Sanatın uluslararası merkezi Kadıköy’ün Avrupa’dan konuğu var bugünlerde; Hugo Charpentier. Fransa’nın Lyon kentinde yaşayan genç sanatçı. Türkiye’deki ilk sergisini de Kadıköy’de açtı. Sanatçının "ARCHE" başlığını taşıyan sergisi, Göztepe’de bulunan Mine Sanat Galerisi DENEYSEL’de izleyiciyle buluşuyor. 6 Nisan’a dek açık olacak sergiye adını veren Arche kelimesi Fransızca, İngilizce ve Antik Yunanca’da başlangıç, gemi, köprü gibi pek çok mana taşıyan çok anlamlı, zengin bir sözcük. Sanatçı bu sözcüğü hem Fransa ile Türkiye arasında bir köprü anlamında, hem de serginin teması olan Nuh Tufanı/Nuh’un Gemisi’ne atıf olarak kullanıyor. Sergide sanatçının bir heykel, 11 kağıt üstü çalışması ve açılış gününde büyük formlarda kağıt üzerine sıfırdan yaptığı 3 performatif eseriyle birlikte toplamda 15 eseri yer alıyor.
LYON’UN GENÇ YETENEKLERİ
1990 doğumlu Hugo Charpentier, teknik çizim model tasarımcısı ve yayıncılık mezunu. Lyon’da ve Paris’te sanat üniversitesinde teknik ve teorik dersler veriyor, oyun karakterleri dizaynı yapıyor ve bu konuda eğitmenliğini video oyun yapımı okullarında gerçekleştiriyor. Serginin küratörlüğünü de yine Lyon’da yaşayan, genç bir isim, Selen Su Durmuş üstleniyor. 1993 doğumlu Durmuş, İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi’nden mezun olduktan sonra sosyoloji lisansı için Lyon’a taşınmış. Yüksek lisansını sanat ticareti üzerine tamamlamış. Şimdi ise doktora tezi kapsamında İstanbul sanat ticareti üzerine çalışıyor. Aynı zamanda bir sanat üniversitesinde yüksek lisans tez sorumlu hocalığı yapıyor.
CAZ BARDAN SANAT GALERİSİNE
Hugo Charpentier ve Selen Su Durmuş ile konuştuk.
Selen; Hugo Charpentier ile tanışıklığınız ne zaman ve nasıl oldu?
Selen Durmuş: 2014’te, Fransa’daki ikinci yılımda tanışmıştım. Hugo daha öğrenciyken, Underground bir caz mekânında, düzenlediği bir etkinlik sayesinde onu ilk defa görmüştüm ve yaptıklarından çok etkilenmiştim. Sahnede mekânın müdavimi caz müzisyenleri doğaçlama çalışırken, sahne arkasında da 3 metreye 3 metre bir tablo üzerine Hugo ve başka bir sanatçı doğaçlama resim yapıyorlardı. İkinci yarıda sanatçılar tablolarını değiştirdi ve resim yapmaya devam ettiler. Müzik hızlandıkça sanatçıların fırça darbesi de hızlanıyor, seyirciler bu büyülü anı büyük bir heyecan ve coşkuyla takip ediyorlardı. Müziğin ve resmin bir arada harmanlandığı bu muhteşem performansın sonunda, Hugo’nun yanına giderek onunla tanıştım ve o zamandan beri yaptığı tüm etkinliklere ve sergilere katılır oldum.
Arche sergisine giden yol nasıl oluştu?
S. Durmuş: Hugo, İstanbul’u ilk ziyareti sırasında sanırım 2018 yılıydı, Türk hamamlardan çok etkilenmiş ve bunun üzerine 2 metreye 2 metre, karışık teknik bir resim yapmıştı. 2021 yılında Lyon’daki bir galeride bu eseri ilk defa gördüğümde kendime bir söz vermiştim, İstanbul’daki ilk sergimi Hugo ile yapacaktım. Mine Sanat Galerisinin sergiye ev sahipliği yapmasıyla hayallerimi de gerçekleştirmiş olduğum için çok mutlu olduğumu söyleyebilirim.
İkiniz de Fransa’da yaşıyorsunuz. Bu sergiyi Türkiye’de, bilhassa Kadıköy-Mine Sanat’ta açmanızın nedeni ne?
S. Durmuş: Tezim kapsamında sanat galerisi sahipleriyle röportaj gerçekleştiriyorum ve bu sayede 2021 yazında Bodrum’da Mine Hanım (Mine Sanat Galerisi kurucusu Mine Gülener) ile yaptığım röportaj sayesinde tanışmıştık. Röportajımız oldukça keyifli geçmişti ve çok iyi anlaşmıştık. Röportaj sonunda da sohbetimize devam ederken, kendisi benimle çalışmak istediğini söyledi. Oldukça ileri görüşlü, 40 yıllık deneyime sahip, köklü bir galericinin benimle ortak bir proje yapma isteği beni çok gururlandırmıştı.
Hugo Charpentier: Sanat sevgisi, merak, meydan okuma zevki ve hepsinden önemlisi, az da olsa tanıdığım İstanbul'un inanılmaz bir şehir olması.
Arche’de izleyiciye neyi anlatmak istiyorsunuz, hangi temalara odaklandınız?
S. Durmuş: Büyük Tufan hikâyelerinden yola çıkarak, Mezopotamya’dan günümüze uzanan dünyadaki ilk yazılı eser Gılgamış Destanı’nı yine poetik bir dille size sunmak istedik. Bildiğiniz gibi Büyük Tufan hikâyeleri Gılgamış’tan sonra, çok tanrılı dinlerde ve daha sonra tek tanrılı dinlerde en bilineni Nuh’un Gemisi’nde yeniden karşımıza çıkıyor. Bu hikâyelerin hepsi aslında Türkiye coğrafyasında geçmesi nedeniyle, kurtarılamamış̧/kurtarılmamış unutulmuş̧ ve kimi zaman da cezalandırılmış̧ türleri, yeniden bu topraklara getirmek istedik. