Gazeteci, sinema eleştirmeni, spor yazarı Uğur Vardan bu kez ‘Çelişki Bilmez Lezzet’in Geçmiş Zaman Maceraları’ kitabıyla karşımızda. Üstelik ilk kitabında 1970’li yılların sokaklarını, insanlarını, ebeveynlerini, sinemalarını, çocukluk anılarıyla harmanlayarak çocuklara sesleniyor. Gazetemizin de yazarı olan Uğur Vardan’la hem yazdığı çocuk kitabını hem de anılarla bezeli geçmişini konuştuk.
Bir çocuk kitabı yazma fikri nasıl oluştu?
Çınar Yayınları’ndan arkadaşım Derviş’le muhabbet ederken bir çocuk kitabı serisi çıkaralım fikri ortaya çıktı. Ana sporlarda; futbol, basketbol, voleybol gibi sporlara giriş kitabı. Bu işin uzmanlarının anlattığı, çocuklara yönelik, ‘futbolu öğreniyorum, basketbolu öğreniyorum’ gibi bir konsept. Benim de bir öyküm vardı, o esnada aklıma geldi. ‘Yaz basalım’ fikri gelişince yazdım. Bir öykü zamanla birkaç öykü oldu. Çınar Yayınları Çocuk Kitapları Yayın Yönetmeni sevgili Burcu Aktaş metinlere el attı, çizer arkadaşımız Dilem Serbest de enfes desenleriyleöyküleri resmetti. Ortaya bu kitap çıktı.
Daha önce böyle bir deneyiminiz olmadı. Çocuk kitabı yazarken zorluk yaşadınız mı?
Yaşamadım çünkü karşımdaki yetişkin gibi yazdım. Çünkü ben çocuklara da öyle davranırım ve çocuklarla da bu yüzden daha kolay iletişim kurduğumu düşünürüm. Nasıl büyüklere kelime oyunu yaparsam onlara da yaparım. Onlar bir de şaşırırlar. Çocukken benden büyüklerle zaman geçirmeyi severdim, onlara ‘abi’ derdim ama kendimi de büyük gibi hissederdim. Bir de çocuk kendisini kandırmaya yönelik hareketleri anlıyor. Çocuk, içindeki öğrenme hevesi ve merakla kendinden büyük dünyaya aç olduğu için büyüklerin de okuyabileceği gibi yazdım. Takdir okurun.
“YAZARKEN ÇOCUKLUĞUMU DÜŞÜNDÜM”
Çocuklar için yazmak nasıl bir şey?
Yazarken kendi çocukluk dönemini düşündüm ve o çağlarda okuduğum kitapların, o dönemde üzerimde nasıl izler bıraktıklarını hatırlamaya çalıştım. Bu çaba beni şu noktaya taşıdı; çocukken bizi ‘çocuk olarak görmeyen’, ele aldıkları meseleleri, konuları basite indirgemeden, karşısındaki ciddi bir okur olarak kabul ederek anlatmaya çalışan, kandırmaya yeltenmeyen kitapları daha çok beğendiğim ve zihnime yerleştirdiğim aklıma geldi. Bu kitabı da benzer kıstaslar çerçevesinde kaleme aldım.
Okurların, çocukların tepkisi geldi mi? Nasıl buluyorlar kitabı?
Çocuk okurların tepkisi geldi. Genelde beğeniyorlar. Arkadaşlarım çocuklarına okurken çekip bana da atıyorlar. Tepkilerini oradan da görebiliyorum.
Kitaptaki hikâyeler çok hoş. 1970’li yıllar, çocukluğunuzun geçtiği farklı şehirler, Ne kadarı kurgu ne kadarı gerçek?
İlkokul 2’nin ortasına kadar Zonguldak, bir yıl Balıkesir sonra da Bursa’da yaşadık. Öykülerden ikisi Bursa, biri Zonguldak, kedili olan da zamanımız İstanbul’da geçiyor. Ama hepsi gerçek. İşin kurgu yanında ise şu var; kitapta yer alan dört öyküden üçü 70’li yıllara ait, bir tanesini (Fareli ve kedili olanı) geçen yıl yaşadım ama çocukluğuma taşıdım...
“ANNEM MUZİP BİR KADINDI”
Kitabı anneniz Meliha Hanım’a ithaf etmişsiniz, öykülerde de önemli bir yer tutuyor. ‘En az dört çuvala sığacak kadar’ da öğüt vermiş size...
Annem espirili, muzip bir kadındı. Neşesiyle ortamda kötü bir hava varsa bile dağıtırdı. Küçük kağıtlara, fotoğrafların arkasına not alırdı. Buldum o notları, babam iflas ettiğinde “İşler sarpa sardı, Allah yardımcımız olsun” yazmış mesela. Bence bunu Cumhuriyet’in kazanımlarına bağlamak lazım çünkü Kız Sanat Enstitüsü’nde okumuş. Lise düzeyinde temel hayatı kavrayacak bir eğitim almışlar. Dünyaya açıklar. Sinemayı da çok severdi. O zamanki kuşakta, hepsinin belli bir kültürü vardı. Çok sinemaya giderdik annemle. Ben örneğin Yılmaz Güney’i ilk politik figür olarak değil sinemadaki vurdulu kırdılı filmleriyle tanıdım.
