“Hiçbir Zamana Sığmayan” dizeleriyle bilinen şair-ressam Engin Turgut, doğup büyüdüğü Yeldeğirmeni’ni gazetemize anlattı
Kadir İNCESU
Engin Turgut şair, ressam. Yeldeğirmeni’nde doğmuş... Sokaklarında koşmuş, oynamış, okullara gitmiş, şiir yazmış, yaşamış… Yazı ve resimle iç içe yaşayan Turgut, sekiz kişisel resim sergisine imza atsa da kendini “şair” olarak niteliyor. Yeni şiir kitabı “Rengarengin” geçtiğimiz günlerde Arstshop Yayınları tarafından yayımlanan Engin Turgut ile Gazete Kadıköy için söyleştik.
● Çocukluğunuzdan hatırladığınız neler var, Yeldeğirmeni’nden kalan?
Yeldeğirmeni’nde doğdum. Henüz kâgir olmayan ahşap evlerde büyümüştüm. Bakkal Lambo, bunu hatırlamaz kimse, hafif tombulca ve tatlı tatlı gülümseyen bir insandı, ruhu şad olsun. Turşucu Kemal’i hatırlar mı kimse? Zayıf dal gibi inceydi. Her şeyi hatırlıyorum. Selahattin’i, kalbi temiz Arif’i hatırlar mısınız, Hayri’yi, Ferit’i, Hulusi’yi, Hüsnü’yü, Levent’i, Behice Hanım’ın oğlu Ümit’i genç yaşta kaybedişimizi. Siz hiç hatırlar mısınız Remzi ve Muzaffer bakkalı mesela? Yan yana fırınları? Berberimi bile bilmezsiniz yahu! Yanında fırın, yanında bakkal, karşıda bir büfe vardı. Ben Yeldeğirmeni’nde doğdum, büyüdüm. Ve bu konuda elbette önemli bir duruş sergilemek zorundayım yoksa geçen yıllarda yitirdiğim canım annem Yaşar Hanım ve babam Halim Turgut kızar bana! Ben, doğma büyüme ve annem ve babam dâhil, Kadıköylü, Yeldeğirmenliyim. Arsada top oynardık. Ah benim yalnız ve garip çocukluğum, hep masallarda büyümüş gibi, kapının önünde otururdum. Aynı apartmanda oturan bir dostum vardı, altımızda bir bakkal vardı. Daha aşağımızda Ahmet bakkalın o samimi ve ciddi duruşu vardı. Daha ben çocukluğumu anlatamadım ki? Sözgelimi daha o günlerin fotoğrafları duruyor mudur bende, bilmiyorum? Bir tek çocukluk ölmüyor.
● O günlerden neleri özlüyorsunuz? Şiir, edebiyat o günlerde mi girdi kanınıza?
O günleri elbette çok özlüyorum. Havra’nın orada misket oynadığım günleri, Uzunhafız, Yeldeğirmeni ve Dr. Macit Erbudak sokağını nasıl unutabilirim ki? Çocukluğum o sokaklarda geçti. Kitap okuma alışkanlığım o yıllarda başladı. Elbette Osmangazi İlkokulu’nu bitirdim ben de birçok arkadaşım gibi. Kadriye öğretmenimi asla unutamam. Elbette Mustafa Kemal Atatürk ortaokulunda okumayan yoktur Yeldeğirmenli olup. Yaşım 17- 18. O yıllarda Kelebek gazetesinde yayınlanırdı şiirlerim...
● Yaşamınızda, edebiyat anlamında önemsediğiniz kimler vardır? Cemal Süreya ile dostluğunuz bilinir, anlatır mısınız biraz?
