İstanbul, yüzlerce yıllık tarihiyle binlerce kitaba, öyküye, rehbere konu olmuş bir şehir. Ancak çoğu anlatı, sarayların görkemi, camilerin kubbeleri, vitrinler ve turistik simgeler etrafında döner. Hasip Akgül ve Hüseyin Ortak’ın kaleme aldığı Ezilenler İçin İstanbul Gezi Rehberi İstanbul’u yalnızca “medeniyetlerin buluşma noktası” olarak değil, aynı zamanda sınıf mücadelelerinin tarihsel coğrafyası olarak okuyor.
Yazılama Yayınevi’nden çıkan eser, şehrin vitrinini değil, bastırılmış yüzünü anlatıyor. Sarayların, kulelerin değil; grev alanlarının, işçi mahallelerinin, susturulmuş sokakların izini sürüyor. Önsözde de belirtildiği gibi yazarlar, “klişeleri bozacak bir gezi rehberi hazırlarken yalnızca zamanın değil, egemenlerin de sessiz bir unutuluşa gömmeye çalıştığı yaşam izlerini, eylemleri, mitingleri, heykelleri, grev alanlarını, mahalleleri ve mezarlıkları dolaşmak, anlamak ve anlatmak” istediklerini ifade ediyorlar.
Kitap dört ana rota ve bağımsız duraklar üzerinden ilerliyor. Birinci rota Sirkeci’den Sansaryan Han’a, Tan Baskını’na ve Mekteb-i Mülkiye’ye uzanıyor; burada İstanbul’un öğrenci ve devrimci hareketlerinin izleri sürülüyor. İkinci rota Beyazıt’tan Fatih’e kadar gençliğin ve öğrencilerin tarihini ele alıyor. Üçüncü rota Gedikpaşa’dan Yedikule’ye işçi sınıfının mekânlarını gözler önüne seriyor. Dördüncü rota ise Galata Köprüsü’nden Taksim’e kadar uzanıyor; 15–16 Haziran yürüyüşleri ve 6–7 Eylül olayları gibi İstanbul’un ‘farklı’ tarihini görünür kılıyor.
Bağımsız rotalarda ise gecekondu mahalleleri, Maçka Dayanışma Anıtı, en bilinen 1 Mayıs afişinin hazırlanma öyküsü gibi anlatılar yer alıyor.
Tarihsel belgeler ve tanık anlatımları ve fotoğraflarla desteklenen kitap, ezilenlerin İstanbul’unu tanımak isteyenler için bir rehber niteliğinde. Ancak Anadolu Yakası’na uzanmaması dikkat çekiyor. Paşabahçe direnişi, Cevizli Tekel, 15–16 Haziran’ın Anadolu yakasındaki yansımaları kitapta ne yazık ki yer bulmamış.
Ezilenler İçin İstanbul Gezi Rehberi, İstanbul’un sadece bir kültür başkenti değil, aynı zamanda direnişlerin ve toplumsal mücadelenin mekânı olduğunu hatırlatması açısından kıymetli bir yayın.
Kitaptan alıntılar:
“VAPUR KAÇIRAN MİLİTANLAR”
Eminönü meydanıyla komşu olan Sirkeci, 1970'li yılların birçok önemli kitlesel eylemlerine tanıklık etmiştir. Bunlardan en bilineni medya tarafından “solcuların vapur kaçırma eylemi” olarak adlandırılan olaydır. Olayın başladığı yer (1978-1980 arasında 5.000 dolayında insan siyasi çatışmalarda hayatını kaybetmiştir) Adli Tıp Morgu'nun önüdür. (…) iki devrimci İstanbul'da belediye otobüsünden indirilerek halkın gözü önünde katledilmişti. Bu devrimcilerin cenazelerini uğurlamak amacıyla Gülhane Parkı'nın karşısında bulunan Adli Tıp Morgu'nun kapısında toplananlarla polis arasında çatışma yaşanmıştı.
(…)
Gülhane’den başlayarak polisin uyguladığı şiddete direnmek için Karaköy’deki vapur iskelesine sonra da kalkmakta olan şehir hatları vapuruna sığınan yaklaşık yüz kişilik devrimci grup, polis ve basın işbirliğiyle “vapur kaçıran militanlar” haline getirilmişlerdir. Bu yüz kişi, vapurun tarifeli seferini yaptığı Kadıköy İskelesinde gözaltına alınarak, Sirkeci’deki Sansaryan Hanı’nda bulunan İstanbul Emniyeti İkinci Şubesi’nde gözaltında tutulmuşlardır.
