“Mimari eserler, fazla çirkinliğe, fazla garabete mütahammil değildir. Gülünç bir resim levhasına bakmamak, fena bir şiiri veya ahenksiz bir musikiyi dinlememek suretiyle bunların muzır tesirlerinden ruhumuzu vikaye edebiliriz; fakat fena bir mimarın eserinden sakınmak pek öyle kolay bir iş değildir. Aciz bir muhayyile, fakir bir ruh, yol ortasına dikilmiş taştan koca bir şekle inkılap edince, bütün bir şehrin manevi sıhhatini, nesillerce bozmak kudretinde bir tehlike olur.”
Abdülhak Şinasi Hisar, mimarinin ruhumuza dokunan önemine dair bunları yazmıştı. Onun gibi pek çok yazar da şehirleri ve şehirlerin mühim yahut alelade yapılarını hakkında kalem oynattılar. Peki bu romanları, kentlerin dönüşümüne dair izler olarak okumak mümkün mü?
Edebiyat düşkünü bir mimar ve akademisyen olan Pınar Bayraktar, bu soruya evet diyor. Demekle de kalmıyor; yaşadığı ve iş ürettiği ilçesi Kadıköy’ün değişimini anı romanları üzerinden araştırıyor. Ve “Anı Romanları Bağlamında Kadıköy'deki Dönüşümün Kullanıcı Üzerindeki Etkileri” başlıklı bir makale hazırlıyor.
Bayraktar, Kadıköy’ün (yoğunluklu olarak üst ve üst-orta gelir grubunun ikamet alanı olan Moda, Göztepe, Suadiye, Kızıltoprak ve Erenköy semtleri) belirli bölge ve dönemlerine odaklanıyor. Bu semtleri; “Bir Ömür Boyunca” (Refik Halid Karay, 1996), “Bir Zamanlar Kadıköy” (Adnan Giz,1998), “Gençlik ve Edebiyat Hatıraları” (Yakup Kadri Karaosmanoğlu ,1990) “Yarısı Roman” (Pınar Kür,2006) , “İstanbul Hayattır” (Refik Durbaş, 2010) “Bir Tatlı Huzur” (Ayşe Kulin,2008) ,“Yıldızlar Altında İstanbul” (Selim İleri,2012), kitaplarının rehberliğinde inceliyor. Kadıköy'ün dönüşüm sürecinin farklı yönlerini derinlemesine bakan araştırma, anı romanlarının bu süreci nasıl belgelediğini ve edebi açıdan nasıl bir perspektif sunduğuna odaklanıyor.
Konunun detaylarını Pınar Bayraktar’a sorduk.
Önce sizi tanıyalım.
2005 yılında başladığım mimarlık eğitimim için İstanbul’a geldim. O zamandan beri burada mimari tasarım ve restorasyon projeleri üreten bir mimarım. 12 yıldır proje çalışmalarımı, iki ortak olarak açtığımız Habitus Mimarlık şirketinde yürütüyorum. İstanbul ve İzmir’de yer alan ofislerimiz sayesinde Türkiye’nin tarihsel olarak katmanlı bu iki şehrini anlama ve bu şehirlerde proje üretme imkanı buldum. Buna ek olarak bazı dönemlerde, hem lisans hem de yüksek lisans eğitimlerimi tamamladığım Yıldız Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesinde Mimari Tasarım stüdyo derslerinde Öğretim Görevliliği yaparak akademi ile olan ilişkimi devam ettirmeye çalışıyorum.
“Anı Romanları Bağlamında Kadıköy'deki Dönüşümün Kullanıcı Üzerindeki Etkileri” yazınızın türü ve bağlamı nedir?
Çalışmayı 2016’da Özyeğin Üniversitesi işbirliği ile düzenlenen İAPS Kültür ve Mekan Toplantılarının 3. Ulusal Sempozyumu olan “İstanbul ve Konut Kültürü: Değişim- Dönüşüm ve Devamlılık” sempozyumu kapsamında bir sunum ve makale olarak hazırladım. Ancak bu konudaki çalışmalarım,sempozyumdan birkaç yıl öncesine dayanıyordu.
Kadıköy’ü seçme nedeniniz neydi?
