Fotoğrafçı, fotoğraf öğretmeni ve koleksiyoner Ferda Çağlayan’ın fotoğraf makinaları, flaşlar, pozometreler, fotoğraflar, dökümanlardan oluşan kişisel koleksiyonu Kadıköy Belediyesi Tarih Edebiyat Sanat Kütüphanesi’nde sergileniyor. Çağlayan’ın 16 yıllık emeğiyle meydana getirdiği bu koleksiyon, dijital devrimle cep telefonlarına girerek gündelik yaşantımızın en önemli görsel kayıt aracına dönüşen fotoğraf makinesi ve fotoğrafın evrimine yönelik bir seçki özelliği de taşıyor. İstanbul’da, yaşayan bir fotoğraf müzesinin olmamasına dikkat çekmek isteyen Çağlayan’la sergiyi, koleksiyonerliği ve fotoğraf tarihini konuştuk.
MAKİNELERDEN ALBÜMLERE ONLARCA ESER
Bu koleksiyonu oluşturmaya ne zaman karar verdiniz?
Bu serüven 16 yıl önce başladı. Öğrencilerime fotoğraf eğitimi verirken, aynı zamanda kendi imkanlarımızla yaptığımız “pinhol kamera” ile fotoğraf çekiyorduk. Bu süreçten sonra fotoğraf eğitimini teorik bilgi vermenin ötesine taşımak istedim. Yavaş yavaş antikacılardan makine, flaş ve diğer aksesurları toplamaya başladım. Bir süre sonra ‘şu modeli de alayım, aa bu da farklıymış bunu da alayım’ noktasına geldim. Zaman ilerledikçe, bu bende bir koleksiyon tutkusuna dönüştü.
Sergide kaç parça var?
Koleksiyonumun hepsi burada değil. Sanırım yüzde 80’ini buraya taşıdım. Ama yaklaşık 250 parça bulunuyor. Sergide fotoğraf makineleri, tripotlar, pozometreler, flaşlar, flaş ampulleri, mekanik zamanlayıcılar gibi teknik eserlerin dışında; fotoğraf zarfları, döneminin fotoğraf albümleri, afişler, fotoğraf giyotini, stereo fotoğraflar ve stereoskoplar, cam negatifler ve Osmanlı dönemi stüdyolarında çekilmiş fotoğraflar, fotoğraf kitapları ve dergileri, broşürler ve fotoğraf sergi davetiyeleri de var.
Tüm bunları toplamak zor oldu mu?
Kolay olmadığını söyleyebilirim. Özel bir çaba sarf etmek gerekiyor. Tatile çıkacaksam, planımı bit pazarlarını ve antika dükkanlarını gezmeye göre ayarlıyorum. Bir noktadan sonra bu önüne geçemediğiniz bir tutkuya dönüşüyor. Her hafta bir yeni bir parça ekliyorum bu koleksiyona. Ama artık eskisi kadar gezmiyorum, antikacılar bana ulaşıyor.
“YAŞAYAN BİR MÜZE HAYAL EDİYORUM”
Koleksiyona ekleyeceğiniz makineyi ya da aksesuarı neye göre seçiyorsunuz?
Daha az üretilen, çok fazla yaygın olmayan parçaları seçmeye özen gösteriyorum. Görünümüyle bana daha estetik gelenleri seçiyorum. Bu makinelerin, flaşların, pozometrelerin hepsi aynı zamanda tasarım ürünü. Çok fazla makine ve aksesuar üretilmiş ama müthiş bir rekabet de varmış. Neredeyse hepsinin tasarımı farklı. Çalışır olması da gerekiyor, kozmetiğinin iyi durumda olmasına özen gösteriyorum.
Koleksiyonunuzda “ilk ya da az bulunan eser” diyebileceğiniz parçalar var mı?