SANSARYAN HANI
1895 tarihinde Erzurumlu işadamı Mıgırdiç Sanasaryan tarafından Mimar Hovsep Aznavur'a yaptırılan bu han, başlangıcında Van'dan Tiflis'e göç etmiş zengin bir ailenin hayır projesidir. Anadolu'daki yoksul ve yetim Ermeni çocukların eğitimi için, tüccar ve armatör Mıgırdiç Sanasaryan Erzurum'da büyük bir okul kurduğundan, Sirkeci'deki bu binayı da söz konusu okula, kira geliri sağlamak amacıyla tasarlayıp yaptırmıştır. Binanın bu konumunu terk etmesi 1915'ten sonra okula ve tüm gelirine ve diğer kaynaklarına el konulması ile başlar.
1930'ların ikinci yarısından itibaren İstanbul Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı bir bina olarak kullanılmıştır. Şefik Hüsnü, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Sabiha Sertel gibi 1930'lu 40'lı yılların TKP’lilerinden 1970’li yılların gençlik önderleri Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, Ziya Yılmaz’a kadar birçok devrimci ağır işkenceler görmüştür.
GÜLHANE PARKINDA CEVİZ AĞACI
Nâzım Hikmet'in 1957 yılında yazdığı “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda” dizesiyle başlayan şiirin, 1980'lerden sonra Cem Karaca'nın bestesiyle çok yaygın hale gelmesinden olsa gerek, şiirle ilgili efsaneleri de artırdı. Bu efsanelerden en bilineni, Nâzım'ın Türkiye'den ayrılmadan kısa bir süre önce kaçak durumdayken eşi Münevver Hanım'la burada randevulaşması üzerinedir. Şairin arandığı, kaçak yaşadığı zamanlardır. Ülkeden ayrılmadan önce sevgilisini son kez görmek ister ve Münevver Hanım'la randevulaşır. Parkta onu beklerken, polisin geldiğini görünce parktan uzaklaşmak yerine buluşma noktası olarak belirledikleri ceviz ağacının üzerine tırmanır ve eşinin gelişini ağacın dalları arasında ve yapraklara gizlenerek bekler. Bunlar olurken Münevver Hanım da ağacın altına gelmiş ve şairi beklemeye başlamıştır. Zaman geçer şair gelmez. Bu süre içinde Nâzım, ağaçtan sevgilisini izlemiş ve şairin gelmeyeceğini anlayan eşi ağacın altından ve parktan ayrılmıştır.
EZİLENLERİN İLK KİTLESEL MİTİNGİ
Darülfünün Caddesi’nin devamı niteliğindeki 15 Temmuz Şehitler Caddesi bizi Saraçhane Meydanı’na ulaştırır. Bu meydan, 1961 yılının son günü İstanbul Saraçhane'de İstanbul İşçi Sendikaları Birliği (İİSB) tarafından düzenlenen ve Mehmet Ali Aybar'ın “Emekçiler sanki birden yüzyıllık uykularından uyanmışlardı” şeklinde tanımladığı büyük mitingin yapıldığı alandır. 31 Aralık 1961 günü ülkenin dört bir yanından gelen yüz binlerce emekçi, bu alanda toplanmış ve grev ve sendikal haklarını haykırmışlardır.
Saraçhane Mitingi, İİSB'nin siyaset sahnesine çıktığı ilk eylemidir. Ancak bu mitingin örgütlenmesinde Türkiye İşçi Partili (TİP) sendikacılar etkin rol oynamışlardır.
(…)
İlk büyük işçi mitinginin burada yapılması bir tesadüf değildir. Çünkü tarihine baktığımızda Saraçhane İstanbul'un ilk işçi semtidir. İsminden anlaşılacağı üzere saraçlar, debbağlar, deri boyacılar, pabuççular, çizmeciler, deri tulumcular, parşömenciler, ciltçiler, kolancılar, eyerciler, yularcılar, kamçıcılar, meşin ve sahtiyancılar fetih sonrası İstanbul'un bu bölgesinde dönemin organize bir sanayi sitesi gibi çalışmışlardır.