‘’12 Eylül sonrası, ailelerin hava karardıktan sonra Cadde’de yürüyüşe çıkma alışkanlığı neredeyse bitmiş, mekân bize kalmıştı. Bir anlamda, darbenin kaosundan yararlanıyorduk da diyebilirim. Bizi kurtaran deterjan reklamına çıkan temiz aile çocuğu görünümümüzdü...’’
Türkiye’nin en meşhur mekanlarından Bağdat Caddesi’ni konu alan ‘’Cadde Çocuğu’’ romanın arka kapağında bunlar yazıyor. İçinde ise neler yok ki; ‘otomobil patlatmacısı’ fırlama zengin Cadde Çocukları, polislerle oynanan köşe kapmacalar, kasetçalarlar, markalar, Cadde aşkları, çeteler, ev partileri, araba yarışları… Cadde’nin 80’lerdeki ruhunu kaleme alan kişi ise kendisi de eski bir ‘Cadde Çocuğu’ olan Batuhan Kıran. Uzun yıllar basında foto muhabiri olarak çalışan Kıran’ın bu ilk romanı antikahramanlar yani ‘kötü çocuklar’ üzerinden ilerliyor. Adeta bir film izler gibi okunan romanda, şarkılar da yan rollerde. Öyle ki yazar, Spotify’da kitapta sözü ettiği 170 parçanın yer aldığı bir liste hazırlamış.
Sözü kendisine bırakalım…
Batuhan siz fotomuhabiri ve müzisyensiniz. Klasik soruyla başlayalım neden roman yazdınız?
Aslında yazma hayalim hiçbir zaman olmadı, hatta basında çalıştığım yıllarda dahi bilerek hep uzak durdum, Fotoğraf ve müziğin ekipmanları daha çekiciydi benim için. Koca objektifler, gezegenin geldiği son teknolojiyi avucunuzun içine sığdıran fotoğraf makinaları. Müzikte de öyle, güzel bir enstrüman gördüğümde kesinlikle hayranlığımı gizleyemem. Tüm bu şaşanın yanında yazı yazmak çok daha vasat bir ekipman sunuyordu tabii, bir daktilo , zamanımızda ise minik bir bilgisayar. Hiç de çekici değildi benim için…
Ama şimdi durup baktığımda yazı yazmayı farkında olmadan içimde sakladığımı anlıyorum yoksa bu transa asla giremezdim. Romanın daha girişini yazdığımda farkettim yazmanın büyüsünü. Aynı anda iki farklı dünyada yaşamanın verdiği heyecan muhteşemdi, bir paralel evren tecrübesiydi adeta…
Size bu 410 sayfayı yazdıran şey nedir?
80’li yılların beni melankoliye sürükleyen hatıraları, çevremde hep geçmişi konuşan biri olarak yaftalanma korkusu ya da kafamdaki kurguyu film yapmanın imkansızlığını idrak etmem gibi birden çok sebep. Ama şu ana kadar Bağdat Caddesi gibi hareketli ve şehrin en gösterişli caddesinin bir filmi veya romanının neden olmadığını anlamakta hala zorluk çekiyorum, en büyük sebep bu... Romanda geçen olayların içinde anlatılan Bağdat Caddesi aslında, hikayenin baş köşesinde o var. Nostaljik krokisi, insanları, dönemin kültürü ve caddenin bunu ne kadar yakalayıp yaşadığı…
"SAHTE CADDE ÇOCUĞU İSEN FARKEDİLİRSİN’’
Kitaba adını veren ‘Cadde çocuğu’ kimdir, kime denir, ne yer içer, nasıl giyinir…?
Romanın geçtiği 80li yıllarla günümüz arasında farklılıklar gösteriyor bu kavram. Ama yine de gerçek bir Cadde çocuğu olmanın ilk şartı Cadde çocuğu olarak doğmuş olmaktır! Şöyle Erenköy, Suadiye gibi nezih olarak adlandırılanlardan semtlerden birinde, hatta mümkünse sahil tarafında… Dışarıdan göründüğü kadar kolay değildir bu mertebeye ulaşmak. Önce yabancı okullarda okuman gerekir. Ama başarıyı yakalarsan baban çeker hemen altına arabayı. Tek dikkat etmen gereken şey aileni mahcup etmemendir, kılığına kıyafetine, hal ve davranışlarına özen göstermek, kaliteyi düşürmemek. O zaman da markalar koşar yardımına, Şu en meşhur en pahalı olanları… Semtin kulüpleri restoranları kafeleri ise evine dönüşür bir anda ,çalışanlar seni tanır daha kapıda karşılarlar…İşte ancak bu donanımla bir Cadde çocuğu olabilirsin. Şayet sahteysen, gerçek bir Cadde çocuğu hemen fark eder seni!
