Caddebostan Kültür Merkezi, geçtiğimiz hafta sonu beyazperdenin önemli isimlerini bir araya getirdi. Sinema eleştirmeni Tunca Arslan’ın kısa süre önce yayımlanan “Eleştirmenleri Vurun / Sinemanın Lanetlileri” kitabından hareketle gerçekleşen “Eleştirmenler ve Sinemacılar Konuşuyor” söyleşisi Arka Pencere Mecmua Genel Yayın Yönetmeni Murat Özer’in moderatörlüğünde, sinema eleştirmeni Tunca Arslan ve yönetmen Ezel Akay’ın katılımıyla 17 Şubat Cumartesi günü gerçekleşti. Sinema tarihindeki bitmeyen yönetmen-eleştirmen mücadelesine keyifli bir bakış sunan söyleşide “Eleştirisiz ve eleştirmensiz bir dünya olabilir mi?”, “Türkiye’de eleştiriler ne düzeyde?”, “Eleştiri yapıcı mı olmalıdır?” gibi sorulara cevap arandı.
“ENTELEKTÜEL DÜZEYİ DÜŞÜK”
Söyleşide konuk olan ünlü yönetmen Ezel Akay ise sinema eleştirilerinin düşük entelektüel düzeyde olduğunu, artık eskisi kadar okunmadığını ve yayınlandığı mecra sayısının da azaldığını belirterek,“Türkiye’de muazzam bilimsel eleştiri yazıları yazılıyor. Felsefe eleştirileri yayınlanıyor. Klasik müzik konusunda çok iyi eleştiriler var. Sinema eleştirisine eleştirim ise şudur; bunların asla yanına yaklaşamayacak kadar düşük bir entelektüel düzeyde seyretmiştir. Tunca Arslan’ın kitabı da bunu kanıtlıyor. Eski yönetmenlerin eleştirmenlere verdikleri cevaplar veya tersi çok cılız bence. Bir eleştiri düzeyi olarak çok basit kavramlarla tartışan eleştiriler. Aralarında mutlaka çok derinleşenler olsa da geneli bu şekilde.” diye konuştu.
“SİNEMAMIZDA DERİNLEŞME YOK”
Bu derinleşememenin, Türk sinemasındaki derinleşememenin de bir işareti olduğunu söyleyen Akay, “Çok derin bir şey olsa eleştirmenlere de ilham verecek, olumlu ya da olumsuz anlamda bir içerik doğacak. Derin bir içerik olmadığı zaman onu derin bir şekilde eleştirmek de çok zor oluyor. Derin olmayan içeriklerin eleştirileri daha çok toplumsal analiz gibi görünüyor. Eleştirilerde ‘Bu mal çok düşük seviyeli. İnsanlar bunu neden izliyorlar?’ konusuna giriyorlar. O nedenle burada bir cılızlaşmadan kurtulamadığımızı düşünüyorum. İnsanların başka alanlardaki fikri faaliyetlerinde yapabildiklerimizi sinema alanında yapamıyoruz. Sinema yeteri kadar derin, entelektüel ve analiz edilmesi gereken bir sanat dalı gibi görünmüyor kimseye. Dünyada neredeyse felsefeye yaklaşan filmler yapılıyor. Üzerinde hakikaten çok uzun süre düşünülmesi ve yazılması beklenen sanat eserleri var sinemada. Türkiye’de de mutlaka bunu hak eden filmler olmuştur ama fikri bir yoksulluğu doğuran bir başka yoksullukla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum.” diye konuştu.
“ELEŞTİRMENİN GENCİ MAKBULDÜR”
Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan “Eleştirmenleri Vurun” kitabının da ele alındığı söyleşide konuşan Arslan, 7’inci sanat sinemanın, diğer sanat dallarından çok daha genç olduğunu ve yapılan her iş ve sanat dalı gibi sinemanın da eleştirildiğini ancak sinemayı üretenler yani yapımcı, oyuncu, yönetmenler ile eleştirmenlerin zaman zaman karşı karşıya geldiğini anlattı. Kitapta birçok alıntı yaptığını belirten Arslan, “Bu alıntılardan anladığım kadarıyla eleştirmenler bir filmi batırmaktan çekiniyorlar.” dedi. Eleştiri yapmaya başladığı 90’lı yıllarda yönetmenlerden en çok duyduğu şeyin ‘eleştiriye açığım fakat yapıcı olmak koşuluyla’ olduğunu söyleyen Arslan, şöyle devam etti: “Hayır! Eleştiri yıkıcı da olur. Hatta gerektiğinde olmalıdır da. Bizim eleştiri kültürümüzde en çok şikâyetçi olduğum konulardan biri de mutlu sona bağlama hastalığı. Eleştirilerini dile getiren eleştirmenler mutlaka sonunu güzel bitiriyorlar. O yüzden eleştirmenin genci makbuldür. Yaş büyüdükçe sektör içinde insanları tanımaya başlanınca eleştiriler yumuşuyor çünkü. Gençler belki çok daha fazla hata yapıyorlar fakat çok daha özgür ve cesurlar.”
Günümüzdeki filmlerin bütçelerine ve tanıtımları için yapılan kampanyalara baktığında izleyici olarak sinirlendiğini söyleyen Arslan, “Keşke bu adam ya da kadın film yapmasaydı dediğim olmuştur. İddiaları oranında tabi... Yani filmin büyük bir çevrede tanıtım kampanyası, reklamını ön gösterim gecelerini görünce siz de eleştirmen olarak ya da izleyici olarak sinirleniyorsunuz. ‘Bunun karşılığı bu olmamalı’ diyor, böyle bir noktaya geliyorsunuz.” şeklinde konuştu.