Cemal Süreya benim sadece dostum değil, şiir emanetim idi. Son yıllarında yorgun ve solgun bir yüzle dolaşırdı. Mesela hakkımda tek satır yazmadığını, “yazmak gereğini bile duymuyorum, çünkü sen bir şairsin ve seni çok seviyorum“ demesi bile aldığım, alacağım en büyük ödüldür. Cemal Süreya’yı çok severdim. Ölümüne çok ağlamış hatta ondan sonra başka hiçbir cenazeye bile gidememiştim. O, tam bir edebiyat adamı ve dünya şairiydi. Kıymeti ölümünden sonra daha çok anlaşıldı ne yazık ki.
● Birçok resim sergisi de açtınız. Edebiyat ve resmin yaşamınızdaki yerinden söz eder misiniz?
Çocukluğumda bile şiiri aradım durdum ve her şeye bir sanatmış gibi bakarak kendimi kirlenmiş ruhlardan ve hayatlardan uzak tutmaya çalıştım. Sevmesini bilirseniz zihnen de, bedenen de genç kalırsınız. Kendimi öğrenmeye adadım. Canım ne istiyorsa onu yaptım. Çocukluğumda en büyük gıda olan sevgiyi ailem ve çevrem esirgemedi benden. Çocuklar her şeyi bilir. Ne kadar hüzünlü bir çocukluk geçirdiysem de gülümsemek denilen erdem içimden hiç silinmedi. Hem bir şair demiş işte: “Büyümek için çocukluğumuzu dışlamak zorunda değiliz.” Sanırım yeryüzüne şair olarak gönderildim ben! İlk şiirlerim 1975 yılında yayınlandığına göre, 41 yıllık sanat hayatımda ben ne ‘oyunlar’ gördüm de küçük dilimi yuttum. Maalesef sömürü düzeninde her şey mübah sayılıyor. Cehaletin hızla delirdiği bu toplumdan şiir de nasibini almıştır ama şiir yakasını kaptırmaz kolay kolay. Siz şiirin kolay mı yazıldığını sanıyorsunuz? Sanat dalları içinde en zor olan, çilesi ve emeği en fazla olan şiirdir.
● Resimlerinizden söz edelim. Hangi duygularla tuvalin önüne geçersiniz. Resim yapmak, şiir yazmak gibi mi sizin için?
Hâşâ! Bir kere ressam değilim ben! Bir şairin şiire bulaşmış renkleridir onlar. Sanat benim yıllardır süren asla vazgeçemediğim mesleğim oldu. Kitap okumam bile işimin bir parçası. Şair dediğiniz 4- 5 koldan çalışmalı ve ahtapot gibi kolları olmalı. Müzik dinlemek, film izlemek, resim sergilerine gitmek zaten işinizin bir gereği ama bunun dışında hayatın her alanına eğilmeli şair! Şayet çocukluğunuzu yitirdiyseniz, yeteneğiniz ve bir felsefeniz yoksa asla sanat üretemezsiniz.
“YELDEĞİRMENİ SADECE BİR SEMT DEĞİL; DÖNÜŞMENİN ŞEHRİDİR”
Aşk: Aşkı ilk tattığım rüya yokuşu, fırlamalığın ta kendisi, her şeye âşıktım.
Avlu: O yıllarda herkesin bir avlusu vardı,
vadi kıvamında
Balkon: Bir balkondan diğer balkona
tırmanabilecek kadar cesur kedilerdik.
Çocuk: Evlerin önünde, eşiklerde oturan
masum yüzlerdik.
Donkişot: Sahile yakın yürüyüş esenliği,
incelikler koruma altındadır.
Esnaf: Güleç bir merhabanın sıcaklığı, defterler açık, veresiyenizi siz yazarsınız.
Fasıl: Zıplayan şarkılardı, ağaçlar
havalanırdı kuşlardan.
İnsan: Umutlarımız, mavi düşlerimiz, kedilerimiz, martılarımız, güneşimiz kadardık.
Komşu: Sarılacak, imrenilecek melek yüzlü komşularımız vardı, çoğu öldü.
Park: Çocukluğumuzun o saf, yemyeşil
bahçesiydi.
Sokaklar: ‘Özen’ gösterilir yazlık sinemalara, sokakta yürüyen börtü böcek bile gülümser.