Kentsel dönüşümü her yönüyle ele alan röportajlarımıza bu hafta bir yenisini ekliyoruz. Bu kez konumuz sinema. Kadıköy’de bir apartman yıkılıyor, bir adam direniyor, kamera gerçeği ve kurguyu birleştirerek bir hikâye anlatıyor ve ‘Faruk’ filmi ortaya çıkıyor. Bir asra yaklaşan yaşamının çeyreğini Selamiçeşme’de geçiren Faruk Özge’nin evinin kentsel dönüşüm sürecine girmesini, kızı yönetmen Aslı Özge beyazperdeye aktarıyor. Gerçeklik ve kurgunun kesiştiği film; yalnızca bir evin yıkımı değil; geçmişle bağlar ve gelecek kaygıları üzerine derin bir hikaye...
74. Berlin Film Festivali’nde dünya prömiyerini gerçekleştiren, katıldığı birçok festivalden ödüllerle dönen ve şu an Mubi’de gösterimde olan filmin, Sinematek/Sinema Evi’nde 22 Aralık Pazar günü saat 14.00’te ekip katılımlı gösterimi olacak.
Biz de Aslı Özge’ye Faruk’u sorduk.
Her sanat üretiminin bir çıkış noktası olur ya, Faruk filmininkini sorarak başlamak isterim.
İlk olarak aklımda babamın Kadıköy’de yıllardır yaşadığı apartmanın kentsel dönüşüme girmesini belgelemek vardı. Bir yandan da bu duygusal süreci kameranın arkasına saklanarak hafifletmek istedim. Sonradan kentsel dönüşüm sürecinin düşündüğümden uzun süreceğini fark ettiğim için senaryosunu yazdığım bir filme dönüştü. Babamı, bir komşumuzu, çeşitli arkadaşları ve bazı oyuncuları da dahil ederek filmi çektik. Kısaca bu film kurmaca ve gerçeğin iç içe geçtiği, sınırların tamamen bulanıklaştığı ve film içinde de bunu seyirciye sık sık hatırlatan hibrit bir film.
Babanızın rol alması nasıl gerçekleşti?
Zaten olaylar babamın yaşadığı apartmanda geçtiği için en baştan beri projeye dahildi. Sonrasında da yazdığım senaryoyu çekmeye başladığımda, en baştan beri çektiğim görüntüleri de kullanmak istediğim için babam organik bir parçası oldu filmin. En baştan beri hibrit bir form düşündüğüm için başkasını oynatmak gibi bir fikrim hiç olmadı. Köprüdekiler adlı filmimin bir anlamda devamıydı benim kafamdaki.
“YIKIM, YALNIZLIĞI GETİRİYOR”
Yıkımın simgesel anlamı üzerine ne düşünüyorsunuz? Faruk için bu yıkım yalnızca bir binanın sonu mu, yoksa daha derin bir kayıp mı?
Yıkım her anlamda bir eksilmeyi, kaybettiklerimizi çağrıştırıyor ve beraberinde büyük bir yalnızlık duygusu getiriyor. Faruk, filmde yıkıma engel olmak isterken aslında geçmişine ve silinip gidecek anılarına tutunuyor. Kızı Aslı da geleceği için savaşıyor. İki kuşağın çatışması ev meselesi üzerinde kesişiyor. Bir anlamda günümüz İstanbul’unun bir portresi. Ayrıca belge ve arşiv niteliği de var.
FARUK’UN PERSPEKTİFİ...
Faruk’un yaşadığı apartmanın yıkımına karşı gösterdiği direnişi nasıl tanımlarsınız?
İstanbul dev bir metropol. Faruk burada yaşayan milyonların içinde tek başına direnerek ayakta kalmaya çalışıyor. Ben bu hikâyeyi anlatırken yaşlanma hakkındaki klişeleşmiş ön yargıları kırmak istedim. Gerek mizah anlayışı, gerek hayata bağlılığıyla hayatı Faruk’un perspektifinden göstermeye çalıştım.
