Usta fotomuhabiri/gazeteci Gökşin Sipahioğlu, geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrıldı...
Usta fotomuhabiri/gazeteci Gökşin Sipahioğlu, geçtiğimiz günlerde aramızdan ayrıldı. Dünyaca ünlü Sipa Press'in kurucusu, kendisine takılan lakabıyla ‘Mösyo Sipa’, ardında onlarca başarı ve tarihi belge niteliğinde binlerce fotoğraf bıraktı...
Hem basın fotoğrafçılığına hem de Türk gazeteciliğine büyük katkıları olan Gökşin Sipahioğlu, ‘kamerayı kalem gibi taşıyan bir gazeteci’... Sipahioğlu, 5 Ekim'de 85 yaşında iken Paris'te yaşamını yitirdi. Bizlere de binlerce kare, şaşırtıcı anılar, yeni yetişen gençlere öğütler kaldı....
Sipahioğlu'nu sayfalarımıza taşımamızın ise özel bir nedeni var. Zira kendisi hem Kadıköy'de okumuştu hem de adı sonradan Efes Pilsen Basketbol Takımı olan Kadıköy Spor Kulübü'nün kurucusuydu. Bu vesileyle sizleri Sipahioğlu'nun yaşamı ve yapıtlarıyla başbaşa bırakıyoruz...
GEMİCİ PASAPORTU İLE KÜBA'DA
Gökşin Sipahioğlu'nun hikayesi 28 Aralık 1926'da İzmir'de başlıyor. Liseyi Kadıköy'deki Saint Joseph'de okudu. İstanbul Üniversitesi’nde gazetecilik eğitimi aldıktan sonra mesleğe
İstanbul Ekspress gazetesinde spor yazarı olarak başladı. “Sait Ceylan” takma adıyla yazdığı yazılar dikkat çekince kısa sürede yazı işleri müdürlüğüne yükseldi. Ancak 1955 yılında attığı bir manşet, meslek yaşamı boyunca peşini bırakmayacaktı; “Selanik'te Atatürk'ün doğduğu evini bombaladılar”. Zira bu haberden ötürü 6-7 Eylül olaylarının ortaya çıkmasını planlamakla suçlandı.
Sipahioğlu, ilk büyük haberini 1956’da patlattı. İsrail-Mısır Savaşı’nda Sina Çölü’nde çektiği yaralı Mısır askerleri fotoğrafları büyük yankı uyandırdı. 957’de Yeni Gazete adlı gazeteyi yayımlayarak gazeteciliği sürdürdü. Annesinin Nişantaşı’daki evini ipotekleyerek yayımladığı bu gazetede Çetin Altan ve Aziz Nesin’in ilk yazıları yayımlandı. Bir süre Vatan Gazetesi’nde genel yayın yönetmenliği yaptı. Bu sırada kurduğu erken baskı sistemi, Türk gazeteciliğine yaptığı önemli katkılardan birisidir. Sipahioğlu, Vatan Gazetesi’ndeki görevinden sonra serbest muhabir olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde hiçbir Batılı gazetecinin giremediği Arnavutluk’a gitti. Tiran’da yaptığı pek çok çalışma, batılı gazetelere manşet oldu. 1961 yılında ise patlak veren füze krizi nedeniyle giriş-çıkışların yasaklandığı Küba’ya gemici pasaportu ile girdi. Çektiği fotoğraflar, tüm dünyada pek çok gazetede manşet oldu ve ona büyük ün getirdi. Aynı yıl Hürriyet Gazetesi için çalışmaya başladı; dört yıl içinde seksen ülkede röportajlar yaptı. Kültür Devrimi öncesinde Çin’e vize alan ilk Türk gazeteci oldu. 1966'da Erol Simavi’nin teklifini kabul ederek Hürriyet Gazetesi'nin Paris büro şefi olarak Fransa'ya gitti. 1967’de Fransa yönetimine karşı ayaklanan Cibuti’de başkaldıranlara ateş eden Fransız jandarmaları, 1968’de Paris’teki öğrenci olaylarını fotoğrafladı. Bu fotoğraflar Jean Bertolino'nun Les Trublions kitabında yayınlandı.
