Yaş, hayat, olanaksızlıklar, zorluklar… Onun defterinde “olmaz” hanesi yok. 1970’li yıllarda sesi, oyunculuğu ve elbette mavi gözleri ile gönüllere taht kuran Işıl Yücesoy’un yıllara, hayata, değişen jenerasyona rağmen yeri eskimiyor, değişmiyor… 50 yıllık sanat yaşamında dik durmayı, mütevazı olmayı kendine rehber edinmiş Işıl Yücesoy aynı zamanda eski bir Kadıköylü. Işıl Yücesoy’la sanat yaşamını, çalışmalarını ve Kadıköy’ü konuştuk.
* Hayat hikâyenize baktığımızda voleybol, piyano, tiyatro, şan, dizi oyunculuğu, sinema, pek çok şey var. Bütün bunları birarada nasıl yürüttünüz?
Ben yapı olarak çok kulvar seven biriyim. Aynı şeyleri yapınca çok sıkılıyorum. Ve performansım düşüyor gibi hissediyorum. Sanırım beni yormayan da bu kulvar sevgim oluyor. Aslına bakarsanız hepsi birbiriyle bağlantılı. Çok da birbiriyle çakışan ve çelişen yollara sapmıyorum.
* Şunu da yapsaydım dediğiniz bir şey kaldı mı?
Olmaz mı? Günlük hayatta değişen ve gelişen her şeyin takibi benim için çok önemli. Her şeyi öğrenmek ve bilmek istiyorum mesela. Öğrenmeyi seven bir kadınım.
* Ülkenin 50 yıllık sanat dünyasında oldukça önemli bir yere sahipsiniz. Fakat sizi sonradan tanıyan jenerasyon da dahil olmak üzere hiç kimse için “şaşalı bir diva” olmadınız. Yeni tanıyanlar için de eskiden tanıyanlar için de aileden biri gibisiniz. Bu nasıl oldu?
Sizin deyiminizle “şaşalı bir diva” olma merakım hiç olmadı. Ben ayakları yere basan hissettiğini hissettirmeye çalışan, titiz, çalışkan ve yaptığı hiçbir işte utanmak istemeyen bir sanatçı olmak istedim. Ekranda da özel hayatımda da sahici olmam, yapay tarafımın olmaması sokaktaki insanlarla da el ele getirdi beni. Benimle konuşur hale geldiler çünkü cevap alıyorlardı. Bana sarılmak istiyorlardı çünkü ben de onlara sarılıyordum. Bunu hep bildiler ve hissettiler. İlişkilerde riya yoksa işte sonunda böyle her şey sahiden yaşanır. Ben seyircimle ya da dinleyicimle hep çok gerçek bir ilişki kurdum.
Oynadığım roller etkili oldu diyebilirim bunda. Erol Taş hikâyesi gibi. Gündelik hayatımda öyle sert biri değilimdir aslında. Kurallarım, kesin ve kırmızı çizgilerim vardır muhakkak ama her insan kadar. Ama aslında her şey aynı yola çıkıyor. Bir önceki soruda söylediğim “gerçekçiliğe”. İnsana annesi, anneannesi bile kızar bazen. İşte önemli olan o paralelliği kurmak ve yaşayıp yaşatmak.
“AYAĞA KALKMANIN HEP BİR YOLUNU BULDUM”
Açıkçası bu beni çok mutlu ediyor. Özellikle sosyal medya üstünden bu tarz yorumlar çok alıyorum. Benim mizacım, yaradılışım böyle. Elbette düştüğüm, yıldığım anlar oluyor, olmuştur ama ben kendi kendime ayağa kalkmanın hep bir yolunu buldum. Hayat bu... Yormaz olur mu? Nasıl geçti 50 sene diye soruyorlar bazen tırnaklarım koptu diyebiliyorum özetle.
Bir anne evlatları arasında ayrım yapabilir mi? Hepsi benim. Hepsi benim parçam…
Biz yokluk zamanına denk geldik tiyatronun. En zor ama belki en keyifli yıllarıydı. Boş oturmazdık. Sezonda 2 -3 oyun oynadığımız oluyordu. Sanırım o yoğun ilgi, bir dönem sonra duraklama evresine girdi. Şimdi bakıyorum bir sürü yeni tiyatro açılıyor. Seyircileri var mı bilemiyorum ama bu kadar ilgili gencin olması beni umutlandırıyor doğrusu.
“NİNNİDEN ÇOK ANNE ŞARKILARI”
Ninnilerden önce masallar vardı aslında. Bir firmaya YouTube için masal seslendirmeleri yaptım, onlar da bu kayıtları animasyon çizgi filmlere çevirdiler. O projenin ismi “Işıl Yücesoy ile Evvel Zaman İçinde Masallar”dı. Sonra bunun devam etmesi gerektiğini düşündük. Bir ninni albümü yapalım dedik. İlk albüm 5 anonim ninniden oluşturuldu. Fakat ninni bulmak oldukça zor bir süreçti. Genelde aynı şeyler aynı cümleler... Bir an yapabilir miyim diye düşündüm. Bir cesaretle ninni yazmaya yönlendim bu yeni albümde ninnilerin söz ve müzikleri bana ait. Sanırım farklı bir proje oldu bu defa. Ben bunlara ninniden çok anne şarkıları diyorum.
Evet, çok sürpriz bir çalışma olacak. Sabahattin Ali’nin bir şiiri geliyor. Hem de hiç beklemediğiniz bir müzik tınısı ve Işıl yorumuyla. Yolu açık olsun…
“BAĞDAT CADDESİ YENİ OLUŞUYORDU”
Ortaokul yıllarıyla başlayan bir aşk benimki. Yeldeğirmeni Ortaokulu, Kadıköy Kız Lisesi. Bu yetiştiğim yıllarda Bağdat Caddesi oluşuyordu. Toprak yoldu daha. Selamiçeşme’ye kadar tramvay çalışırdı. Şaşkınbakkal’dan öteye gitmek de yasaktı. Neredeyse bostandı oralar. Yani milattan önceden söz ediyoruz. Şimdi bu aşk biter mi? Bu soruya Caddebostan’dan denize girmiş, geceleri kardeşimle bisiklet turları yapmış, Moda’da Ayten Alpman’ı dinlemiş biri olarak cevap veremem.
Bu eski bir öykü. Gençken insan ne yapacağını bilemiyor. O da öyle bir hevesti işte. Sporun her dalını sevmişimdir. Lisede voleybol oynardım. Hocalarımın aracılığı ile Rasimpaşa Kulübü’ne girdim. Ama o serüven çok da uzun sürmedi. Yol ayrımına geldiğimde sanat ağır bastı.