Acıbadem’deki Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Alaattin Kirazcı, 2009 yılından beri şehir bahçesi yapıyor. 100 metrekarelik bahçeye ektiği atalık tohumlardan patlıcan, biber, domates ve salatalık yetiştiren Kirazcı, çalışmalarını “ekolojik sanat” ve “organik heykel” olarak tanımlıyor. Kampüs içinde onlarca tavuk besleyen Kirazcı, aynı zamanda arıcılık da yapıyor. İstanbul’un göbeğinde arıcılık yapan ve evladiyelik tohumlarla doğal tarım yapan Kirazcı, 9 yıllık macerasını anlattı.
“ALTIN KADAR DEĞERLİ”
Heykel sanatçısısınız ama kampüste sebze ekiyorsunuz, tavuk besliyorsunuz ve arıcılık yapıyorsunuz. Bütün bu faaliyetleri de “ekolojik sanat” olarak tanımlıyorsunuz. Nerden çıktı bu fikir?
Bir gün internette araştırma yaparken bir habere denk geldim. Bir düğünde damadın bir arkadaşı yarı şaka yarı ciddi düğün takısı olarak kilogram fiyatı oldukça yüksek olan biber tohumundan bir paketi damada hediye etmişti. Bunun dışında bir arkadaşım Antalya’da seracılık yapanların kendi ihtiyaçlarını karşılamak için kimyasal tarım ilacı kullanmayan yerel satıcılardan sebze ve meyve aldıklarına şahit olduğunu anlatmıştı. Bana çok ironik bir durum gibi geldi bu. Tohum o kadar pahalı ki. Altın kadar değeri var ve damat ve geline takılıyor. Türkiye’de de üretilmiyor. Bir tohum takı olarak takılıyorsa atalık tohumlar neden sanat eseri olmasın diye düşündüm. Bunun popülerleşme tehlikesi de var tabi. Ama ben bu tohumları performatif bir eylem olarak dağıttığım gibi, çerçeveye koyup sanat eseri olarak birkaç sergide ‘organik heykel’ adı altında sergiledim. Tohumların da lüks bir tüketim malzemesi gibi satışa sunulacağını düşündüm. Bir anlamda sanat alanında bir tartışma açmak istedim.
Alışık olmadığımız ya da ilk defa duyduğumuz bir şey yapıyorsunuz. Nedir bu ekolojik sanat? Sanat ve doğayı nasıl bir araya getiriyorsunuz?
Sanatın çok yönlü bir tarafı var. Tabii bunun farkında olarak heykel sanatı içerisinde disiplinler arası çalışıyorum. 2009 yılında ekolojik sanat diyebileceğimiz sanatın içinde yer alan faaliyetlerime başladım. Datça’dan gelen bir domatesin tohumunu ektim bahçeye. Epeyce domates yetişirdik. Çekirdeğin fideye dönüşmesi ve ürün vermesi bende bir hayranlık uyandırdı. Ama bu hayranlık ne kadar şehirleştiğimin farkına varmamı da sağladı. Bu durum bende belli bir uyanış sağladı. Zaman geçtikçe, şehir bahçesi kendi farkındalığımı artıran bir hobi bahçesinden, ekolojik farkındalık yaratmayı amaçlayan sanatsal bir projeye dönüştü.
“FARKINDALIK YARATMAK İSTİYORUM”
Bu projeyi biraz açar mısınız?
Sanat, gerçekliği soyutlayarak bir fikri ifade etme biçimidir denilebilir. Oysa ben bunun tam tersini yapmaya çalışıyorum. Yani metaforik değil, açık ve doğrudan bir dil kullanıyorum. Hobi gibi görünecek bir uygulamanın ekolojik bir amaç uğruna, sanat olduğunu iddia ediyorum. Bu sanat hareketi, bir anlamda zaman geçtikçe gelişen, değişen, başka bir şekil alan bir aktiviteye dönüşüyor. 2009 yılında başladığım bu naif hareketle hem sanata hem de şehirdeki yaşama eleştirel bir anlayış getirmeye çalışıyorum. Ekolojik sanat sadece meyve, sebze elde etme amacı taşımıyor. Burada elde edilen ürünler atalık tohumlardan sağlanıyor. 2009 yılında bana ulaşan tohumlardan pembe domates elde ettim. Biber ve salatalık tohumlarından çok az miktarda elde etsem de elimden geldiğince bu tohumları her yıl korumaya çalışıyorum. Önemli olan şey; bu döngüyü sağlayıp, bu tohumları ihtiyaç sahiplerine dağıtmak ve bu konudaki farkındalığı arttırmaktı. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Sanatsal bir eylem olarak bu tohumu ücretsiz dağıtıyorum.
Bu projeyle ne amaçlıyorsunuz?
Sanatın ajitatif ve provakatif dilini kullanarak farklı çevrelerde tartışmaya açılmasını istedim. Yaptığım şeyin kendi yaşamımıza karşı geliştirilen bir eleştiri olduğunu düşünüyorum. Ekolojik sanat projesini; farkında olmadan yürüttüğümüz ya da desteklediğimiz endüstriyel tarıma ve bu süreci destekleyen kanunlara yapılan bir eleştiri olarak okumak gerekiyor.
SEBZE BAHÇESİ, TAVUKLAR VE SANAT
Biraz da projenin fiziksel yapısından konuşalım. Kampüs içinde neler yaptığınızı anlatabilir misiniz?