SİPA'NIN KURULUŞU...
1969 yılında Gama Ajansı ile çalışmaya başlayan Sipahioğlu, Doğu Bloku ülkelerinin liderlerinin katılacağı Bratislava Konferansı'na gitme isteği ajans tarafından reddedilince kendi imkanları ile Çekoslovakya’ya gitti ve iki hafta sonra ülke, Varşova Paktı ülkeleri tarafından işgal edildi. Bu olay, kendi röportajlarını dağıtma amacıyla SIPA Press’i kurma düşüncesini doğurdu. Sipahioğlu, SIPA Press’i daha sonra eşi olacak olan Amerikalı gazeteci Phyllis Springer ve Cumhuriyet gazetesinin Atina muhabiri Kosta Daponte ile birlikte gayri resmi olarak 1969’da kurdu. Foto muhabirlerini olayların öncesinde olay çıkacak bölgelere yönlendirmede çok usta idi. Bu sayede SIPA Press bir marka haline geldi ve bünyesinde dünyanın en zengin fotoğraf arşivlerinden birisini oluşturdu.
İLK VE SON OLMAK...
Fransa'da ve Türkiye'de çok sayıda ödül kazanan Gökşin Sipahioğlu'nun yaşamöyküsü işte kısaca böyle... Peki ya O nasıl biriydi, dünyanın gündemine düşen fotoğrafları nasıl çekti...Tüm bu soruların yanıtlarını bir röportajında anlatıyordu. Örneğin Paris'teki meşhur 68 olaylarında onlarca gazeteci görev yapıyordu. Ama O'nun fotoğrafları öne çıkmıştı hep. Sipahioğlu'na göre ''68 olayları gazeteciler için bir hazineydi''. Ancak farklı fotoğraflar çekebilmiş olmasının basit kuralı
''olay yerine ilk giden ve son terkeden'' olmaktı... Olaylar esnasında yaralanan Sipahioğlu, bunu bile başarıya dönüştürmüş; “'İyi ki yaralanmışım! Bu sayede hastanedeki yaralıların fotoğraflarını ilk çeken gazeteci de ben oldum...”
EN DEĞERLİ FOTOĞRAFLAR...
1969 yılında kurduğu ve dünyanın en önemli fotoğraf ajanslarından biri olan Sipa Press'in en fazla baskısı yapılan fotoğraf, uluslararası terörist Çakal Carlos’un fotoğrafı olmuştu. Sipahioğlu, diğer ünlü fotoğrafları şöyle anlatmıştı: “En fazla kazanç sağladığımız fotoğrafların başında İran’daki ABD Elçiliğindeki rehine krizine ilişkin olanlar gelir.Yaklaşık 2 ay boyunca çektiğimiz fotoğrafları dünyanın her köşesindeki yayın organlarına sattık. Yine Irak’ın idam ettiği Kuveytlilerin fotoğrafları çok kullanılmıştı. Aklıma gelen bir diğer örnek de ABD Uzay Mekiği Challenger’ın havada infilakını gösteren an idi. Binlerce fotoğrafçı vardı ama bizim foto muhabirinin çektiği fotoğraf Newsweek’e kapak olmuş, dünyada da çok satmıştı. Aslında savaş, çatışma, terör fotoğraflarının kullanımı çok olur ama stok ajanslar büyük paraları şov dünyasından çekilen fotoğraflardan kazanırlar.”
SİPA'YI NEDEN SATTIM?