80’lerde siz de bir delikanlı idiniz. Cadde çocuğu muydunuz? Bebo karakteri ne kadar sizsiniz?
Her insanın hikayesi içinden çıktığı dönemin, yetiştiği kültürün ve beslendiği coğrafyanın ürünüdür. Benim şansıma Bağdat Caddesi çıktı, mecburen Cadde Çocuğu oldum, kaçınılmazdı… Konu Cadde ve 80ler olunca kendi deneyimlerim, izlenimlerim de tabii ki devreye girdi ama Bebo’yla benzerliklerim olduğum gibi farklılıklarım da var. O bir roman kahramanı, bana göre fazlasıyla maceracı…
Roman, adeta film tadında. Film izler gibi okunuyor ki oldukça da sade bir dil. Bunu bilhassa mı seçtiniz?
Yazmak için masa başına oturduğumda hikayenin kurgusu kafamda hazırdı. Onu zihnimde bir film gibi seyredebiliyordum… Madem filmini çekemiyorum o zaman film tadında bir kitap olsun dedim, okuyucu ağır cümlelerle boğuşmasın, film gibi kare kare aksın istedim. Zaten elimdeki malzeme de oldukça yüklüydü, ağır ve ağdalı bir dil okuyucuyu fazlasıyla zorlardı…
Bu noktada bir eleştiri/tespitim var. Kullandığınız dil ve küfürler ve bazı tanımlamalar bana kitabın bir ‘erkek romanı’ olduğunu hissettirdi. Siz ne dersiniz?
Roman yeraltı edebiyatı türünde. Baş kahramanı erkek olan kötü çocuklar üzerinden ilerliyor. İkinci bölümde ise kadın kahramanla birlikte aşk hikayesi başlıyor. Fakat kitapta da belirttiği gibi, Bebo’nun kadın oyuncunun gözükmesiyle hayatındaki aksiyon sahnelerine son verip yaşamını durağan bir aşk filmine dönüştürmeye hiç niyeti yok… Yine de gelen yorumlarda esprilerle en çok kadın okuyucuların eğlendiklerini görüyorum. Hatta ilginç bir biçimde yaşını almış kadın okuyucularım bile var…
Kitapta detaylıca anlatıyorsunuz ama dönemin Cadde’sini özetlemenizi istesem neler söylerdiniz?
80’lerde Cadde’de bir dönemin sonu yaşandı, muhteşem bir final sahnesi gibiydi diyebilirim. 70li yılların makyajlanmış haliydi aslında ama kesinlikle ondan kopuk değildi… 80’lerin ikinci yarısına kadar cadde kapalı bir kutuydu. Ziyaretçisi az, daha çok ekonomik ve eğitim düzeyi yüksek olan semt sakinlerine aitti, tabii son model arabalar ve son moda kıyafetler de buradaydı… Ama daha da önemlisi doğayla iç içeydi, büyük balkonlu, yayvan apartmanlar ve dev çınar ağaçları, kuş sürüleri karşılardı sizi. Öyle ki, bazen kuş cıvıltılarından birbirimizin sesimizi duyamazdık. Akşamları balkonlardan çatal bıçak sesleri gelirdi, konuşmalar, gülüşmeler, herkes birbirini tanırdı ortak bir ruh vardı. Cadde’den her uzaklaşıp geri döndüğünüzde buranın farkını yeniden anlardınız.
Bu bir dönem romanı, semt monografisi, aşk hikayesi bence. Sizce ne?
Evet, hepsi bir arada. Fakat semt monografileri gibi durağan olmasını istemedim. Okuyucunun kahramanlarla birlikte olaylarla semti dolaşıp zamanın ruhunu daha iyi hissetmesini amaçladım. Cadde’deki değişimle paralel ilerleyen bir aşk hikayesi var kitapta ve bunun yanı sıra aksiyon içeren maceralarla dolu…Plak nasıl tutulur, kasete kayıt nasıl yapılır ya da bankta oturmanın yarattığı ruh hali gibi tüm inceliklerine kadar anlatılmış akla hayale gelmeyecek bir çok detay var içinde.
Cadde her zaman için ‘piyasaya çıkılan’ adeta bir podyum muydu?
Daha çok son dönemlerde bir podyum gibi. Hatta insanların kendini star gibi hissettikleri büyülü bir yer… Eskilerde ise daha çok burada yaşayanların kültür seviyesiyle paralel gelişip kendini gösteren bir şıklık vardı diyelim…
Ana karakter Bebo ama sanki arabalar da başrolde gibi… O zamanların Cadde’sinde araba pek mühim bir şey miydi?
