Usta şair Attilâ İlhan ve tiyatro sanatçısı Levent Kırca ölüm yıldönümlerinde Kadıköy’de anıldı
Kaan DERTÜRK
Kadıköy’de bu hafta iki değerli sanatçımız, ölüm yıldönümlerinde anıldı. Edebiyatımızın “Kaptan’ı” olarak anılan Attilâ İlhan ve geçtiğimiz yıl aramızdan ayrılan tiyatro sanatçısı Levent Kırca… Gazete Kadıköy olarak biz de sanatçılar için düzenlenen anma gecelerini izledik.
“KAPTAN” UNUTULMADI
Cumhuriyet dönemi edebiyatına ve düşünce dünyasına çok sayıda eser veren Türkiye’nin değerli aydınlarından Attilâ İlhan, 10 Ekim Pazartesi günü 20.00’de Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi’nde anıldı. Kadıköy Belediyesi ve Attilâ İlhan Vakfı işbirliği ile düzenlenen anma gecesi, İlhan’ın hayatından kesitlerin yer aldığı sinevizyonla başladı.
“HUZURSUZ EDEN BİR ŞAİR”
Anma gecesinin ilk konuşmasını, İlhan’ın yaşamına tanıklık eden şair Haydar Ergülen yaptı. Ergülen konuşmasına, Attila İlhan’ı gençliğinden bu yana severek okuduğunu söyleyerek başladı.
İlhan’ın, eserleriyle yaşamaya devam edeceğini belirten Ergülen,“Attila İlhan diğer iyi şairler gibi, bizi huzursuz eden bir şair. Kendisiyle, gerek okurların, gerek başka şairlerin ilişkisi hep çatışmalı olmuştur ama bu çatışmalar, şiir ve düşünce açısından pek çok yarar sağlamıştır. Onun en büyük farkı, kendisine alıştırmamasıdır. Her zaman yenilikçi, sürprizli ve aykırıydı. Aykırılığından dolayı da pek çok eser kazandırdı. Attila İlhan’ı, babam okudu, ben de okudum, kızım da okuyor ve ondan sonra da okunacak. İlhan, kuşakları aşan bir şair olmuştur.” diye konuştu.
“GAZETECİ OLMAMDA EMEĞİ BÜYÜK”
Gazeteci ve yazar Metin Celal de anma gecesinde yer alan konuşmacılar arasındaydı. Üniversiteye gittiği yıllarda usta sanatçı ile tanıştığını dile getiren Celal, “Attila İlhan’ın masası ve gönlü, her zaman açıktı. Aramızdan ayrılışına dek sohbetlerine iştirak etme, onunla birlikte çalışma şansı buldum. Onun çıraklığını yaptım. Çok az bilinen yönünü, dergiciliğini de orada gördüm. Bir derginin, titizlik ile nasıl çıkarılacağını ondan öğrendim. Attila İlhan’ın, gazeteci olmamda emeği büyüktür.” dedi.
“HALK KÜLTÜRÜ İÇİNDE YETİŞTİ”
Attila İlhan hakkında akademik çalışmalar yapan Yıldız Teknik Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yakup Çelik ise İlhan’ın, kaynağını temelden alarak büyüyen bir değer olduğuna dikkati çekti. Bu temelin ailesi sayesinde oluştuğunun altını çizen Çelik, şöyle devam etti: “Annesi romanlar okur, babası divan şiiri yazar, amcası ise bağlama çalardı. İlhan, halk kültürü içerisinde yetişti. Kendisi de sinemaya ve bilim kurgu romanlarına meraklıydı. Böylelikle kendiliğinden bir aydın yetişti. Ömrü boyunca araştırmayı hiç bırakmadı. Hiç ‘kendi kendime yeterim’ diye düşünmedi. Tarihten aldığı güçle, geleceğe dair tahminlerde bulunuyordu ve bu tahminlerinde hep başarılı oldu.”
ŞİİRLERİ HAYAT BULDU
Konuşmaların ardından Erhan Bektaş, Levent Can, Yılmaz Gruda ve Kerem Alışık, İlhan’ın, unutulmaz şiirlerini piyano eşliğinde okudu. Dinletinin ardından Mazlum Çimen de İlhan’ın şiirlerinden bestelediği şarkıları seslendirdi.
