Ayşegül, Fadiş, Suna, Ece… Sadece kız çocuklarının ismi değildir bizler için. Onlar çocukluk hayallerimize eşlik eden kızkardeşlerimizdir. Gülten Dayıoğlu’nun romanlarından çıkıp arkadaşımız olurlar ve büyüsek de öyle kalırlar.
Türkiye’de dört kuşağı eserleri ile büyüten 90 yaşındaki Gülten Dayıoğlu bugüne kadar tam 92 kitap kaleme aldı ve her kitabıyla çocukluğumuzda tarifsiz izler bıraktı. Çocuk edebiyatının tartışmasız en önemli isimlerinden biri olan Dayıoğlu, Kadıköy Cumhuriyet Roman ve Öykü Günleri kapsamında 23 Mart Pazar günü Tarih Edebiyat Sanat Kütüphanesi’nin (TESAK) konuğu oldu.
Necdet Neydim ve Behiç Ak ile birlikte “Yazının Renkli Bahçesi: Çocuk Edebiyatı” söyleşisinin konuşmacısı olan Dayıoğlu ile özel bir röportaj yapma fırsatı yakaladık; merak ettiklerimizi sorduk.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden ayrılıp sınıf öğretmeni olmaya karar vermişsiniz, öğretmen olduktan sonra mı çocuk kitapları yazmaya başladınız?
İlkokul öğretmenim yazılı anlatımlarıma bakarak böyle bir yeteneğim olduğunu saptadı. Ailemin bunu anlayacak düzeyde bir altyapısı yoktu. Önceleri hiçbir altyapım olmadan gözlemlerime dayanarak sosyal içerikli kısa öyküler yazıyordum.
Sonra öğretmen, yazar ve anne oldum. Tabii öğretmen olmamın etkisi büyük. Öğrencilerin içindeyim, hedef kitlem ve laboratuvarım oldu. Çocuklarda yapmacık yoktur bilirsiniz, en doğal hallerinde izleyip gözlemleme olanağı buldum. Bu beni kamçıladı. Öğretmenlik yaparken Cumhuriyet ve Milliyet gazetelerinde makaleler, kitaplar ve öyküler yazıyordum, okullarda söyleşiler yapıyordum. Rahmetli eşim bana, “Ne yapacaksan bir yerde karar kıl ya çocuk edebiyatı ya da öyküyü seç” dedi.
Okurlarıma yararlı bir hizmet vermeye başladığıma inandım. O da bana bir dinginlik veriyordu, çok seviniyordum. Böylece çocuk edebiyatı beni tamamen esir aldı.
ÇOCUK DÜZEYİNE İNMEK
Bildiğim kadarıyla yetişkinlere de yazıyorsunuz?
Evet yetişkinlere yazıyorum, son yıllarda gençlere de yazmaya başladım. Çocukken beni okuyan okurlarım, söyleşiye veya imzaya gittiğimde apaçık yakama yapışıyorlardı “Öğretmenim siz hep çocuklara yazıyorsunuz, biz sizden ayrılmış oluyoruz. Niye gençlik kitabı yazmıyorsunuz” dediler. Yazalım bakalım dedim ve Yeşil Kiraz ile başladı, şimdi 56’ncı baskısında. ‘Mo’nun Gizemi’, ‘Yoksa Sen Misin’ gibi yedi ila sekiz gençlik kitabım oldu. Bunları da gözlem ve araştırmayla yazdım çünkü gençleri iyi tanımıyordum. Çok okunduğuna göre onların düzeyine erişebilmişim.
Çocuk düzeyine nasıl indiğim sorulduğunda, “Ben çocuk düzeyine inmiyorum. Onlar orada, elimi tutun” diyorum. Mümkün değil çocuk düzeyine inmek, onlar benim elimi tutuyor. O nedenle onlar gibi konuşup düşünmeye başlıyorum. Dediğim gibi düzeylerine inmiyorum, gençler için de ilgi alanlarını gözlemledim, araştırma yaptım. Ülkemizde ilk bilimkurgu yazanlardan biriyim, Almanya’da 15 yıl sürekli kitap fuarlarına gittim. Orada da aşırı beslendim, yalnızca çocuk bölümünü sabahtan akşama ayaklarım patlayana kadar geziyordum. Böylece yönümü alırken derme çatma olmadı, ayakları yere sağlam basan hem çocuk hem de gençlik edebiyatında kitaplar yazdığıma inanıyorum.