Hikâyelere sinmiş bir 1970’li yıllar Türkiye’si ve insanları görüyoruz...
Kuşak olarak 1970’li yıllar itibariyle farklı değerlerin olduğu bir Türkiye’de yetiştik biz. Nostalji gibi nitelendirilebilir ama dürüstlük, tutarlılık, vicdanlı olma o dönemlerin önemli toplumsal kriterleriydi. Orta sınıfın alım gücü belki azdı ama hayata tutunma çabaları, bilgiye, evrensele ulaşma isteği ve ilkeli kuşaklar yetiştirme gayreti bir Cumhuriyet öğretisiydi. Şimdiden bakıldığında muhteşem günler gibi geliyor. Rutin okul hayatı, boş arsalarda top oynama, çizgi romanlar, siyah-beyaz televizyonlar, radyodan maç dinleme, ‘Arkası Yarın’, ‘Okul Radyosu’ kuşakları, aşağı mahallenin çocuklarıyla kavgalar, kıyıda köşede kalmış yerlere uzanıp böğürtlen toplamalar, misket oyunları, sakızdan çıkan sinema oyuncuları fotoğraflarını biriktirme... Ben çocukluğumuzun fakirliğe rağmen cennette geçtiğine inanıyorum.
Kitapta bahsettiğinize göre ailece çok sinemaya gidiyorsunuz. O yıllarda sinema gündelik yaşantının da çok içinde. Daha o günlerden çizilmiş yolunuz gibi...
Balıkesir’deki evimizin karşısında açık hava sineması vardı. Oradaki çalışanlar beni çok severdi, her gece onlarla birlikte bilet keser sonra da film izlerdim. Zeki Alasya-Metin Akpınar komedileri, Tosun Paşa, Giuliano Gemma-Bud Spencer’lı western’ler, Franco Nero’lu aksiyonlar, Yavru ile Kâtip serisi, Hitchcock’un Kuşlar’ı aklımda kalan derin izler... Annem de çok severdi sinemayı. Beraber çok fazla film izlerdik.
“KİTAPLARIN DÜNYASINDA KAYBOLMAK ZEVKTİ”
Küçük Lezzet’in kitap dünyası nasıldı? Neler okurdunuz o dönemler, nasıl başladı okuma maceranız?
Ayşegül’lerle, Tarkan çizgi romanlarıyla başlayan serüven daha sonra Doğan Kardeş, Milliyet Çocuk, Red Kit, Kara Murat, Tolga derken Tommiks, Teksas, Kaptan Swing, Teks, Tom Branks, Zembla, Zagor, Kızılmaske, Mandrake, Gordon, Kinova, Jungle gibi çizgi romanlara uzandı. Sonrasında da bu halkaya Yaman adlı dergi, Mister No, Jeriko, Judas ve Superman eklendi. En son Ken Parker ve Conan’la soluksuz serüvenimi tamamladım diyebilirim. ‘Heidi’, Jules Verne’nin romanları, Milliyet Çocuk Klasikleri’nin ‘mavi’ kapaklı klasikleri vardı. Rahmetli annemin aldığı Hayat Tarih Mecmuası vardı mesela, Şevket Rado çıkarıyordu sanırım. O dergileri de çok severdim. Orta ve liseyi yatılı okudum, bu süreçte ben okuldayken annem Doğan Kardeş ve Milliyet Çocuk alıyor, bir kenara koyuyor ben de sömestr ve yaz tatillerinde eve gittiğimde ilk iş olarak birikmiş bütün sayıları okuyordum. Milliyet Çocuk’un fasikül olarak verdiği ünlü romanların çizgi roman uyarlamalarını da derginin tam ortasındaki yerinden çıkarıp ayrıca biriktirirdim. Sonuç itibariyle kitapların ister roman ister çizgi roman olarak sunduğu dünyaların içinde kaybolmak benim için büyük bir zevkti.
Lezzet Abi’nin yeni kitap fikirleri var mı?
Şimdilik böyle bir düşüncem yok ama neden olmasın tabii ki. Öte yandan elbette aklımda başka kitap fikirleri var, bakalım hayat ve gelecek ne gösterecek, bekleyelim görelim diyeyim...
NEDİR BU ‘LEZZET ABİ’NİN HİKÂYESİ?
"Sevgili Mansur Forutan’ın başında bulunduğu FHM dergisinde mavraya düşkün bir ekip vardı. Mansur yazı okuma işini bana paslardı. Ben de farkında olmadan “İyi yazı ama lezzetli değil” ya da “Çok lezzetli” gibi ifadelerle değerlendirmelerde bulunurmuşum. Ekipten Levent Ertem de ‘Lezzet Abi’ lakabını taktı, Mansur da yaygınlaşmasını sağladı."