Her gün onlarca resim sergisinin açıldığı Kadıköy’de yine bir sergi bülteni düştü mail kutuma geçenlerde. O bu seferki biraz farklıydı zira serginin sahibi bir doktor, malzemesi de röntgen filmleri. Hal böyle olunca ilgimi çekti. Bağdat Caddesi üzerinde konuşlanan Evrim Sanat Galerisi’ni ziyaret ettim. Burada 4 Mayıs’ta "Simulation of Truth" (Gerçeğin Benzetimi diye çevirmek mümkün) başlıklı sergisini açan ressam, şair ve kalp damar cerrahi uzmanı Prof. Dr. Ahmet Öcal ile görüştüm. Sanatçı hekimin dünyasına buyrun…
Doktor olduğum kesin. (gülüyor) Ama bir insanın kendine sanatçı demesi bence uygun değil. Bunu anca başkaları, onu tanıyanlar, yaptıklarını bilenler, takdir edenler söyleyebilir.
38 senedir doktorluk yapıyorum. Resimle uğraşmaya başlamam da hemen hemen aynı tarihe denk geliyor. Koşuyolu Kalp Hastanesi’nde ihtisas yaparken Maltepe ressamlarına katıldım ve Maltepe’de ilk atölyemi açtı. İhtisasım bittikten sonra Bursa'ya gittim. Bursa'da da yapmaya devam ettim. Arada aralar oldu ama onun haricinde yoğun bir şekilde resim yapıyorum. Halihazırda doktorluğu sürdürüyorum. Ameliyatlar devam, hastalar devam. Çengelköy'de atölyem var, resim de devam. Hatta hastanedeki odamda bile resim yapıyorum.
TABLOLARINI BAĞIŞLIYOR
30’a yakın. Katıldığım karma sergileri hiç söylemiyorum bile, epey çok. Bunların büyük önemli bir kısmı bağış sergisiydi. Çeşitli dernek ve vakıfların isteği üzerine çekinmeden resimlerimi bağışlıyorum. Sergi gelirinin tümünü bağışıyorum hem de. Mesela en son SMA’lı iki çocuğun kampanyasına resim verdim. Bu her şeyin ötesinde bir mutluluk.
Evet, eğitim ve sağlık çok önemli benim için.
Disiplin ve çalışkanlık… Tabi sosyal hayattan bir sürü fedakarlık yapıyorsunuz. Sonra o sizin yaşama biçiminiz haline geliyor. Ben ya ameliyathanedeyim ya atölyemde. Şu konsere de gideyim filan pek olamıyor. Yaşam disiplini ile ilgili bir şey. Çünkü doktorluk ne kadar önemli bir misyonsa sanat da öyle.
Almadım, alaylıyım. Ama binlerce resim yapınca insan ilerliyor haliyle. Yenilikçi girişimlerim, cesaretim, çalışkanlığım pek de böyle matah bir insan olarak görülmememe yol açıyor sanat piyasasında. Onu itiraf etmek zorundayım. Çok da umrumda değil açıkçası. Çünkü ben ne yaptığımı biliyorum, yolumda devam ediyorum. Hayat kısa. Çok şey üretmemiz lazım, insanlığa bırakmak için. Bunların bir ksımını da demin konuştuğumuz gibi insanlığın sağlığına, eğitimine vakfetmemiz lazım. Yoksa gelip geçiyoruz işte...
Bizim kalp cerrahisi yaşamla ölümün sınırında bir yer, bir nevi ön cephe. Bir hastayı ölümden ya alıyorsunuz ya da siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın o tekrar hayat kısmına geçemeyebiliyor. Duyarlı ve duygulu bir insan için bu mekanik bir şey değil. Yani o sizin anneniz olabilir -ki böyle bir ameliyatta annesini kaybetmiş bir doktor olarak söylüyorum- mesela. Dolayısıyla bunlar birikior. Bunu bu birikintileri içinizde taşıyamazsınız, mutlaka dışa vurmanız lazım. Yani resmin benim için böyle bir yanı da var tabi. Yaşamla ölüm arasındaki o yoğun savaş sonrasında kendimi resme bırakıyorum. Bu hem üretimleri besleyen bir öge, hem de bir anlamda rehabilitasyon.