Buranın hem İstanbul’un en eski yerleşim yerlerinden biri olması hem de ilk yerleşim dönemlerinden bu yanan planlı yapılaşan bir konut alanı olması. Ayrıca pek çok sanatçı ve yazara da ev sahipliği yapması, Kadıköy’ü böyle bir araştırma için merkeze almamızda yardımcı oldu.
Ancak bu çalışmanın ortaya çıkması, 2013 yılında Kadıköy, Moda’da bir mimarlık ofisi açmam ve ilk tasarım işlerimizin de Kadıköy’de konut projeleri olması nedeniyle ortaya çıktı. Kadıköy’de, kentsel dönüşüm projelerinin hızlandığı ve projelerde sadece, dairelerin yönetmelik kurallarına göre maksimum ne kadar büyük olabileceğinin önemsendiği bir alanın içinde bulduk kendimizi. Aslında konunun bu kısmı sadece basit bir matematik hesabı iken diğer tarafta tek tip daireler, tek tip malzeme tercihleri, tek tip cephelerle Kadıköy’ün dolmaya başladığı bir süreci gözlemliyorduk. Bu akıma kapılmamak, bu noktada yeni denemelerle bir bakış açışı yaratma adına ortağım Simge Balcı ile Kadıköy’de keşif gezileri yapmaya başladık. Mimari olarak nitelikli özellikler taşıyan farklı dönem binalarını fotoğraflıyor, bu binalardan hangi parçaları güncel tasarımlarımıza birer iz olarak aktarabileceğimizi arıyorduk. Bu çalışmamız devamında yazılı kaynakları da incelemeye başladık. Fark etmeden bir makalenin verilerini toparlamış olduk. Özetle Kadıköy’de proje yapan mimarlar olarak Kadıköy’ün tarihsel ve mekânsal bağlamını anlama çabamız bu çalışmayı var etti.
Kişisel olarak Kadıköy’le nasıl bir bağınız var?
Kadıköylü değilim ancak üniversite yıllarımdan beri Kadıköy, hem yaşadığım hem sosyalleştiğim hem de çalıştığım bir yer. Yani kendimi Kadıköy’ün kullanıcılarından biri olarak görebilirim.
ÜÇ DÖNEMDE KADIKÖY
Araştırmanızın konusunu birkaç cümle ile özetleyecek olsanız neler söylerdiniz?
Çalışmada üç dönem üzerinden Kadıköy’deki “ev” mekanının ve çevresinin dönüşümünü ve bu dönüşümün Kadıköylü ile ilişkisini inceliyorum. Bu üç dönem şöyle; geniş bahçeli paşa ve tüccar evlerinin bulunduğu Osmanlı’nın son yılları, yazlık evlerin yoğunlaştığı ve sayfiye yerine dönüştüğü Cumhuriyet’in ilk dönemleri ve son dönem ise sanayileşmenin hız kazanması ile beraber apartmanlarla karşılaşma süreci. Bu dönemleri anlamak için de Refik Durbaş, Adnan Giz, Selim İleri, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Ayşe Kulin, İsmet Kür, Mario Levi gibi, hem mekân hem de duygu tasviri güçlü edebiyatçıların romanlarından faydalanıyorum.
Bunu romanlar üzerinden yapmak fikri nasıl gelişti? Anladığım kadarıyla iyi bir edebiyat okurusunuz.
Romanı bir veri aracı olarak kullanmak benim keşfettiğim bir şey değil tabi ki. Örneğin biz ofisimizde hem tarihi yapı restorasyonları hem de tarihi çevrede yeni yapı tasarımları yapıyoruz. Bu süreçlerde tarihi bir yapıya dair bilgi edinmek istediğimizde sıklıkla baktığımız yerler romanlar. Bir bölgenin pencere boyutlarından, çatı tipine, sokak yoğunluğuna, bina yüksekliklerine, sokak ve bahçe genişliklerine dair çok fazla bilgiye, özellikle anı romanları üzerinden ulaşabiliyoruz.
Diğer yandan da, edebiyat beni mimarlık kadar heyecanlandıran bir alan. Fena da bir roman okuyucusu sayılmam. Romancının tasvir gücünün de hem mimari olarak hem de siyasal ve sosyolojik olarak çok önemli bir tarihsel kaynak niteliği taşıdığına inanıyorum. Çünkü romancılar bu metinleri oluştururken çok yoğun insan ve mekan gözleminde bulunuyorlar. Bu da teknik bir bakışla gözden kaçırabileceğiniz pek çok şeyi fark edip kaydetmelerini sağlıyor.