Sipahioğlu, Sipa Press'i neden sattığı sorusuna şu yanıtı veriyordu; “Sipa 1998’de dünyanın en büyük ajansı oldu. 15 milyon Euro’nun üzerinde satış yapıyorduk o sırada. Ajansın bu parlak durumu Bill Gates’in de dikkatini çekti ve Sipa’yı satın almak istedi. 1969 yılından itibaren sadece kendi fotoğrafçılarımızın fotoğrafları ile yetinmeyip Fransa’daki çok sayıda önemli arşivi de satın almıştım. Her ne kadar bu filmlerin tüm hakkı benim olsa da, Fransa’nın tarihine ilişkin bu filmlerin Amerika’ya gitmesine gönlüm razı olmadı ve Gates’in hayli cazip teklifini reddettim. Eşim de Phyllis de karşı gelmişti bu satışa. Ancak 1998’den sonra, Körfez Krizi’nin de etkisiyle dünyanın ekonomik durum çok kötüleşti. Biz de o yıllarda dünyanın en büyük fotoğraf laboratuvarını kurmuştuk, doğal olarak negatif yönde etkilendik ekonomik olarak. Bir de Fransa hükümeti çıkardığı yasa ile, ‘serbest çalışan foto muhabirlerinize verdiğiniz yüzde ellilik payın yüzde ellisini de biz vergi olarak istiyoruz’ deyince gelirlerimizde çok önemli azalma oldu. Bu yasa, İsveç dışında dünyanın hiçbir yerinde yoktu. Buna rağmen direnmeye gayret ettim. İstiyordum ki böyle bir ajans Türkiye’nin elinde kalsın. Böyle bir ajansı bir daha kurmak imkansızdı çünkü. Dediğim gibi, direnecek gücümüz kalmamıştı. Büyük bir hüzün yaşattı bana Sipa’yı kaybetmek…”
TÜRKİYE'DE FOTOMUHABİRLİĞİ
Gökşin Sipahioğlu, Türkiye’de uzun yıllar gazetelerdeki foto muhabirleri küçümsenmesini de eleştiriyordu; ''Hemen hemen hiçbirinde fotoğraf editörü yoktu. Time’ın, Newsweek’in sadece kapak fotoğrafını seçmekle görevli bir fotoğraf editörü var, yanlarında da beş altı kişi çalışıyor. Sonuç ortada, satış rakamları hala zirvede. Çok önemli foto muhabirleri vardı Türkiye’de. Coşkun Aral çıktı mesela dışa açılan. Mehmet Biber önemli bir isimdi. Rüçhan Arıkan, New York’ta geçirdiği bir kazada ölen Güngör Akkan, İlhan Demirel ilk akla gelenler. Ama önemli olan, sizin dışa açılmak için göstereceğiniz çaba. Günümüzde bu çok kolaylaştı. Çektiğiniz bir fotoğrafı internetten istediğiniz yayın organına gönderebilirsiniz. Ama asıl önemli olan, uluslar arası medyanın ilgisini çekecek konulara ilişkin fotoğraf çekmek. Ne yazık ki o yapılmıyor. Günümüzden de birçok genç Türk isim harika işler çıkarıyor . Yabancı dergi ve gazetelerde sıklıkla Türk foto muhabirlerinin imzalarını görüyor, çok mutlu oluyorum.'' Fotoğraf – iktidar ilişkisi hakkındaki görüşü sorulması üzerine Sipahioğlu'nun yanıtı kısa ve net olmuştu; “Türkiye’nin başına ne gelmişse Türk basını yüzünden gelmiştir!”
KUTU:
6-7 Eylül manşeti...
Gökşin Sipahioğlu’nun meslek hayatı boyunca yakasını bırakmayan konu 6-7 Eylül manşetiydi.