Anma gecesi Ahmet Kaya’nın, “Mahur Beste” parçasının hep bir ağızdan söylenmesi ile son buldu.
KIRCA’NIN ANISINA…
Ünlü sanatçı Levent Kırca, ölümünün birinci yılında sevenleri ve yakın dostları tarafından 12 Ekim Çarşamba günü Kadıköy Belediyesi Caddebostan Kültür Merkezi’nde anıldı. Levent Kırca Kültür ve Sanat Merkezi tarafından düzenlenen anma gecesi Kırca’nın, yaşamına ışık tutan sinevizyon ile başladı.
“BABAMA ACIKMIŞIM”
Anma gecesinin ilk konuşmasını Levent Kırca’nın oğlu, Oğulcan Kırca yaptı. Kırca konuşmasına, babasını çok özlediğini söyleyerek başladı.
“Babama hep layık olmaya çalıştım.” diyen Kırca, babası için anma gecesi düzenlenmesinden büyük mutluluk duyduğunu dile getirdi. “Babamı çok özlemişim.” diyen Kırca, şöyle devam etti: “Babamın son bir yılı hariç her dakikası onun yanındaydım. Onu kaybettiğimizden beri tek bir fotoğrafına bile bakmadım. Anma gecesi sinevizyonda gösterilecek fotoğrafları düzenlerken babama acıktığımı, özlediğimi anladım. Onun ses tonuna, dünya görüşüne, sesine fazlasıyla acıkmışım. Bu iki gün boyunca ona bol bol hasret giderdim.” dedi.
DOSTLARI ANLATTI…
Oğulcan Kırca’dan sonra Uğur Dündar, Müjdat Gezen, ve Yılmaz Özdil usta tiyatrocu ile yaşadıkları güzel anıları paylaştılar. “Sanata ve sanatçıya hasım gözüyle bakılacağını hesaplayamadı.” Diyen Dündar, “Levent, gerçek bir sanatçı olduğu için her zaman dik durdu. Seyircisi dışında hiç kimsenin önünde eğilmedi. Bu nedenle de ölümsüzleşti. Öldüğüne bir türlü inanabilmiş değilim.” dedi.
Oyuncu Müjdat Gezen ise Kırca’yı en çok insan olarak sevdiğini dile getirdi. Kırca’nın gerçek bir tiyatro sanatçısı olduğunu vurgulayan Gezen, “Oyununda kullanacağı bir makyaj için 7 saat ayırırdı. Sahneye çıkıp oynayacağı 7 dakikalık bir parodi için üstelik… İnanılmaz bir sahne sempatisi vardı. Seyirci onu bağrına basardı. Onu ne kadar özlediğimi anlatamam.” diye konuştu.
Gazeteci Yılmaz Özdil ise Kırca’nın yeri doldurulamayacak bir sanatçı olduğunu söyledi. Yeri doldurulamamasının dik duruşundan geldiğini söyleyen Özdil, “Onu tanıyan biri olarak söylemek istiyorum ki delikanlı bir adamdı. Dik duruşundan asla taviz vermeyen, inandıkları uğruna her şeyi göze alabilecek bir insandı. Yaşamı boyunca hep direndi. Levent bizlere rehber olmaya devam edecek. Onu çok seviyoruz ve özlüyoruz.” dedi.
Anma gecesi Levent Kırca’nın güldürü programı “Olacak O kadar” şarkısının tüm salon tarafından söylenmesi ile son buldu.
ŞİİRİN BARİKATI ARİF DAMAR…
Şiirin “harika çocuğu” olarak bilinen usta şair Arif Damar da ekim rüzgârına kapılıp aramızdan ayrılan sanatçılar arasında. Bundan tam 6 yıl önce, bir 20 Ekim gecesi aramızdan ayrılmıştı. 85 yaşındaydı ama yaşama da şiire de sıkı sıkı bağlıydı. Yaşamını yitirdiğinde. “Türkiye’nin 85 yıllık tarihine tanık olmuş bir şiir işçisi” olan Damar, yoksulluk içinde büyüdü, kitaplarla, edebiyatla, şiirle çocuk yaşta tanıştı; cezaevlerinde yatmış, ekmeğini çıkarabilmek için çok çeşitli işler yapsa da şiirden hiç vazgeçmemişti.