70 li yıllarda İstanbul’daki araba sayısı azdı. Öyle ki, her sokakta en fazla iki üç araba olur, herkes o arabanın kime ait olduğunu bilirdi. Araç sayısı ve çeşitliliği 80’li yıllarda artış gösterdi, daha ileri ve kompakt otomobiller üretildi. Bu durum en çok da Bağdat Caddesi’ne yansıdı. Trafiği etkileyen sayısal olarak aşırı bir artış değildi bu. Tersine, arabanın insana gerçekten özgürlük kattığı yıllardı. İşte o yüzden araba mühimdi… Cadde çocuğu olarak arabalar benim için önemli. Ama başına buyruk zapt edilmesi zor eski model arabalardan bahsediyorum. Eski arabaları siz kullanırdınız, şimdi ise akıllı arabalar insanları kullanıyor bence…
‘’CADDE, MARKA DEMEK’’
Daha ilk satırlardan markalar çıkıyor okurun karşısına. Cadde marka mı demek?
Kesinlikle, bu hiçbir zaman değişmedi sadece markalar değişmiş durumda… Tek farkı eskiden markalara ulaşmak zor ve sınırlı olduğu için insanların gözünde daha değerliydi. Şimdilerde ise bunun bir sınırı yok. Marka meraklısı olmak, kendini gösterme ve bulunduğu çevre ya da gruba dahil olma psikolojisini barındırıyor içinde. Öyle dönemler hatırlıyorum ki, istisnasız herkes aynı marka botlarla caddede gezerdi. Yani Cadde’nin her zaman için kendine has resmi bir tarzı markası vardı.
Cadde’nin nasıl bir jargonu vardı?
Dönem içinde her yerde kullanılandan farklı değildi. Şimdiki gibi uzatılmış ya da gevelenerek deforme edilmiş cümlelerden oluşan bir dil yoktu. Karşınızdaki sizin Cadde Çocuğu olduğunuzu jargonunuzdan değil kıyafetinizden, temiz pak duruşunuzdan anlardı… Ama konuşulanların içeriği farklıydı tabii. Arabalar, filmler, müzikler, kulüp maceraları, video, walkman gibi yeni çıkan video elektronikler, belki de Fransız tatil köyünde geçen yaz tatilinin anıları. Dertten tasadan uzak, toz pembe bir içerik…
Cadde çocukları ile diğer semtlerin çocuklarının ilişkileri nasıldı?
Popülaritesi yüksek üç semt vardı; Bağdat Caddesi, Fenerbahçe ve Moda… Semtin çocukları diğer semtlere de giderdi tabii ama gittiği yerde oranın gençleri arasında kesinlikle farkedilirdi. Başka semtin çocuğu olsa da herkes birbirini tanırdı zaten, arabası ne marka, kız arkadaşı kim, babası ne iş yapar, ne dinler ne yer ne içer… Bir de diğer semtlerden, istisnasız her gün gelip sanki Cadde çocuğuymuş gibi davrananlar vardı. Bu durum da her ne kadar herkes tarafından bilinse de yine de bir sorun olmaz, Cadde halkı onu bünyesine katardı. Gençler arasındaki sorun ancak semtlerin kendine has terör estiren grupları daha doğrusu çeteleri arasında çıkardı. Bu grupların bazıları altlarında pahalı arabalar yanlarındaki güzel kızlarla gerçekten de Amerikan yapımı macera filmlerindeki kadar havalıydılar…
Cadde trafiği o zaman çift yönlü idi. Şimdikinden nasıl bir fark yaratıyordu bu durum?
İnsanları kötü yönde fazlasıyla etkileyen bir fark yaratmadı aslında… Fakat yapılan sahil yolu Cadde’nin tanınmayacak derecedeki değişimine atılmış ilk adımdı, daha doğrusu genişleyerek karakterinin yok olmasına…
‘’CADDE GENÇLERİ APOLİTİKTİ’’
Tam da 12 Eylül sonrasına denk geliyor roman. Darbe ve sonrası Cadde’de nasıl yaşanmıştı?
Diğer semtlerde olduğu kadar sıkı ve kaotik değildi. İnsanlar da fazla etkilenmemiş ve daha rahat gözüküyorlardı. Hatta darbe öncesi akşamları sokağa yürüyüşe çıkmaya korkan ahali kısa bir süre sonra yeniden eski alışkınlığına döndü. Zamanımız için bunu söyleyemem ama o senelerde Cadde’deki insanlar daha apolitikti, özellikle de gençler…
Arka kapakta Özal iktidarıyla gelen değişime vurgu var. Nasıl bir değişim bu ve Cadde’ye yansıması nasıl olmuştu?