Filminizde bir baba-kız ilişkisini ele alıyorsunuz. Kızı olarak kameranın arkasında olmanız, Faruk karakterini ve bizatihi babanız Faruk beyi nasıl etkiledi?
Babam filmi çok sahiplendi. Çekimlerin 7 yıl gibi bir zamana yayılmasının da bunda etkisi vardır mutlaka. Kendisini o kadar adapte etti ki bir anlamda hayata devam etmesinin amacı gibi oldu bu film. Ben de bunu hissettiğim için uzun süre boyunca filmi bitirmek istemedim aslında. Filmin görüntü yönetmeni Emre Erkmen, babamla yürüyüş yapmak istediğinde babam dışarı çıkmak istemezken, ‘ama kamera da var çekim yapacağız’ dediğinde hemen hangi gömleğini giyeceğini sorup hızlıca hazırlanıyordu. Ekip ile çektiğimiz 4-5 haftalık büyük çekimler dışında da, ikimizin onunla beraber olduğumuz her an boyunca kamera hep yanımızdaydı ve Emre’yle hiç durmadan çektik. Ta ki artık babam geçen sene “Benim film ne zaman bitecek?” diye sorana kadar.
Filmin seyircideki karşılığı nedir acaba? Nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?
Gerek kentsel dönüşüm gerekse yaşlanma ve kayıp hepimizin ortak dertlerinden. Bu anlamda sanıyorum filmde herkes kendinden bir şeyler görüyor. Her ne kadar filmdeki Aslı ve Faruk, bizim kurgusal hallerimiz olsa da, senaryoyu yazdığımdan beri başı ve sonu belli olan bir hikâye olsa da, seyirci hikâyeyi çok gerçek olarak alıyor ve bu konularda konuşmak, kendi hikâyelerini benle paylaşmak istiyor. Özellikle sonu ve insanların babamı, kendi babası yerine koyarak izlemeleri hakkında çok mesaj alıyorum.
Film yurtdışında gösteriliyor, ödüller alıyor. Hatta en son İspanya'nın saygın film festivallerinden 39. Valencia Film Festivali’nde 3 ödül kazandı. Faruk’un hikâyesinin, bireysel bir anlatı olmanın ötesinde evrensel yansıması nedir sizce?
Aynı konular yurtdışında da büyük meseleler. Nereye gitseniz kentsel dönüşüm ve yaşlanma iç içe geçerek büyüyor. O yüzden Türkiye’dekine çok benzer tepkiler alıyorum.
Filmlerinizde kentsel dönüşüm, ev, barınma gibi konuları ele alıyorsunuz. Neden kameranızı çoğunlukla bu meselelere çevirmeyi tercih ediyorsunuz?
Yeni bir eve taşınmak beraberinde bir yere ait olmak, aidiyetini sorgulamak gibi meseleleri de beraberinde getiriyor. Yeni bir ev bir geçmişin sona ermesi yeni bir başlangıç demek. Bu arada kalma durumu ve o dönem beni ilgilendiriyor. Diğer filmlerim Hayatboyu’nda, Ansızın’da da var bu konu var. Köprüdekiler’de de karakterlerden birinin en önemli konusu yeni bir eve taşınmak. Ancak kentsel dönüşüm son iki film Faruk ve Berlin’de çektiğim ve seneye burda da vizyona girecek olan Kara Kutu’ da özellikle öne çıktı. Ev arayışı, günümüzde bir güç savaşı hâline geldi. Bir emlakçı veya müteahhit karşısında kendinizi sanki bir iş görüşmesindeymiş gibi beğendirmeye çalışırken bulabilirsiniz. Herkes kendi küçük imparatorluklarını kurmaya çalışıyor. Gücü elinde tutma meselesi ve bunu kullanma biçimleri beni her anlamda ilgilendiriyor.
Kapanışı Kadıköy sorusuyla yapalım; Kadıköy ve Kadıköylülerin filme katkısı-etkisi ne oldu?
Babam Kadıköy’de oturmasa bu film olmazdı. Aslında bu soruya en iyi cevabı filmin kendisi veriyor.