Vefatından 7 ay önce, 41 yıllık Kadıköylü olarak Gazete Kadıköy’e Moda’daki evinin kapılarını açan Damar, “Ben hâlâ ölmedim demek ki dokuz canlıyım. Ben güzelliklere bakarım, doğaya, kadınlara… Güzelliklere bakınca uzun yaşarsın arkadaş!” diyerek kahkahalar atmıştı. Ölümünün 6. yılı anısına, gazetemize verdiği röportajdan bir bölümle yürek işçisi şairi anıyoruz…
“ŞİİR EMEK İSTER”
“Sanatçı muhaliftir, muhalif olmak zorundadır, sanatçı dediğin eleştirmeli, daha iyisini elde etmek için eleştirmeyi bilmelidir. Şiirlerimi yayınlamıyordum ama bana yayınla diye ısrar ettiler. Şair olmak gibi bir derdim yoktu. Yoksulluk, açlık çekmiştim. Bunlar ortadan kalksın, eşitlik olsun istedim. Gelibolu küçük yer, orda zengin ocukların benim kadar zeki ve çalışkan olmadıkları halde gayet şık okula geldiklerini görüyordum ben yalın pabuçla gidiyordum. Bu dengesizliği sezdim. Sezgi çok önemli bir şair için. Belki de beni şiire iten bu sezgilerimdi.
Şiir yazmak için sürekli aşk halinde olmak lazım. Mesela ben Cumhuriyet Gazetesi’nde her ay, ayın şiirini seçiyorum. Türkiye’nin her tarafından 30 dergi geçiyor elime. Bunlar içinde yayınlanan en iyi şiiri yayınlıyorum. Ben orada şair boydan boya şiire girmiş mi ona bakıyorum. Şiiri bir hayat biçimi olarak benimsemiş mi bu önemli. En sevilen şiirim Gitme Kal’dır. Onu 6 ayda yazdım. Şiir emek istiyor.”
DAĞLARCA OLMADAN GEÇEN 8 YIL…
Ömrünün büyük bölümünü Kadıköy’de geçiren, sokaklarında soluk alan, Baylan’da, Koço’da, şimdi adı bile anılmayan Vagon’da dostlarıyla buluşan, sürekli “dargın” olduğu dostu Cemal Süreya gibi yaşadığı sokağa ismi verilen şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, bundan 8 yıl önce 15 Ekim günü hayata gözlerini yummuştu. Dağlarca olmadan geçen 8 yılın anısına Gazetemizin muhabirlerinden Kadir İncesu’nun, şairin yaşamına tanıklık eden Ertan Mısırlı ile yaptığı röportajdan bir bölümle sizleri baş başa bırakıyoruz;
“ŞİİRİN PİSAGORU’DUR”
“Dağlarca benim için şiirin Pisagoru’dur demiştim günlüğümde. Şiir-matematik ilişkisine değinmiştir hep söyleşilerimizde. Kendi şiirinin temel esin kaynağı olarak içindeki ‘sonsuz matematik kımıldanışı’ndan söz açmıştır. Her sözde “gel beni yaz” diyen matematiksel bir yapı ve bir çağrı bulunduğunu belirtmiştir sık sık. Beni etkileyen özelliklerinden ilki budur.
Dağlarca’yı bazen Bernard Shaw’a benzetirdim. Bir ermiş, bir bilge, bir düşünür, özgün bir yaratıcı. Karşısında konuşan kişiyi dikkatle dinledikten sonra anında cevap verir ve konuşmanın akışını o ana dek bilinmedik söylenmedik bambaşka bir mecraya aktarırdı. Bunu nasıl yaptığını sorduğumda : “Karşımdakini, konuşurken büyük bir dikkatle dinler ve daha o anlatırken, konuşma içindeki bütün –dâhili ve harici çelişkileri – bir bir ortaya çıkarırım, işin sırrı bu” demişti… Beni etkileyen ikinci özelliğini böyle anlatabilirim.