O yıllarda Reagan ve Thatcher ikilisi kapitalist sistemi dünyaya yaymakla meşguldü. Tüketim ekonomisi pompalanıyordu her yerde. Türkiye deki yönetim de bu politikayı destekliyordu ve tabii bu sistemin ilk yansıması da refahın en çok olduğu yerde gösteriyordu kendini, yani caddede. Şu anda kentsel dönüşümün de Bağdat Caddesi’nde başlaması gibi bir durum aslında.
Bu kitabı kimlere yazdınız, kimler okusun istersiniz?
Cadde’yi 80’li yıllarda yaşayanların okurken fazlasıyla duygulanacaklarından eminim. Bazı satırlarda kendilerini hatırlayacaklar, oturdukları sokağı belki de gezip tozdukları ilk arabayı... Aldığım geri dönüşler ise daha çok o seneleri başka semtlerde yaşamış olanlardan. İçlerinde, hikayenin geçtiği yerleri gezdirip göstermemi isteyenler dahi var. Gençlerin okuması ise beni gerçekten mutlu ediyor. Çünkü kitapta da geçtiği gibi “genç birine sahil yolunu gösterip biz eskiden buradan denize giriyorduk desen neyi ne kadar anlatmış olursun ki”. Ama kitabınızı okuyorum diyen bir gence rastladığımda, ifadesinden karakterlerle beraber olayların içine dalıp her şeyi derinden hissettiğini anlıyorum. Kitapta detaylı işlenmiş farklı konular da var tabii. Astroloji, maji, tarot, astral seyahatler, fotoğrafçılık, bisiklet sporu, arabalar, müzik ve alacakaranlık tadında hayaller… Ayrıca tedavi edici bir özelliğe de sahip bu kitap. O senelerde takılı kalmış olanlar için kesin çözüm diyebilirim…
Bu roman ve diğer okuduklarım, duyduklarım ve gözlemlerim bana ‘Cadde yaşantısının pek de matah bir şey olmadığını, giysiler, arabalar, para, geçici aşk ilişkileriyle dolu, ülkeden, gündemden bi haber boş bir şey’ olduğunu hissettiriyor. Naçizane tespitim bu. Size ters geldiyse bu tespitim kusura bakmayın ama siz nesini seviyorsunuz Cadde’nin?
Her ne kadar büyük bir değişim yaşıyor olsa da cadde hala şehri vitrini, ülkenin en Avrupai yeri. Sunduklarını yaşamak tercih meselesi. Kişinin kendisini nasıl biçimlendireceği, neyi örnekleyeceği kendinin karar vereceği bir durum. Bence kendi gelişimimizi yaşamak ve öğrenmek için her zaman mükemmel olanı deneyimlemeye ihtiyacımız yok, yanlışları fark edip onlardan uzak durmak da başka bir formül…
Siz şuan Cadde’de mi yaşıyorsunuz? O zamanlar ile bugünü kıyaslayınca neler gözlemliyorsunuz?
Kentsel dönüşümün başlamasıyla Cadde’yi terk ettim. Hatıralarımın yok olmasına daha fazla dayanamadım. Üstelik sadece binalar da değil, kesilen ağaçlar, kedisinden kuş sürüsüne, karıncaya kadar yerinden yurdundan olan türlerle sanki toplu intihar gibi. Bu değişimi fotoğraflayıp bir belgesel hazırlamayı düşündüm bir ara, hatta teklif bile geldi bu konuda. Fakat bu acıya daha fazla konsantre olmaya cesaret edemedim, vazgeçtim o yüzden… Eskiyi artık mümkün olduğunca günümüzle kıyaslamamaya çalışıyorum. Çünkü farkı gördükçe sadece şu an değil eski hatıralarım da hüzne dönüşüyor. Ama yine de Cadde’ye her indiğimde bu kıyaslamanın içinde buluyorum kendimi… Zira, eski sokağımdan geçerken bile bazen nerede olduğumu karıştırıyorum. Bu yüzden artık Cadde’yi fazla ziyaret etmemeye çalışıyorum…
O dönemin Cadde çocukları şimdi nerdeler?
Bir çoğu yurt dışına gitti, hepsi de iyi okullarda okumuştu tabii. Burada yaşayanların da gördüğüm ve bildiğim kadarıyla keyfi yerinde. Standartını düşüren bir Cadde çocuğu görmedim şimdiye kadar, hepsi belli bir kademeye gelmiş kelli felli insanlar oldu. Ama yine de bir gün onlardan birine rastlayıp araba yarışı filan yapmaya kalkarsanız benden size tavsiye, dikkatli olun derim!