Kendisi de Kadıköylü olan edebiyatçı Eray Canberk, Kadıköylü yazarları anlattı, anılarını paylaştı
Haber ve fotoğraflar: GÖKÇE UYGUN
100 yılı aşan bir süredir pek çok edebiyatçıya ev sahipliği yapmış ve pek çok edebiyatçıyı da konuk etmiş olan Kadıköy, bu edebiyatçıların eserlerinde sık sık konu edildiği gibi, birçok esere de doğrudan konu oldu. 14 Şubat Cumartesi günü Kadıköy Belediyesi Tarih Edebiyat Sanat Kütüphanesi'nde bir söyleşide, bu konu ele alındı. Şair, yazar ve çevirmen Eray Canberk, ''Kadıköy'de Edebiyatçılar'' başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdi. Müfid Ekdal ve Adnan Giz'in eserleri başta olmak üzere pek çok kitaptan derledikleri ve kendi anıları ışığında bir sunum yapan Canberk, konuşmasına kendisinin Kadıköy'le bağını anlatarak başladı. Canberk, ''Ben aslında karşı yakada, Aksaray'da yaşıyordum. 1950'li yılların sonuna doğru o bölgede istimlak çalışmaları başlayınca 1957'de Kadıköy'e taşındım, o zamandan beri de Kadıköylüyüm. O zamanlar Kadıköy çok sakin, tenha bir yerdi. Kadıköy'de oturanlar için İstanbul farklı bir yer gibiydi, 'İstanbul'a inilirdi'. Kadıköylü değil, i harfi kullanılarak 'Kadiköylü' denirdi'' dedi.
KADIKÖY'DEKİ DALGIN ŞAİR
Eray Canberk, 20.yy başlarında, özellikle 1910-20 arası dönemde Kadıköy'ün edebiyatçıların sığınma yeri olduğunu, İstanbul'un işgalinden bunalan sanatçıların hem o işgal havasından kurtulmak hem de işgale tepki göstermek için Kadıköy'e taşındığı bilgisini vererek, edebiyatçıların genelde Altıyol, Moda, Mühürdar ve Bahariye civarında yaşadığını söyledi. Bu edebiyatçılar arasında Ziya Osman Saba, Ahmet Rasim, Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin, Ömer Seyfetin, Halit Fahri Ozansoy gibi isimleri sayan Canberk, 50'li yıllardan sonraki zamanlarda kendisinin şahsen ya da simaen tanıdığı Kadıköylü edebiyatçılarla ilgili anılarını anlattı. Canberk, ‘’Mesela Sabahattin Kudret Aksal, 1940’lı yıllarda Avrupa yakasında yaşardı, ancak, eşinin ailesini ziyaret için zaman zaman Feneryolu’nu ziyaret ederdi. Ama Aksal burayı pek sevmez ve ‘O kadar sessiz bir muhit ki ruhum sıkılıyor’ derdi. Ama daha sonra kendisi de Kadıköy’e taşındı ve burayı çok sevdi.’’ örneğini verdi.
CANBERK’İN ANILARI
Canberk’in paylaştığı anılardan birkaçı şöyle:
- 1958'de Aziz Nesin Erenköy'de otururdu, ben de. Kendisini sık sık Erenköy İstasyonu'ndaki telefon kulübesinde gazetelerin ofislerini arayıp onlarla bir şeyler konuşurken görürdük. Nesin, solcu bir isim ya, biz de merakla onu izlerdik acaba ne konuşuyor diye... Kadıköy merkeze indiğimde yaşlı, uzun beyaz saçlı (ki o dönem erkekte uzun saç pek görülmezdi) dalgın, elinde küçük bir çanta taşıyan, yelek giyen, köstekli saat kullanan bir bey görürdüm. Tam 'şair' tanımına uyan bir görüntüsü, havası vardı. Epey ilginç gelirdi bana, kim olduğunu merak ederdim. Sonradan öğrendim ki Salih Zeki Aktay. Nedense kendisi pek ciddiye alınmazdı, hatta arkadaşları ona 'Yavrum Salih Zeki' diye lakap takmıştı. Çok acılı ve acıklı bir hayat yaşadı.
- Haldun Taner'i ilk görüşüm de ilginçti. Bir gün kara trenle Haydarpaşa'dan Pendik'e giderken, tren bir kır kahvesi civarında yavaşladı. O kahvede Haldun Taner'i gördüm sandım. Yıllar sonra kendisiyle bizzat tanıştığımda, o günü anımsattım ve gördüğüm kişinin Haldun Taner olduğunu teyit etmiş oldum. Haldun Taner, İstanbul'un pek çok semtinde yaşamıştı, 'Sevilen bir kentin her yerinde yaşanmalı' derdi.
- Bir güzel anım da Fazıl Hüsnü Dağlarca ile ilgili. Çok kendine özgü bir insandı. Hep şiir düşünürdü, kendinden başka kimseyi de pek şair olarak kabul etmezdi. Kadıköy rıhtımında hep gittiği ve aynı köşeye oturduğu bir kahvehane vardı. Bir akşamüstü ben vapurdan indim. Güneş batmak üzereydi. Kahvehanenin kapısından girdim ama güneş arkamda olduğu için yüzüm karanlıkta kalmıştı, Fazıl Hüsnü de beni tanıyamadı. Yaklaşıp kendimi tanıtınca, bana şiir gibi şu sözleri söylemişti; “Ne biçim adamsın be Eray, başını güneşin önüne gizliyorsun...''