Çocuk kitabı yazarken nelere dikkat ediyorsunuz?
Bir kere çocuğun yaş düzeyinde olması şart. Cinsiyet ayırmam, dil çok önemli ve o da yaş düzeyine bağlı. Tepeden girme olmaz, 60 yılda öğrenmişim onların sözcük dağarcıklarını. Hangi konu olursa olsun ‘çocuğa görelik ilkesi’ de çok önemli. Planladığım konuyu anlatırken pek uçuk kaçık olmamaya çalışıyorum, yerine oturmalı. Aynı konuyu yetişkinler için yazsam, kendimi o kadar baskı altında tutmam, anlasın derim. Ama çocuklara yaptığım gibi gençleri de yormamaya gayret ediyorum. Kitaplarımın büyük bir bölümünde sonu ucu açık bırakıyorum, okuyucular düşünür beş sene sonra gelirler, “Öğretmenim o kitabı niye öyle bıraktınız? Ne hayal ettiniz, sonrasında ne yaptınız?” gibi sorularla gelirler. Okurumu yormamaya çalışıyorum ama lokmayı da hemen ağzına vermiyorum düşünsün ve özümseme yapsın.
“ÇOCUK EDEBİYATI KÜLLİYEN İNKÂR EDİLDİ”
Piyasada var olan diğer çocuk kitaplarını nasıl buluyorsunuz?
Çocuk edebiyatına adeta kendimi adamış biriyim. Hedef, amaç ve meslek edindim. Türkiye’de önceleri çocuk edebiyatı külliyen inkâr edildi. Açık oturumlarda ve toplantılarda çocuk edebiyatı diye konuştukça akademisyen bir hanım yüzüme, “Sen bir ilkokul öğretmenisin. Neye güvenerek böyle ahkam kesiyorsun” dedi. Direndim, ilkokul öğretmeniyim, anneyim, bu işin içindeyim mutfağındayım dedim. Ondan sonra üç beş arkadaş olarak çocuk edebiyatının başını çektik, dernek kurduk.
En büyük hedefim öğretmen okullarında çocuk edebiyatı kürsüleri olsun, öğretmen kanalıyla çocuğa okuma bilinci verilsindi. Oldu, öğretmen okullarında kürsüler kuruldu. Bugün kapatıldığını öğrendim ve şamar yemiş gibi oldum. Özetle biz yolunu açtık su aktı ama biliyor musunuz, şelale pırıl pırıl akarken bir baktık ki suyu bulandı. Çünkü çocuk edebiyatı yozlaştı, diliyle, konusuyla ve yaş düzeyiyle üzerine titredik. Şimdi hiçbir şeye bakan yok, aldı başını gidiyor. Çünkü zamanında benim kitaplarımı kimse basmadı, çocuk edebiyatı para getirmiyordu, çeviri çocuk kitapları vardı.
“ÖYKÜ HALA BULUNAMADI”
İlk öykünüz ‘Baca Temizleyicisi’, 15 yaşınızdayken Afyonkarahisar'da yerel bir gazetede yayımlanmış. Öyküyü gazeteye yollamaya nasıl karar verdiniz?
Gazetede yayınlanınca göklere uçtuğumu sandım. Gazeteye yollamam ise şöyle oldu, küçükken Kütahya’dan Eskişehir’deki hasta akrabamızı ziyarete trenle günübirlik gitmiştik. Dönüş yolunda bir bey yanıma oturdu ve gazetesini açıp okumaya başladı. Öğretmenim bana yazar olacaksın demişti, ben de uyanığım gazetenin içine düşüyorum. Beşinci sınıftaydım o zaman, yanımdaki hanım da beni dürtüyor ayıptır diye. Bey tam gazeteyi cebine koyacakken “Amca o gazeteyi okuyabilir miyim” dedim, o da “Olur kızım sen ne kadar meraklısın, neyin nesisin?” dedi. Şarlamışım “Bizim öğretmen benim yazar olacağımı söylüyor” diye. Ne yazacağımı sorunca hikâye diye cevap verdim. O da gazetenin kenarından bir adres yırtarak oraya yollamamı söyledi. Ben de gittim 2 liraya arzuhalciye el yazısıyla yazdığım hikayemi daktilo ettirdim. Yolladım ve çıktı. Beş tane gazete yolladılar bana, birini öğretmenime verdim. Bana dört tane kaldı ama 1950 yılında biz İstanbul’a göç ederken bütün eşyalarımız vagonda tarumar olmuştu. O gazete de kayboldu. O öykü hala bulunamadı.