Sipahioğlu'nun yazı işleri müdürü olduğu ‘İstanbul Ekspres’ gazetesinin 6 Eylül 1955 tarihinde attığı “Atamızın evi bomba ile hasara uğradı” manşeti ‘6-7 Eylül Olayları’nın tetikleyicisi olmuştu. Sipahioğlu bu konuya ilişkin şu açıklamayı yapmıştı:
''Beni en çok üzen şey 6-7 Eylül olaylarının çıkışı konusunda hakkımda atılan iftiradır. O sırada, İstanbul Ekspres Gazetesinin yazı işleri müdürü idim. Haberleri ya radyodan ya da Anadolu Ajansı’ndan alıyorduk. Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin hasara uğradığına ilişkin haber her iki kaynaktan da geldi. O dönemde akşam gazeteleri önemli olayları ikinci baskı ile duyururlardı. Ben de, gazetenin sahibi Mithat Perin’e sormadan ikinci baskı yapmamıza karar verdim. Saat 14.30 sularında aradığımız Atina elçiliğimizdeki bir ataşeden de olayı doğrulattık. Haberi sekiz sütun üzerinden, “Atatürk'ün evi bomba ile hasara uğradı” diye verdim. Hakkımda üretilen asılsız haberlerde, güya, “Atatürk’ün evi bombalandı” diye manşet attığım yazılıyor hala. Üzüldüğüm, bu olayların aslının ne bana, ne de Osman Karaca’ya sorulmamasıdır. Bu konuda hep yalan yazıldı, iğrenç şeyler yazıldı hakkımda. “Bu olayları Adnan Menderes, Gökşin Sipahioğlu ve Mithat Perin tertip etti” iftirasını atanlar bile oldu. Oysa bir yıl sonra Adnan Menderes’in baskısı ile gazetemden kovuldum. (...) O benim gazetecilik refleksimdi, kimsenin aklına olayların bu kadar büyüyeceği gelmezdi. Olaylar başladığında ben de sokağa çıktım. Yeni İstanbul gazetesini de yakmaya çalışıyordu kalabalık, ben “bunun sahibi Türk” diyerek kalabalığı yatıştırıp mani oldum. Türk tarihinin en acıklı sayfalarından biridir bu. Benim en büyük korkum, ölüp gittiğimde bir leke olarak kalacak bu üstümde. Çünkü bu konuda hakkımda iğrenç iftiralar atıldı. Ölmeden önce, elimdeki vesikalarla bu konuya ilişkin bir basın toplantısı yapmak istiyorum''
KUTU:
“Görsel dünyanın içinde gerçeği aramak”
Sipahioğlu'nun ölümünün ardından bazı yorumlar... (Görüşler Gökşin Sipahioğlu’nun 7 Eylül 2006’da İstanbul Modern’de açtığı ‘Doğru Yerde Doğru Zamanda’ başlıklı sergisinin kataloğundan alınmıştır.)
YAŞAR KEMAL: Gökşin sadece bizim gazeteciliğimize yenilik getirmedi, esas dünya gazeteciliğine yenilikler getirdi. Onun çektiği fotoğraflar, yaptığı röportajlar bir genç gazetecinin işi değil bir ustanın yaratımıydı. En belalı zamanında 1 milyarlık Çin’e girip de çektiği o tek başına kalmış, boşluğun içinde bir ağaca dayanmış yaşlı kadının fotoğrafı bir yaratım değil mi? Şu içinde yaşadığımız dünyanın Amerika’dan Asya’ya, Afrika’ya bu dünyanın trajedisini Gökşin’in fotoğraflarında görürüz. Bu kolay bir iş değil, bu yürek, bu vicdan kolay değil.
ARA GÜLER: Gökşin gazeteciliğin ruhunu bilir. Yazı kadar görsel haberin de insanlara daha yakından hitap ettiğini bilir ve bunun da böyle olduğunu ispat etmiştir. Fotoğrafçılığı bir yana Gökşin’in bütün muvaffakiyeti şu cümlenin içinde yatar: “Görsel dünyanın içinde gerçeği aramak”
COŞKUN ARAL: Onu tanımayı çocuk yaşlarımdan itibaren düşlemiştim. Mesleğe başlar başlamaz ona ulaşmak en büyük hayalimdi. Hayalim gerçek oldu. Hayatın, ben daha başlardayken göstermiş olduğu ipuçları birleşti ve benim hayatıma da anlam kazandırdı. (...) Meslek hayatımın ilk ve tek paparazzi işi olan sarhoş Margot Hemingway’in göğsü açık fotoğraflarını kullanmadı. Oysa ajansa büyük havalarla gitmiştim. Gökşin abim hem beni azarladı, hem de Margot’nun kocasına telefon açıp, filmleri ona verdi. İnsanların zayıf hallerinden yararlanmamayı bana öğretmiş oldu. Bana ve yüzlerce meslektaşıma, arkadaşıma öğrettiğin evrensel gazetecilik anlayışından hiç sapmayacağım...'' (Can Dündar'ın yazısından alıntı)
Derleyen: Gökçe UYGUN