Bu anı romanları, Kadıköy’deki konut alanlarındaki dönüşümü belgelemek için nasıl bir kaynak işlevi görüyor?
Konut alanları, gündelik hayatın temel birimleri olarak, toplumsal, sosyolojik, ekonomik ve siyasal hareketlerin etkisi altında fark edilir dönüşümler yaşıyorlar. Genel anlamda mekanın, özel anlamda konut mekanının dönüşümü, kullanıcılar açısından, mekan ve konut ile ilişkilerinin yeniden tanımlanmasına ve kullanıcı alışkanlıklarının farklılaşmasına neden oluyor. Buna rağmen, mekanın ve konutun dönüşümünü kayıtlı mimari projeler ve fotoğraflar gibi belgelere dayanarak öğrenebilirken, -ki bunlar bile geriye doğru gidildikçe giderek azalıyor-, kullanıcılar üzerindeki sosyal etkilerine tarihsel olarak bakmak konusunda elimizde pek kaynak olduğu söylenemez. Bu çalışmada bu eksik veri alanını anı romanları ile doldurmayı amaçladım ben de.
Edebiyatçıların üretim malzemeleri olan mekanı ve kullanıcıyı derinlemesine gözlemlemesi, incelemesi ve güçlü tasvir yetenekleri ile dönemin siluetini kelimeler ile çıkarmaları mimari, sosyal ve toplumsal nitelikte önemli veriler sunuyor. Diğer yandan anının mekandan bağımsız kurulamayan yapısı tüm diğer edebi türlerden daha yoğun mimari bir değerlendirme imkanı sağlıyor.
(Münir Nureddin'in evinde bir buluşma...)
“KONUTLAR SADECE ‘EV’ DEĞİLDİ”
Kadıköy’de konutların değişimi Kadıköylülerin mekânsal aidiyet duygusunu nasıl etkiledi? Bu duygunun edebiyata yansıması nasıl?
Okuduğum metinlerden gördüğüm kadarıyla Kadıköy kullanıcıları yaşadıkları bölgeyi her daim sahiplenen, değişim süreçlerine dahil olmak isteği olan insanlar. Yaşam alanlarını hem fiziksel hem de sosyolojik olarak sürekli gözlemleyen kullanıcılardan bahsediyoruz. Ancak tabi ne yazık ki bu kullanıcıların, dönüşüm yaklaşımı ve bürokratik süreçlerin dışında bırakıldığı da net olarak görülüyor.
Mekansal olarak baktığımız zaman ise apartmanlaşma süreci başlayana kadar bölgedeki konutların sadece “ev” olarak değil, sosyal mekanlar olarak kullanıldığını görüyoruz. Özellikle Cumhuriyetin ilk dönemlerinde bölgedeki aydın ve sanatçıların genellikle bu bölgedeki evlerde akşam buluşmaları yaptıklarına, siyasal ve sanatsal sohbetler yapmak için evlerinin geniş salon ve bahçelerini kullandıklarına ilişkin özellikle Yakup Kadri’nin anılarında sıkça rastlıyoruz. Bunun konut formu üzerindeki etkisi de görülebiliyor. Apartmanlaşma ile beraber bahçe alanlarının ve konutun ölçeğinin küçülmesi ile beraber ise bu tip alışkanlıklar azalmaya başlıyor. Sosyal alan artık kamusal mekana taşıyor.
Bu konuda Refik Durbaş’ın çok güzel bir anlatısı var; “Eski evlerin hayatı, insanları tabiattan şimdiki apartmanlar gibi ayırmazdı. Eve bahçeden girilir, bahçe sulamak için bir kuyudan su çekilir, Çiçekler bahçeden evlere girer, Lavanta çiçekleri temizliği duyuran kokularını yataklara dökerdi. İnsanlar ne tattıkları zevkleri değiştiren mevsimleri, ne de sevdikleri hayvanları düşünmemezlik ederlerdi. Evin en rahat köşelerinde kediler horlardı”
“BUGÜN KORUMAYA ÇALIŞTIKLARIMIZ, DÜNÜN İSTENMEYENLERİ...”
