. Bu yaşıma dek tanıdığım kadınların bende bıraktığı hisler, ‘galiba şöyle demek istedi’ gibi. Bence de çok şey söylemek istiyorlar ama söyleyemiyorlar. Hepimiz için bu böyle ama özellikler kadınlar için daha fazla.

 
● Kadınların dertlerini yansıtırken, oyunda neşe de eksik değil.
Hayat gibi, acı varsa komiklik de var.  Ki bunu komiklik olsun diye yapmıyorlar, durumlar komik. Bu biraz da bizim topluma benziyor. Mesela bizim cenazelerimizi düşünün. Eğer ortada çok trajik bir ölüm yoksa cenaze akşamı eve toplanıldığında illa bir sebepten gülüşmeler olur. Bunun gibi.

 
● Siz komik bir insanmışsınız zaten, öyle diyorlar.
(Gülüyor) Oyunlarımda bu neşeye yer verdim çünkü yaşamın komik tarafına bakmaya çalışıyorum. Öbür türlü hiçbir yaşanılır yani yok hayatın.  Tiyatroda anlatmak istediğim şeyi gerçekten anlatmak istiyorum, seyircinin kafasına vurmak değil! Acısıyla tatlısıyla derler ya, öyle anlatmak…

 
● Oyunda oyuncular neden gerçek isimlerini kullanıyorlar?
Gerçekçi olmasını istediğim bir oyunda oyuncuların bir başka karakteri oynamasını istemedim. Yani elbette ki oyuncular kendilerini oynamıyor ama ismin kendisi olması mutlaka ona bir şeyler veriyor. Bu da oyunun samimiyetine yansıyor.

 
● Kadın oyuncular ve siz, prova sürecinde kadınlara dair bilmediğiniz neler keşfettiniz?
Prova laboratuar gibiydi hepimize. Onlar kimi yaşanmışlıklarını oyuna koydular, ben de ailemin kadınlarından bana kalanları onlarla paylaştım. Tabi kadın oyuncuların metni okuması ile benim yazmam aynı şey değil. Ne de olsa ben mevzuya dışarıdan bakan bir gözlemciyim. Yazdıklarımla örtüşen noktalar görmek bizi bazen güldürdü bazen hüzünlendirdi.

 
● Oyun çok sade; müzik yok gibi, dekor da sadece bir İstanbul fonu. Neden böyle yalın bir hal tercih ettiniz?
Theatron’da keşfettiğim ve ikna olduğum bir şey var; ‘hikâye anlatıcılığı’. Biz de tiyatroda gerçek olanı, o anda olanı aramaya çalıyoruz. Bu oyunu yazarken bunun üstünden ilerlemek istedim zira oyuncu aynı zamanda bir hikâye anlatıcısı. Oyuncunun oynadığını seyirciden saklamak gibi bir durum yok. Seyircinin, kadınların anlattıklarına odaklanmasını istediğim için dekorun çok sade olması gerekiyordu.

 
● Peki, oyunda İstanbul’un rolü ne?
İstanbul kentsel dönüşümle hızlı bir şekilde büyüyor, değişiyor. Üç sene önceki mekânlar artık yok, aidiyet hissimiz gittikçe kayboluyor. Oyundaki kadınların 50 yıllık hikâyesini anlatırken, bunu İstanbul’un dönüşümüyle birleştirdim. 

 
● Bence İstanbul kadınlar için daha zor bir şehir.
İstanbul bence giderek erkekleşiyor! Dikey büyüyor, kocaman yollar filan, yaya olmak, yürümek, bir yere ulaşmak çok zor

 
● Oyuna gelen kadın seyirci muhtemelen kendini görecek. Peki ya erkekler?
Gidip anneleriyle bir kahve içsinler oyun sonrası. Onlara ‘Nasılsın?’ diye sorsunlar. Ama gerçekten sorsunlar bunu, annelerini bir an olsun ‘anne’ değil de bir kadın, bir birey olarak görsünler. Aile kurumu enteresan değil mi? 4-5 kişiyi bir ömür bir eve topluyorlar. Çok saçma bence. İnsanlar arkadaşlarını seçebiliyor ama anne, baba, kardeşlerini seçemiyor. Oyunda yaşanan yabancılaşma tam da bundan. Kimse kimseye mecbur değil. Ama anne ile arkadaş olmayı denemek gerek. Bu oyuna gelen erkekler de ailesindeki kadınları bir birey olarak görüp, onlarla o şekilde bir iletişim kursa... –Hiç öyle bir amacım falan yok ama- böyle bir farkındalık yaratılsa hoş olur…
Ayfer Dönmez, Başak Kıvılcım Ertanoğlu, Melis Öz’ün rol aldığı oyun, 8-20-27 Aralık’ta ve sezon boyunca
Kadıköy Theatron’da. https://www.facebook.com/BAMistanbul

 



ARŞİV