İmpulsif (dürtüsel) resim diyebilirim. Örneğin şu an sizinle konuşuyoruz ya, 5 dakika sonra bir resme başlayıp bambaşka bir boyuta geçerim hızlıca. O resme başlar ve bitiririm. Hani bugün bir seans çalışayım, yarın biraz daha, 2 ay sonra resim bitsin diye bir şey yok bende. Bu şekilde ben 2 ayda 300 tane resim yaparım. Benim resimlerim tektir, hepsi el yapımıdır. Hiçbir şeye bakılarak yapılmaz. Taklit edilemez. Ben bile aynı resmi bir daha yapamam. Tamamen bilinçaltımdan hareketle ilerlediğim için yapacağım bir resmi çok az öngörürüm. Genellikle gelir ve o resmini yapar çıkarım. 5 dakika sonra başka bir resme başlarım çünkü o da başka bir serüvendir.
Geçen sene 1500 tane bildiğimiz hakiki kalın çöp poşeti üzerine resim yaptım. İnsanlar inanamadılar. Çöp poşeti dayanmaz, yırtılır dediler. Peki dedim, tuval yırtılmaz mı? O da yırtılabilir. Biliyorsunuz dünyada plastikten oluşan yeni bir kıtadan sözediliyor. Demek ki plastic, koskoca kıta oluşturacak kadar dayanabiliyor.
HEMŞİRENİN RUJU, HASTANIN KANI…
Eskiden modern kurutma araçları yoktu, röntgen filmleri ıslak ıslak verilirdi. Aman birbirine değdirmeyin, sonra ayrılmaz derlerdi. Hakikaten de öyle. Ha demek ki bu akrilik boyayı tutar diye düşündüm. Hakikaten de öyle oldu. Bu gözlemimden sonra çok seri olarak röntgen filmi üstüne resim yapmaya başladım. Henüz Maltepe’de atölye açmamışken, Koşuyolu’nda asistanken yani 90’lı yıllarda; nöbetlerde hasta kanı, ilaçların içerisindeki renkli sıvılar ve hemşire hanımların makyaj malzemeleriyle röntgen üzerine ilk resmimi yaptım. Çiçekli bir vazo resmiydi ki hala Koşuyolu’nda durur o resim. O zamandan bu güne 10 bin tane yapmışımdır. 35 sene geçmiş neredeyse, onca yıldır bu resimler sağ salim duruyorlar. Bu teknik dünyada bir ilk ve patentini de aldım.
Evet. Günümüz teknolojisinde bilgisayarlı görüntüleme kullanıldığı için hastanelerde eskisi kadar röntgen filmi bulmak mümkün değil. Yani bu sergide bunlardan alan aldı, başka örneği yok.
Gerçek ile hakikat ayrı şeyler. Gerçek bükülebilir bir şey. Coğrafyaya, zamana, dış etkenlere, sizin algı biçiminize gore değişebilir. Gerçeğin simüle edilmesi daha kolay veya daha akla yatkın gibi geliyor. Ama ben burada bu sefer diyorum ki hakikat tektir. Ve varoluş hakikatine hiç kimse ulaşamayacak diyorum. Bu ulaşılmamazlık, onu cazip kılar. Hakikat tek olduğu için bükülemez, deforme edilemez, zamandan bağımsızdır, mekandan bağımsızdır, coğrafyadan bağımsızdır. Ama peki hakikat nasıl simüle edilebilir? Kendine geliştiren, tekamül yolunda olan bir insane hakikate ulaşamasa bile en azından ışığını görür. O ışığı yakalayan insane, hakikati bükebilir veya simüle edebilir. Nasıl simüle edebilir? Ahlaklı bir yaşantıyla, devamlı tefekkür ederek o hakikate biraz daha yaklaşmaya çalışarak bu simülasyonu başarabilir. Ben de bu sergiyle bu konuyu tartıştırıyorum.
Zaten daha önce yine Cadde’de, Suadiye’de bir sergi açmıştım. Biz aslen biraz Anadolu yakalıyız. Kadıköy’ü çok seviyoruz. Bütün ömrümüzü orada geçti. Sahaflar çarşısında arkadaşlarımız vardı. Orada dergiler çıkartıyorduk. Kadıköy’de bir çok ressam, edebiyatçı şairi yazar arkadaşlarımız vardı. Mesela nerede sergi açarsak açalım, o akşam Koço'ya giderdik. Kadıköy bizim için özel bir yer.
Evet ama eski eskiden daha yoğundu, şimdi Kadıköy’ün o elit yapısı biraz bozuldu gibi geliyor keza sanat ortamı da zayıfladı. Kadıköy’ü kültürel anlamda dokulandırmak lazım tekrar. Anadolu Yakası bunu hakediyor, Kadıköy fazla fazla hakediyor. Belediyelerin kültür merkezleri, sanat galerileri kurmaları, sanatı halka indirmeleri lazım. Herkes kendi kaşığı nispetince nasibini almalı. Hiç kimseyi küçümsememek lazım. Çünkü o insanların da şiire, resme, müziğe ihtiyacı var.