Kadıköy gibi tarihî bir bölgenin dönüşümü, kullanıcılar üzerinde nasıl bir nostalji veya eleştiri duygusu yaratıyor? Anı romanlarında bu duygular nasıl işleniyor?
Çalışmada ele aldığım romanları özellikle, dönüşüm süreçleri içerisinde yazılmış romanlardan seçtim. Buradaki kaygım, geçmiş olana özlemle ele alınan bir okuma yerine, bugün yaşadığı ortam ile gelmekte olanı kıyaslayan bakışı görebilmekti. Ve her dönem için de mevcut olana bağlılık ve yeni gelenden rahatsızlık çok net bir şekilde görünüyor. Özellikle estetik değerlendirmelere çok fazla rastlıyoruz romanlarda. Yeninin estetiğinden duyulan rahatsızlık çok baskın, yeni sakinlere dair duyulan bir önyargı da var her dönemde.
Bugün kentsel dönüşüm sürecinde verdiğimiz tepkiler ve yaşadığımız duygu durumlarına çok benzer durumları görüyoruz. Bugün estetik ve tarihsel değer olarak görüp, korumaya çalıştığımız bazı apartman yapıları, dünün istenmeyenleri aslında. Bu da bence katılımcı dönüşüm süreçlerini organize edemememizin bir sonucu. İnsan pratiği, teknoloji, kentsel kullanım pratikleri yıllar içinde değişim ve dönüşüm gösterdiği için elbette konutun ve kentin de dönüşmesi bir zorunluluk. Ancak buradaki soru “nasıl” olacağı. Kentin kullanıcısını dışarıda bırakan, sadece yönetmeliklere ya da sosyopolitik akışa teslim edilen dönüşüm süreçleri hem huzursuz hem de estetik ve işlevsel değerden yoksun alanlar yaratıyor. Bunların içindeki değerli parçalar da görünmez hale geliyor karmaşada.
Kadıköy'ün edebiyatçılar için bir buluşma ve üretim alanı olma özelliği, bu bölgenin mimari dönüşümünü nasıl etkilemekte?
Bu konu gerçekten çok önemli. Çünkü kenti ya da binaları tasarlayanlar mimarlar ve şehir plancılar olsa da, tasarlama sürecinde kullanıcı her daim en önemli parametredir. Estetik kaygıları, farkındalıkları, bulundukları ortamla bağları olan ve bu alana dair sorumlulukla yaklaşan insanların varlığı o kent parçasındaki ihtiyaçlar ve yaklaşımları etkiliyor. Kadıköy’de de bu durum pek çok nitelikli yapının korunmasını sağlamış, yeni üretilen yapıların kente etkisi konusunda hassasiyetleri arttırmış. Buna ek olarak kentin tarihsel katmanlarının unutulmaması adına da hem pek çok sanat eseri hem de edebi metin üretilmiş. Bu da ciddi bir yazılı arşiv oluşturmuş Kadıköy için.
Anı romanları, Kadıköy’ün geçmişteki dokusunu günümüzle kıyaslama fırsatı sunuyor. Bu karşılaştırmalar, modern Kadıköy'ün mimari değerlerini anlamamızda nasıl bir rol oynuyor?
Dönemler arasındaki farklar incelendiğinde kullanıcıların, insan ölçeğine uygun olmayan, işlevsiz ve mimari anlamda niteliksiz olan bir konut değişimini kabul etmediklerini gördüm. Konut kullanıcısı konut ile açık alanı arasındaki ilişkiyi önemsiyor, doğa ile bağının koparılmasından her koşulda rahatsızlık duyuyor. Cephe ve yapı özelliklerinin ise kullanıcılar tarafından en fazla etki yaratan alanlardan biri olduğunu söyleyebilirim. Yapı cephesi, en boy oranları, yeşil alan ile olan oranı, malzemesi, sokağın ve bölgenin siluetinin kullanıcı algısı açısından da oldukça önemli olduğu pek çok roman anlatısından anlaşılıyor.
