Bulut’a yazılan anılar

Ruhi Uzunhasanoğlu “Buluta Yazdım” kitabında lojman çocuğu olmaktan, askerlik anısına, gurbette çıkmaktan, büyükdede vasiyetine, aile üyelerinden, korona günlerine pek çok anısını paylaşıyor

11 Ağustos 2022 - 10:39

“Elinizdeki kitapta yazıların bazıları gerçeğin ta kendisi, bazıları fantastik denemeler, hikâyeler ve hemen hepsi kısa cümlelerden oluşuyor.”

Ruhi Uzunhasanoğlu, oğlu Bulut’a yazdığı yazı, anı ve öykülerden oluşan anlatımları kitap haline getirdi. Sokak Yayınları etiketiyle geçtiğimiz aylarda çıkan kitap “Buluta Yazdım” 159 sayfadan oluşuyor. “Söz uçar, yazı kalır” düşüncesiyle insan ve duygu hallerini kendi penceresinden anlatan Uzunhasanoğlu, yazdıklarının edebi bir ölçüsünün olmadığını söylüyor. Ruhi Uzunhasanoğlu ile 50 yıl öncesinde çocuk olmaktan bugün yetişkin olmaya, lojman çocukluğundan, memleket özlemine, aile büyüklerinden, korona günlerine pek çok anıyı yazdığı “Bulut’a Yazdım” üzerine sohbeti ettik.

Kitap yazma fikri nasıl çıktı?

Aslında bir kitap fikri yoktu. Oğlum Bulut için bir mail adresi almıştım. Büyüyünce okur düşüncesiyle arkadaş gruplarında anlattığım küçük anıları, öyküleri oraya gönderiyordum. Arkadaşlardan “bu yazıları bir kitap haline getirelim” önerisi geldi. Sonra bu öneri ısrara ve zorlamaya dönüştü. Ve bu kitap çıktı. Biraz anı, biraz kurgu, biraz deneme olan, tek bir tanımlamanın içine girmeyen bir kitap oldu. Kitabın bir de karmaşık bir hedef kitlesi var.

“EDEBİ BİR KALIBI YOK”

Mesela?

Mesela benim de çocukluğumda yaşadığım lojmanlar ve ona dair anlatımlar “lojman çocukları” dediğimiz insanları etkiledi. Çünkü o yıllarda bunu yaşayan binlerce insan var. O yıllarda “lojman çocuğu” olmak hem olanlar hem de olmayanlar için farklıydı. Sonra kanser olan bir arkadaşımıza ilişkin bir anlatım var. Aile üyelerinin küçük küçük öyküleri var. Ve oğlum Bulut’un benim gözümden yaptıkları, yaşadıkları var. Bunların her biri farklı insanların ilgisini çekiyor. Biraz yaşanmışlıklar, biraz kurguyla oluşmuş bir kitap. Edebi bir kalıbı yok. Öyle bir iddiam da yok.

Ne kadar zamanda yazıldı?

Son on yıldır biriktirdiğim yazılardı. Yani on yılın birikimi diyebiliriz ama kitap haline getirmeye karar verince elbette tekrar üzerinden geçmek, çalışmak gerekti.

Senin kitapta en çok sevdiğin yazı ya da anlatı hangisi?

En öne çıkan, öyküye benzeyen anlatım Afyon Dayı. Afyon Dayı’nın yıllar önce bana anlattığını hikâyesini biraz süsledim. Ve okur tarafından da ilgi gördü.

“OKUNMASI KOLAY BİR KİTAP”

Kitabın geneline okur tepkileri nasıl?

Elbette insanlar kötü şey söylemiyor ama en çok söylenen “çok kolay okudum” oluyor. Okunması kolay bir kitap.“Seninle sohbet ediyormuş gibi okudum” diyorlar. Bazı hüzünlü hikâyeler de var. Onlardan etkilendiğini söyleyenler oluyor. Yazıların kısa bitmesini eleştirenler de var.

Ne gibi?

Tam konu başlıyor ve bitiyor. Bir hikâye tekniği ile de yazılmadığı için tasvir yok.

Peki neden hikâye tekniğiyle yazmadın?

İşte ben de buyum. Benim de yapabildiğim bu. Benim yazım tarzım bu. Ben öyle uzun tasvirler yaparak yazamam. Kısa cümleler yazıyor, kısa cümlelerle anlatıyorum.

Kitaba yönelik yapılan değerlendirmelerden biri de “Ateş başı öyküleri”ydi. Yani bir yerde, bir sahilde toplanırsın anılarını, başkalarından duyduklarını anlatırsın. Ben de bu kitapta bunu yaptım.

Bu yazıların devamı gelecek mi? Ya da başka tarzda bir şey yapmayı, yazmayı düşünüyor musun?

Aslında herkeste “devamını bekliyoruz” diye bir temenni var. Hemen üstüne bir şey olur mu bilmiyorum ama novella (kısa roman) önerenler “daha spesifik bir konuyu kendi uslubunla anlat” diyenler var. Belki bir süre sonra bir çocuk romanı yazabilirim.

Kitabı okuyanların aklında ne kalsın istersin?

Ben yazarken hep en sert konuyu bile sevimli hale getirerek anlatmak istedim. En acı, en kederli meseleyi bile çok can yakmadan, kaş çatmadan, slogan atmadan yazmak istedim. Daha insanileştirip, normalleştirip anlatmaya çalışıyorum. Sadece öfke anlatmıyorum, sadece dram anlatmıyorum. O yüzden acıyı anlatırken daha değişik anlatmak istedim. Kitapta bu var. Kitapta insana ait pek çok duygu var. Neşe var, hüzün var. Okuyanlar da bunu hissetsin isterim.

 


ARŞİV