‘Dünyam, üretmek üzerine kurulu'

Yaptığı çalışmalarla farklı kültürleri buluşturmayı hedefleyen İkbal Kaynar ile yeni albümü “Ebruli Şarkılar” üzerine konuştuk…

22 Ağustos 2011 - 15:20

İkbal Kaynar, “Ebruli Şarkılar” adlı yeni albümünde Türkiye’de yaşayan farklı kültürleri buluşturmayı amaçladığını söylüyor.. “Kimliklerinden dolayı, inançlarından dolayı insanların ‘öteki’leştirilmemesi gerçeğini vurgulamak için bu albümü yaptım” diyen Kaynar, sorularımıza içtenlikle yanıt verdi..

-İnsanın çocukluğunda yaşadığı olayların gelişiminde önemli rolü olduğunu düşünmüşümdür… Çocukluğunuzda yaşadığınız hangi olaylar sizi etkiledi?
“Şairin anayurdu çocukluğudur” der Adorno. Senin de dediğin gibi çocukluğumuzda yaşadığımız acı, tatlı anılar hiç belleğimizden çıkmaz. Hele dinlediğimiz türküler, şarkılar, destancı amcadan dinlediğimiz destanlar, izlediğimiz siyah beyaz filmler hep bize birer basamak oluşturur, ileriki yaşamımıza ışık tutar. Kapitalizmin canavarlığını görmemiştik çocukluluğumuzda. O nedenle tüketmek yerine üretmek üzerine kuruluydu çocuk dünyam.

-Nasıl bir ortamda büyüdünüz? Babanızın köy enstitülü olması sizi nasıl etkiledi?
Ben Uşak’ta doğdum. Çocukluğum babamın öğretmen olması nedeniyle önce Uşak’ın kasabalarında geçti. Babamın sonradan lise öğretmenliğine geçmesiyle gençlik günlerimi Uşak’ta yaşadım. Babamın köy enstitülü bir öğretmen oluşu edebiyatı, müziği tanımama, sevmeme olanak sağladı. Aile toplantılarında okunan şiirler, söylenen şarkılar, çalınan mandolinler bugünkü İkbal’i yaratan harç oldu benim için. Bir de hayata doğru bakış, ülkesini, dünyayı seven, korumayı amaç edinen, insan haklarına saygılı demokrat, çağdaş bir birey olmamın da temelleri küçükken atıldı. İlkokuldayken tanıştım Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Orhan Kemal kitaplarıyla. Sadece onlar mı, Maksim Gorki, Dostoyevski ve daha pek çok yazarın kitaplarıyla da erken tanıştım. Öğretmen olmak benim idealimdi. Bu nedenle öğretmen lisesinde okudum. Dört yıl süren öğretmenlik eğitiminde edebiyat dersini şiir dinler gibi zevkle dinledik. Felsefe dersinde başka dünyalara gittik. Müzik dersinde mandolin çalıp, korolara katıldık. Bir de içinde de varsa sanat eğilimi, hangi koşulda olursan ol bir şekilde boy veriyor çiçekler gibi. Kısacası çocukluğumun ve gençliğimin kültürün yozlaşmadığı, gereksiz tüketime özenmediğimiz bir süreçte geçmesi, bugünkü kuşağa baktığımızda beni hep mutlu etti.

-Eskişehir Eğitim Enstitüsü İngilizce Öğretmenliği bölümü mezunusunuz… Öğrenciliğiniz döneminde amatörce yaptığınız müzik-folklor çalışmaları nasıl oldu da yaşamınızın ilerleyen yıllarında profesyonel bir çalışmaya dönüştü?
Müzik, edebiyat hiç benden ayrılmadı yaşamımda. Öğretmen okulundan sonra hiç ilkokul öğretmenliği yapmadan üniversite öğrenimi başladı. Bu kez dernek korolarında devam etti müzik ve saz çalma. Halk ozanlarının söylediği türküleri çalar söylerdim. Halk oyunları oynardım. Dernek, sendika gecelerinde sahne alırdım amatör ruhla. Bana onun manevi sıcaklığı yeterdi, çünkü sanatçı olmak gibi bir hedefim yoktu. Koşullar insanın geleceğini etkiliyor doğal olarak. Bir de üretme tutkusu varsa, biraz da topluma karşı bir aydın insan olma sorununuz varsa bu bir gün şiir olarak, beste olarak çıkıveriyor yüreğinizden. Profesyonellik dedin ya, inan benim hiç suçum yok, bütün suç 12 Eylül kasırgasında! İngilizce öğretmeni olarak görev yaptığım sırada bu kasırgaya yakalandım. Sonuç tutukluluk, açıkta olma(görev yapamama) falan derken on yıllık bir süreçte karalar bağlayacağıma kurslara devam ettim, ders aldım, besteler yaptım, şiir yazdım. Geceler, dinletiler derken yavaş yavaş amatörlükten yol almaya başladım. Bu dönemim hep Eskişehir’de geçti.1991 yılında nihayet temiz olduğum (!) anlaşıldı, beraat edip tekrar göreve döndüm. Bu nedenle çoğu kez espri yapar, “ sanatçı olmamı sağladığı için tırnak içinde 12 Eylül’e teşekkür ederim” derim. İstanbul’u mesken tuttum bundan sonra. Kartal Lisesi’nden sonra Fenerbahçe Lisesi’nde İngilizce öğretmenliğine devam ettim emekli olduğum 2000 yılına dek.