Bir diğer yandan ilk iki döneme ilişkin anlatılarda yapı ve sokak tasvirleri daha yoğunken apartmanlaşma sürecine gelindiğinde yeni yapı tiplerinin tasvirleri neredeyse ortadan kalkıyor. Bugün için de yazılan romanlara bakarsak bölge kimliğinin bir parçası olarak bir yapının tasvir edildiğine pek rastlamayız. Bunun nedeninin de bölge ve kullanıcıları ile bağlamsal bir ilişki kurmayan yapı üretimleri nedeniyle olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu da günümüz mekanını edebi alandan koparıyor. Bu sebeple konut alanlarındaki dönüşümün hızla devam ettiği günümüzde tasarlanan yapılarda işlev ve rantın ötesinde toplumsal hafızaya olan etkinin de göz önünde bulundurulması gerekiyor.
(Refik Durbaş'ın Kadıköy'deki yazlık evi)
Konutların toplumsal hafızadaki yerini vurguladığınız çalışmanızda, konutların kamusal yapılar kadar önemli olduğunu belirtiyorsunuz. Sizce, günümüz mimarlarının bu sorumluluğu nasıl üstlenmeleri gerekiyor? Bu bakış açısını, günümüz Kadıköy’ünün mimari dönüşümleri bağlamında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle şunu söylemeliyim bir sorumluluk ve rolden bahsedeceksek bunun mimarlar, Kadıköylüler, belediyeler, kurullar, müteahhitlerden oluşan bir bütün tarafından ortak bir sorumluluk alanı olduğunu belirtmek gerek. Çünkü günümüz mekanizmasında mimarın bu alandaki hareket alanı çok daraltılmış durumda. Yönetmeliklerin her bir bölgenin özgünlüğünden uzak ve katı olması, yapı kullanıcılarının sadece ekonomik temelli olarak konuta bakışı, pek çok yapıda konutun bir yaşam alanı değil sadece bir yatırım aracı olarak görülmesi, yapıların sokak bütünü ile beraber değerlendirilmemesi gibi ayrı ve uzunca ele alınması gereken pek çok konu var.
Çalışmaya dönersek, benim yapmak istediğim kentsel dönüşüm konusuna dair net bir cevap vermekten çok bazı sorular yaratmaktı. Dönüşüm yaklaşımında tekrarlanan noktaları anlamak ve her dönemde aynı şikayetlerimiz varsa yöntemde bir hata olabilir mi? demekti.
Araştırmanızın gerek akademik camiaya, gerekse de -Kadıköy/İstanbul özelinde- topluma sözü nedir?
Bu süreç benim için de bir yöntem araştırması oldu. Mimarlık öğrenimim boyunca da rahatsız olduğum bir analiz yöntemi var. Bir alana gidip oranın mevcut sosyal yapısını, kentsel yapısını doğal yapısını analiz eder ve ortaya koyduğunuz grafik ve çalışmalardan bir tasarım yaparsınız. Ancak burada kullanıcı ile kurulan ilişkinin çok zayıf olduğunu düşünüyorum. Burada devreye -ofisimize de ismini veren- Habitus kavramı giriyor. Kenti bir habitat olarak görmek, habitatın alışkanlıklarımızı alışkanlıklarımızın da habitatımızı değiştiren iki yönlü bir etkiye sahip olduğunu görerek bir yapıyı, bir parkı bir kenti tasarlamak ve bunu en ideal şekilde yapabilmek için kullanıcı, sosyal iletişim, kültürel zemin ve süreklilik, doğa, kentsel biçimler, kamusal estetik, bellek, planlama kültürü, aidiyet gibi her unsurunu hesaba katmak bana en verimli yol gibi geliyor. Bunu bir mimar olarak tasarım yaparken de, bir kentli olarak kenti deneyimlerken de yapmak tabi ki…
Epey konuştuk ama eklemek istedikleriniz varsa buyurun.
Bu çalışmamı Kadıköylüler ile buluşturmamı sağladığınız için teşekkür ediyorum size. Ayrıca, “ev”lerimizin sadece bize ait birimler değil bulunduğu bölgenin yaşam alışkanlıklarını, komşuluk ilişkilerini, iletişim biçimini, tarihsel, sosyal sanatsal gelişimini etkileyen birimler olduğunu unutmadan kentsel dönüşüm süreçlerine bakabilmenin önemini hatırlatmak isterim.