“Gel anlat bana unuttuğun ne varsa
Yorgan iklimi hasretin ağırlığında
Bu uzaklar
Bu uçaklar
Bu bilekler
Seni bana getirsinler” (Hafif Masal)
İnsan onun şarkılarını dinlerken kendi hayatının bir yerinden geçiyor gibi oluyor. Hasretine bakıyor, özlemine, sitemine, kırgınlığına, yorgunluğuna… Hayat denen o uzun ve karışık yolu usul usul yürüyor, başınızı bir şarkısının omzuna yaslıyorsunuz. Cihan Mürtezaoğlu’nun 2016’da “Bitsin Bu Delilik” ile yoldaşlık etmeye başlayan şarkıları, bu günlerde çıkan Hafif Masal ile sürüyor.
Mürtezaoğlu ile hem müziğini, hem Kadıköy’ü hem de hayatı konuştuk.
Aslında albüm planlaması korona virüsünden önceydi. Sadece içerik konusu tesadüf eseri karantina dönemine denk geldi. Ocak- Şubat ayı gibi albüm yapmaya karar vermiştim. Sadece kaç şarkı olacağı, hangi şarkılardan oluşacağı ya da eski şarkılardan mı yeni şarkılardan mı olacağının ucu açıktı. Karantina ortamında ilk kez bulunmanın verdiği bir yüzleşme gibi bir şey oldu. Albümün yarısını eski şarkılardan yarısını yeni şarkılardan yapma kararı aldım. Bir de kendi içinde eskiyle yeni arasında bir yapı bütünlüğü ortaya çıktı. Önceden 5 şarkılık bir albüm tasarlıyordum. Bir şarkı daha ekledim 6 şarkılık bir albüm oldu.
“HAFİF MASAL”
Hafif Masal benim eski bir şarkım. 2014 yılında yazmıştım, hatta ilk yazdığım şarkılardan biri. Onun ortaya çıkış döneminde de çok yoğun, koyu bir hayata bakış haliyle yaşarken bundan sıkılıp başka bir şeyi ararken bulduğum bir hal o. Hafif Masal biraz onu tarif ediyor. Hafif bir masal olsun gibi. İnsanın kendisi de hafif bir masal olsun. Müzikal olarak da bu yoğun koyu halden biraz daha taze bir hale geçmeyi temsil eden bir şeydi. Ne kadar başarılı oldu bilmiyorum ama mecaz olarak hoşuma gidiyor. O ismi çok sevdiğim için de albümün ismi o olsun istedim.
İlk albümümü 2016 yılında yaptıktan sonra iç dünyamda ve içeriden dışarıya doğru bakışımda yarılma gibi bir şey olduğunu düşünüyorum. Bu albümle beraber hem o yarığı tamir etmiş olduğumu hissediyorum, hem geçmişten taşıdığım şeyler var hem de yeniyi anlatmaya çalıştığım şeyler var. Ve onların ikisinin eşleştiği yerde şimdiki zamana akortlanmış olduğumu hissediyorum. Albüm benim için öyle bir anlam da taşıyor.
“EDEBİYATLA DERİN İLİŞKİLERİM YOK”
Ben müzik kökenli biriyim. Müzik bölümü okudum. Müzik dünyasından gelen biriyim, söz dünyasından gelen biri değilim. Edebiyatla veya sözel dünyayla o kadar derin ilişkilerim yok. Derinden kastım; metodik bağlamda derin ilişkilerim yok. Daha sezgisel ilişkilerim var. Bu nedenle şarkı yaparken ilk refleks hep müzik yönünde oluyor. Sonra sözü bir anlatı, bir içerik, bir yapı olarak müziğin içinde arıyorum.
Müziğin beni çağırdığı anda çeşitli imajlar, sesler, kişiler, sohbetler gibi pek çok şeyin beni çağırdığı bir ortam oluşuyor. O dönem okuduğum şeylerden, bir kelimeden, bir kokudan etkileniyorum, oradan bir kapı açılıyor. O halin içinde birbirine benzeyen şeyler yan yana geliyor.
Birisine bir şey anlatırken onu kafa göz yararak söylemekten ziyade anlattığınıza benzer bir tür eşlikçilik gibi ama söylenmesi gereken şeyi söylemiş olmayı önemseyen biriyim. O müziğe sirayet ediyor olabilir. Bunu kendimle ilgili hissediyorum müzikte böyle bir şeyin karşılık bulmasını ilk kez biri söyledi çok kıymetli benim için.
Olmayacak. Çünkü basılı mecra ortadan tamamen kalktı gibi. CD çalar ne arabalarda ne bilgisayarlarda artık yok.
