Çağdaş Türk edebiyatının güçlü kalemlerinden Buket Uzuner’in yarım asırlık öykü serüveni tek ciltte toplandı. Everest Yayınları etiketiyle çıkan “50 Yılın Toplu Öyküleri”, yazarın bugüne dek yayımlanan yedi öykü kitabını bir araya getirirken, daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış bir öyküsünü de okurla buluşturuyor. Yayımlanma tarihlerine göre sıralanan öyküler, yazarın kendi onayıyla son baskıları temel alınarak derlenmiş. 2020 yılında yazılan “Ankara’nın En Güzel Mevsimi” ise kitaplardan bağımsız, “açılış öyküsü” olarak yerini aldı.
Kitaptaki dikkat çekici unsurlardan biri de Ayın En Çıplak Günü adlı öykü kitabında sansür nedeniyle çıkarılmış bazı satırların, üzeri kapatılmış hâliyle korunmuş olması. Bu tercih yayınevi ve yazar tarafından, 2025 yılında hâlâ ifade özgürlüğü sorunlarının sürdüğü bir ülkede, sansürün edebiyat üzerindeki etkisine dikkat çekmek amacıyla yapılmış.
Okur nasıl Uzuner öykülerinin 50 yaşına gelmiş olmasının şaşkınlığını yaşıyorsa yazarı da okurla aynı şaşkınlıkta buluşmuş. Buket Uzuner kitabın önsözünde yazarlık geçmişine dönüp baktığında bu şaşkınlığını gizlemiyor: “50 yıl mı? Bir yanlışlık olmasın? O kadar uzun zaman geçmiş olabilir mi?” sözleriyle yazmaya neredeyse çocuk yaşta başladığını, yazının ise hayatındaki en uzun ve tutkulu yolculuk olduğunu anlatıyor. Bu yolculuğu “hızlı, zor, yorucu, sık sık düşüp yaralanarak, kırılarak, dışlanarak, sonra yeniden kalkıp koşarak” sözleriyle tanımlayan Uzuner, yazarlıkta esas motivasyonunun her zaman “daha iyisini yazmak” olduğunu belirtiyor.
KADIN YAZAR OLARAK MÜCADELE
Edebiyat dünyasında bir kadın olarak var olmanın getirdiği zorluklara da dikkat çeken Uzuner, Virginia Woolf'a atıf yaparak şöyle diyor: “Kadının ‘Kendine Ait Bir Oda’sının bile bulunmadığı gerçek hayatlardan çıkıp, kendi özel alanı ve kendi mahremiyetini kurabilmesinin neden zor, hatta imkânsız kılındığını hiç unutmamanızı dilerim. Çünkü bir kadının hâlâ yazmak veya herhangi bir alanda çalışmak için kendine ait zaman, kendine ait bir oda, yani kendine ait kişisel alan ihtiyacını gidermesinin çok zor, çoğunlukla imkânsız olduğunu biliyor ve susuyoruz. Bu kişisel alanın ve buna gösterilecek saygının sadece bir avuç kadın tarafından kazanılmasının yalnız bırakılmaktan terk edilmeye, ekonomik ve sosyal dışlanmaya, hatta ölüme varacak büyük ceza ve bedellerle göze alındığını kadınların yazdığı öyküleri okurken lütfen hatırlayın. Tıpkı hayatın diğer alanlarında olduğu gibi edebiyatta da erkek yazarlar için doğal kabul edilen her türlü hayat durumunun, kadın yazarlar için hâlâ büyük bir lüks olduğunu sakın unutmayın ki daha fazla kadın yazar, insanlığın ve dünyanın öteki yarısının öykülerini artık her coğrafyada korkmadan anlatabilsin. Zaten ben de bunları merhamet veya alkış beklentisiyle değil, 50. yılın kazandırdığı deneyimle ve farkındalık ihtiyacıyla dile getiriyorum.”
Erkek yazarlar için doğal kabul edilen birçok durumun, kadın yazarlar için hala büyük bir lüks olduğunu belirten Uzuner, “Bu nedenle öykülerimi ve hâlâ yaşamalarını sağlayan ilgileri, sevgileri ve kız neşeleriyle 50 yaşına getiren tüm kadınlara içtenlikle teşekkür ediyor, alkışlıyorum. Kadınların, kadınlara desteği, ilgisi ve sevgisi her zaman çok değerlidir.” diyor.
MODA’DA YAZILAN ÖYKÜLER
Moda’da yazılan bir çok öykünün de yer aldığı kitap, bir öykü koleksiyonu olmanın ötesinde, Uzuner’in yazarlık serüvenini, sansürle mücadelesini, kadın yazarlığın sınırlarını ve öykünün direngen gücüne olan inancını ortaya koyan bir edebiyat manifestosu niteliği taşıyor.
“50 Yılın Toplu Öyküleri” sadece bir yazarın kariyer özeti değil, tematik olarak da ayrılık, hüzün, kavuşma, yolculuk, gündelik yaşamın içinden anlar gibi insanlık hâllerini taşıyor. Hatta arada “paella” tarifi bile var. Çünkü Uzuner’in Yolda kitabının öyküleri Hiroşima’dan Madrid’e Berlin’den Helsinki’ye şehirleri, insanları ve tatları anlatıyor. İnsanın hayatla kurduğu ilişkiyi, gösterişsiz ama derin bir zarafetle anlatan kitap, Uzuner okurları için hem bir hatırlayış hem de yeniden buluşma hissi taşıyor. Öyküye inananlar içinse, edebiyatın dünyayı anlatma biçimlerinden biri olarak hâlâ ne kadar güçlü, sıcak ve canlı olduğunu hatırlatan bir davet niteliğinde.