İlk polaroid makinelerden bir tanesi bu sergide yer alıyor. Aynı zamanda ajanların kullandığı bir mini fotoğraf makinesi de var. Stereo fotoğraflar var ve bu fotoğraflara stereo teleskopla baktığınızda 3 boyutlu görüyorsunuz. Şu anki 3 boyutlu görüntünün atası bu makina aslında. Amacım sadece makine toplamak değil. Bir müzenin prototipini göstermeyi amaçlıyorum. Türkiye’de çok az müze var ben de başka bir müze hayal ediyorum.
Nedir bu hayaliniz?
İstanbul’un çağdaş bir fotoğraf müzesine ihtiyacı var. Çağdaş müzeden kastım dinamik, yaşayan bir müze. Hem çağını, hem de fotoğraf tarihinin birikimini yansıtan, teknik ekipmanların, makinelerin, muhtelif aksesuarların, fotoğrafa dair tüm dokümanların sergilendiği bir müze. Aynı zamanda çocuklara eğitimlerin verildiği alanları, fotoğraf stüdyosu, konferansların, sunumların yapıldığı, ve belgesellerin izlenebildiği sinema salonu, fotoğraf yayınlarından oluşan kitaplığı, kafesiyle canlı bir yaşam atmosferini hayal ediyorum. Ölü, cansız bir müzenin kimseye bir faydası olamaz.
Çok sayıda fotoğraf, belge, çerçeve ve faturalar da sergide yer alıyor. Bunları neden eklediniz?
Bu sergide fotoğraf makinelerinin geçirdiği evrimi göstermek istiyorum. Sergiyi gezenler de bunu hissediyor aslında. Fotoğrafın 180 yıla yakın bir geçmişi var. Tüm bu süreci göstermek istedim. Bütün bunların dışında şunu da belirtmemde fayda var; fotoğrafın toplumsal ve gündelik hayata olan etkisi çok fazla. Bu yüzden eski fotoğrafçıların faturaları ve ilanları da, fotoğraf çerçevelerini de ekledim. Bana göre fotoğraf sadece çünkü makineden ibaret değil.
“NOSTALJİYE KAPILMADAN BAKMAK…”
Türkiye’de az sayıda müze olduğundan bahsettiniz, fotoğraf arşivi ne durumda?
Fotoğraf Fransa’da icat edildi ama endüstri devriminin bir sonucuydu. Hızla dünyanın önemli merkezlerine ve İstanbul’a da fotoğraf geldi. 1839-1850 yılları arasında İstanbul’da 30 adet stüdyo olduğu biliniyor. Bunların sahipleri de hep gayrimüslimdi. İstanbul’da müthiş bir fotoğraf birikimi vardı, özellikle Galata ve Pera bölgesinde. Dünya çapında isimlerini duyuran fotoğrafçılar buralardan yetişti. Osmanlı Dönemi bitti ve Cumhuriyet başladı ve çok önemli anlar yaşandı. Maalesef bu birikim bugüne taşınmadı. Avrupa’yı da gezdiğimde çok sayıda fotoğraf müzesini gördüm. Bu müzeler Osmanlı dönemine ait fotoğrafları koleksiyonlarına eklemişler. Bizim korumamız gerekirken, bunu Avrupa yapıyor. Büyük bir müzemiz yok ama çok büyük fotoğraf arşivimiz var. Nadir Eserler Kütüphanesi’nde bu arşivi görmek mümkün.
İlk fotoğrafçılar Galata ve Pera’da yetişiyor ama bir süre sonra Kadıköy’de de çok sayıda stüdyo açılıyor. Kadıköy’e ait eski fotoğraflara baktığınızda neler hissediyorsunuz?
Erken Cumhuriyet döneminde Kadıköy’de çok fazla stüdyo kurulmuş. Şu an Kadıköy fotoğraflarını da toplayan kolleksiyonerler var. Bu fotoğraflar Kadıköy’le ilgili önemli bilgiler de veriyor. Özellikle kent planlaması ve şehrin fiziksel değişimi açısından. Bir semtin yıllar içinde nasıl bir değişime uğradığına tanıklık ediyoruz. Ama nostaljiye kapılmadan fotoğrafı ait olduğu döneme göre değerlendirmek gerekiyor.