DİJİTALEŞMENİN MÜZİK PİYASASINA ETKİSİ
İki yanı var. Bir bence demokratik bir tarafı var. Herkesin kendi dünyasını anlatabilmesi için fırsat veriyor. Bunun çok olumlu olduğuna inanıyorum. 90’lı yıllarda bir albüm yapmak için bir sürü sosyal bağınız, ağınız ve bazı becerilerinizin olması gerekiyordu ki insanlara kendinizi anlatabilesiniz. Şimdi öyle değil. Şimdi dünyanın en asosyal kişisi de olsanız evinizde son derece ucuz ekipmanlarla kendinizi ifade etme şansınız var. Bu yanıyla olumlu olduğunu düşünüyorum. Bir yanıyla da bu herhalde vahşi kapitalizmin doğası gereği sürekli bir üretim yapma ortamı doğuyor. Bu da bazı şeylerden eksiltiyor. Sürekli içerik yaratma zorunluluğunda da bir problem görüyorum. Ama tek taraftan bakmaktansa iki yönüyle bakmayı daha doğru buluyorum.
Uzunca bir zamandır birilerini dinlemekten uzaklaştım.
Yaş ve müzikle kurduğum ilişkiyle ilgisi var sanırım. Benim için müzik dinleme, kendini müzikleri anlamaya bıraktı. Belli soundları, belli sözleri anlamak üzere müziğe bakıyorum. Bu bence biraz da mesleki bir deformasyon. Kafanın algılardan bağımsız müzik dinleme çok kolay değil. Bir yanıyla lanet gibi de.
Eskisine kıyasla daha dengesine oturtmaya çalıştığım bir yaşam şeklim var. Daha sakin. Hatta artık biraz İstanbul’dan uzakta bazı yerlerde yılın bir iki ayı olmayı düşündüğüm bir evredeyim.
Sosyallik üzerinden şekil bulan biri olduğum için emin değilim. Öte yandan hali hazırda var olan çok fazla şarkı ve anlatım olduğu için o inziva onları ortaya çıkarabilir. Ama yepyeni bir şey olmasıyla ilgili ne yapar gerçekten bilmiyorum. Olumsuz da etkileyebilir. Hiç bilmediğim bir yerden olumlu da etkileyebilir.
PANDEMİDE MÜZİK
İlk ortaya çıktığında travmatik bir tarafı vardı. Sonra birçok şey gibi ona da uyum sağladığımı hissettim. Bir yanıyla da albüm yapma dönemine de denk geldiği için avantajından yararlandım diyebilirim. Kendini izole edebilmek günlük yaşantıda daha zor. İzole olma durumu bir yanıyla bana iyi geldi diyebilirim.
Tabii ki çok olumsuz. Müzik sektörünün çok sallandığına inanıyorum. Hiç konser yapamıyor olmak ekonomik ve psikolojik anlamda derinden etkiledi.
Bilmiyorum gerçekten anlamak zor. Açık alanda insanlar konser ortamında niye biraraya gelemesin? Sosyal temas olmayan bir şekilde konserlerin başlaması gerektiğini düşünüyorum. Gerçi ufak ufak yapılmaya başladı.
Ege’de iki konser vardı. Çok iyi hissettim. Tekrar insanlarla bir araya gelmek güzel bir duygu.
Günümüz yaşam koşullarının ne kadar sertleştiği, alanların ne kadar daraldığı ve sınıflar arası kopuklukların ne kadar arttığını hissettim. Bu da bana hayatla ilgili küçülmeyi çağrıştırdı. Ben aslında böyle yaşayan biriydim ama bunun ne kadar büyük bir gereksinim olduğunu çok sert bir şekilde gördüm. Sezgisel olarak biliyordum ama gerçek bir karşılığı yoktu. İnsanı, bir tür küçülme, kendi kabuğunda sevdiklerinle kalma gibi bir şeye sürüklüyor.
“KADIKÖY’ÜN BİR AURASI VAR”
Erenköy’de oturuyorum, 10 sene boyunca da merkezde oturdum.
Ben önce Kuzguncuk’ta yaşıyordum. Buraya bir arkadaşım taşınırken ona yardım etmek üzere gelip, gördüm ve hemen buraya taşınıyorum dedim. Çok sevdim.
Çok fazla etkisi olduğuna eminim. Özellikle benim kuşağım insanlar arasında yani 30-50 yaş arasında kuşakta sosyalleşme, yeni yollar, yeni yöntemler keşfetme anlamında Kadıköy’ün derin ve özel bir yeri olduğuna inanıyorum. Benim dönemimde Büyük Ev Ablukada’nın başını çektiği Kadıköy menşeili gruplar çıktı. Demek ki Kadıköy’ün öyle bir aurası var. Belki bu bir zaman geçtikten sonra müzik araştırmacılarının araştırıp konuşacağı şeydir. Ama etkisini derinden hissediyorum.