“Dünya Çocukların Olsa” romanı, 1984 yılında Alman Yayıncılar Birliği tarafından dünyaca ünlü yazarların eserlerinden seçilen "Gençliğe Yarın Umudu Veren Üç Yüz Kitap" listesine girdi. Dünyada tanınmak ve böyle bir listeye girmek nasıl bir duyguydu?
1984 yılı Alman Yayıncılar Birliği’nin fuar teması George Orwell idi. Alman, Macar, İsveç, Rus derken Mısır’dan Pakistan’a kadar birçok kitabım çevrildi. Alman yayımcı Bavyeralıydı, o yıl yeni çıkan Dünya Çocukların Olsa’yı üç Yüz Kitap Listesi’ne sunuyor. Tek Türk bendim ve rütbesiz bir Türk, ötekiler Nobel’li. O kadar yüksek kişilerin yanında olmaktan gurur duydum.
“AYŞEGÜL’ÜN İSMİNİ BEN SEÇTİM”
Orijinal adı ile “Martine” olan, bizim için “Ayşegül” serisinin ilk 16 kitabını Türkçe ’ye siz uyarlamışsınız. Süreç nasıldı? Ayşegül’ün ismi nasıl belirlendi?
Bir gün bana “Gülten Hanım, biz bu seriyi Türkçeye çevirdik ama devlet tarafından kabul edilmedi. Biz etrafa danıştık ve bunu sizin Türkçenizle çevirmek istiyoruz” diye bir teklif geldi. Avans aldığım için, ikinci çocuğum dünyaya geldiğinde kitabın düzeltilerini hastanede yapıyordum. Doktor gelince hemen yorganın altına saklıyordum, çünkü normal doğum yaptığım halde bir türlü toparlanıp çıkamıyordum hastaneden. Ayşegül’ün ismini ben seçtim, tutkundum o isme kızım olsaydı o ismi koyardım. Serideki bütün isimleri toplumun içinden seçe seçe ben koydum, ayrıca isim o karaktere de yakışmalı.
Gülten Dayıoğlu Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Vakfı’nı kurdunuz, orada neler yapıyorsunuz?
Gençliğimden beri bir vakıf kurulsun ve çocuk edebiyatıyla ilgili etkinlikler yapılsın diye hayal kurardım. Biz 2007’de çok kalburüstü bir danışma kurulunun şemsiyesi altında vakfı kurduk. İlk kültür bakanımız Talat Halman beyefendi de dahil, öğretim görevlisi ve ressam gibi bir çocuk kitabının içeriğinde olan alanlardan kişiler var.
Genç yazarlar eserlerini bastıracak yer bulamıyor, dedik ki biz öyle bir şey yapalım ki eserlerini bastırabilsinler. Bir seçki düzenledik kazanan eser, Altın Kitap tarafından basılıyor. Böyle bir düzen oluşturduk, o günden bugüne çok güzel eserler, pırıl pırıl kişiler çıktı. Bizim hedefimiz o kitaplardan bir kitaplık yapıp, yeni yazarlara sunmak, onlara “Kitabın konusunu, dilini ve anlatımını her şeyiyle okuyun. Çok seçkin jüriden geçtiler, güvenle bu yolda yürüyebilirsiniz.” demek.
DAYIOĞLU’NUN YENİ KİTABI
Gülten Dayıoğlu’nun yeni kitabı “Bende Kalmasın”, nisan ayında Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkacak. Yaşam öyküsünü kaleme aldığı son kitabı hakkında Dayıoğlu bizlere şu bilgileri verdi: “Anne karnından, 90 yaşıma kadarki hayat öykümü yazdım. Çok da heyecanlıyım ve üzerinde iki yıl çalıştım. Fadiş’in veda sahnesini hatırlar mısınız? Bütün öğrenciler çıkar, Fadiş’i yolcu eder. Herkesin aklında Fadiş yatılı okula gitti ve büyük bir şey oldu var. Aslında hiçbir şey olmadı, yatılı okul hayalde kaldı. Yeni kitapta herkesi adıyla okuyacaksınız.