-Aslında adınız Cumhuriyet gazetesindeki yazılarınızdan da kaldı aklımda. Ne zamandır yazıyorsunuz?
Nasıl söyleyeyim koşullar ülkemizin ve dünyanın içinde bulunduğu durum beni bir şeyler yapmaya zorladı hep. O duygu virüs gibi bir şey, içinizdeyse üretmeden duramazsınız. “Yasakları Kaldır Bana” adlı ilk kaset çalışmasından sonra beklentim tam anlamıyla gerçekleşmeyince popüler kültürü eleştiren yazılar yazmaya başladım Cumhuriyet gazetesine. “Dinozorluk mu Dersiniz” adlı ilk yazıda “Ben türküleri türkü tadında dinlemek istiyorum, şarkıları şarkı tadında dinlemek istiyorum, sanatçıları sanatçı gibi görmek istiyorum” başlıklarıyla müzik dünyasındaki yozlaşmalara ve sanatçı kavramına değinmiştim. Böylesi yazıları değişik dergiler, Express ve BirGün gazeteleri takip etti.

-Kitaplarınızdan da söz etsek…
Gazete ve dergi yazıları birikmeye başlayınca 2003 yılında ilk kitabım “Mavilere Saldım Umutları” ardından “Mavi Yazılar” geldi. Bu kitaplardaki yazılar deneme ve mektup türünde. Neden mektup derseniz; Ben bunu “Yitirdiklerimize Mektuplar” bölümüyle bende yer etmiş kişilere bir vefa borcu gibi mektuplar yazdım arkalarından. Aslında bu dünyayı şikâyet ettim onlara. Aşık Mahzuni’ye, Can Yücel’e, Attila İlhan’a, Ömer Nida’ya, Tuncay Akdoğan ve daha başkalarına mektuplar yazdım. “Şiire Adanmış Bir Ömür: Sedat Umran” adlı biyografi türünde bir kitap.

-16 yıl aradan sonra yeni bir albüm çıkardınız: “Ebruli Şarkılar”… Yeni albümünüzde üç kuşak bir aradasınız. Anneniz ve oğlunuzla… Neler var yeni albümünüzde?
Gerçekten çok uzun bir zaman geçti ilk albümden sonra. Albüm diyoruz, ilk kasetin çıktığı yıllarda albüm sözcüğü bile yoktu henüz. Aslında bu kadar arası uzun olmayacaktı ama türlü nedenlerle bugünleri buldu. 2003 yılında müzisyen ve çok sevgili arkadaşım Tuncay Akdoğan’ın yüreklendirmesiyle başlamıştım bu çalışmaya. Onun hazin ölümü, ardından annemin ölümü derken yaslar ve yaşlar sonrası bugünü buldu. Bir de müzik piyasasının içinde bulunduğu durum da etkili oldu bu gecikmede.12 parça olan bir albümdü. Benim de iki bestem vardı. Tuncay’dan sonra albümü çıkarmakta zorlanınca maksi single yapalım deyip beşe düşürdük şarkı sayısını. Nihayet mayıs ayında Anadolu Müzik’ten çıktı. Benim için bu albümün özel olan yanları öncelikle Türkiye’de yaşayan farklı kültürleri buluşturmak. Kimliklerinden dolayı, inançlarından dolayı insanların ‘öteki’leştirilmemesi gerçeğini vurgulamak. Kadıköy’de her renk insanla bir arada olup bunun en güzel örneğini yaşıyoruz. Bugün “Bayram Günüdür” adlı Urfa yöresi türküyü dört dilde okudum. Ermenice, Arapça, Kürtçe ve Türkçe olarak... “Bülbülüm Altın Kafeste” adlı Selanik türküsünü Rumca’ya çevirdi düet yaptığım Stelyo Fliko arkadaşım. Hem Türkçe hem de Rumca okuduk. Heyamola zaten anonim Lazca bir türkü... Diğer önemli kılan şey, üç kuşağın yani annem ben ve oğlum Ozan’ın aynı albümde yer alması. Ayrıca Tuncay Akdoğan’a ithaf etmem de ona şarkılar aracılığıyla selam göndermek gibi bir şey.

-10 yıldır Kadıköy’de yaşıyorsunuz. Kadıköy’de yaşamak gerçekten de ayrıcalık mı?
Benim için Kadıköy’de yaşamak özgürlük gibi bir şey. İlk tayinim Eminönü’nde bir ortaokula çıkmıştı da istemeyip Kadıköy diye diretmiştim. Kültürel aktiviteleri, kültür merkezleri çok yoğun olan bir yer. Hele Kadıköy merkezde yaşıyorsanız her olanak yanı başınızda demek... Rahatlıkla sporunuzu yapabilirsiniz, akşam başınıza bir şey gelmeden yalnız başınıza evinize dönebilirsiniz. Bir de Kadıköy’de yaşayan sanatçılar olarak sayın başkanımızla biraraya gelip yapılacak kültürel çalışmalar kapsamında bizler de düşüncelerimizi söyleyip emek verirsek daha kalıcı çalışmalar olacağı inancını taşıyorum.

Kadir İNCESU

Etiketler; İKBAL KAYNAR

ARŞİV