Projeye başladığımda bahçenin alanı 15 metrekareydi. Ama zamanla bahçe giderek büyüyerek 100 metrekare oldu. Kümes alanı 60 metrekarelik bir alanı kapsıyor. Sebze ve meyve ekiyorum. Kampüs içinde çöp olarak görülen organik birçok malzemeyi toprağa kazandırdık. Biyo-kömür yapımına başladık. Benim için sanat, sadece bir atölye mekanında yapılıp, başka bir mekanda sergilenecek bir obje olmaktan daha farklı bir ekolojik sorumluluğa dönüştü.
Kampüs içinde her sabah öten horozlar ve tavuklar da var. Bu canlılar projeye nasıl dahil oldu?
“Doğal şehir bahçesinin sürdürülebilirliği nasıl gelişir?” sorusunun cevabını aradığım süreçte, tavuklar işin içine girdi. Toprağın yetersiz olduğu durumlar var. Tavuklar ekolojik denge için çok faydalı. Toprağı işliyorlar, dışkılarıyla toprağı besliyorlar. Tavuklar konusunda çok sorun yaşadım. Komşular şikayet etmişti. Komşularla iletişime geçtim. Sorunlarını dinledikten sonra kümesin etrafını çitle çevirip otomatik kümes kapısı yaptım. Kapı gündüz 10’a kadar kapalı kalıyor, sonra açılıyor. Tavuklar okul arazisi içinde kendi kendilerine yemleniyor, araziyi temizliyorlar. Bazen ben de yem veriyorum.
Akademik çevreden ve öğrencilerden gelen tepkiler nasıl oldu
Öğrenciler projeyle çok ilgilendi. Ama bu ilgiyi akademik çalışmalarım için henüz değerlendiremedim. Bu projenin büyük eksiklerinden bir tanesi bu. Çünkü bu tarz projelerin, eğitsel bir yönü de olmalı. Hatta resmi olarak “ekolojik sanat” dersi konulmalı ya da çalıştaylarla, öğrenciler işin içine çekilmeli. Bana yardım eden samimi öğrenciler oldu ve oluyor. Organik tarım yapmak isteyenler de oldu ama, ekonomik nedenlerle bunu henüz gerçekleştiremediler.
ŞEHRİN GÖBEĞİNDE ARICILIK
İstanbul’un gizli arıcılarındasınız. Bu süreç nasıl gelişti?
Birkaç yıl önce İSMEK’te arıcılık kursuna gittim. Kurstan evvel, internetten arı kovanı almış ve okulun bahçesine getirmiştim. Ama yakın çevrem beni engelledi. İyi ki de engellemişler. Çünkü çok dikkatli olunması gerekiyor. Kurstan sonra bir cesaret geldi. Gebze’deki arkadaşımın bahçesine iki kovan yerleştirdim. Kampüste de bir kovanım var. Ne yapmam ve ne yapmamam gerektiğini öğreniyorum. Arılara ve kovanlara zarar veren kimyasal ilaçlar ve varoa kenesi var. Modern veya minimum müdahale içeren yöntemlerle bunlar nasıl engellenir, bütün bunları öğrenmeye çalışıyorum.
Nedir bu varoa kenesi?
Hastalığı kovana taşıyan bir canlı türü. Arılar için en büyük zararlılardan bir tanesi. Arıları savunmasız bir noktaya sürüklüyor. Şöyle düşünün başımız kadar bir kütleyi vücudumuzda taşıyoruz. Arının kanını emen ve sürekli üreyen bir canlı.
Özellikle İstanbul’daki kentsel dönüşüm ve mevsimsel değişiklikler arıcılığı nasıl etkiliyor?
Bu değişimler insanlar için ne kadar zararlıysa, arılar için de o kadar zararlı aslında. Arının ürünü ekolojik bir faaliyet olduğu için ürünü almak benim için ikinci planda. Arının zaten doğaya katkısı muazzam. Polenlemeyi sağlayan bir canlı türü. Mesela Bambus arısı seralarda kullanılır. Balarısı gibi bazı böcekler, dünyadaki sebze ve meyvenin üçte ikisinin üretilmesini sağlar. ‘Arılar yok olursa biz de yok oluruz’ bu söz çok söylendi ama, gerecekten de öyle. Arılardan bal almak benim için çok önemli değil. Ama bu, çok büyük bir zevk. Arıları besliyorum diyorum ama aslında onlar bizi besliyor. Müdahalemiz olmadan da yaşayan bir canlı türü sonuçta. Şehirde ağır metal tehlikesi çok fazla. Bu konuda şimdiye dek yaptığım araştırmalarda şehirden elde edilen balın içinde ağır metal bulunduğuna dair bir veriye rastlamadım.
Şehirde arıcılık yapılabilir yani?
Dünyanın büyük endüstriyel şehirlerinde, mesela Paris, Londra, Berlin, Frankfurt, Hong Kong, New York ve Kaliforniya gibi pek çok metropolde arıcılık yapılıyor. New York’ta 2002 ya da 2003’te bir yasa çıkarıldı ve arıcılık serbestleştirildi.
Bu konuyla ilgili başka çalışmalarınız olacak mı?
İstanbul’da pek çok arıcılık faaliyeti yapılıyor. Bu konuyla ilgili belgesel çalışması yapmayı düşünüyorum.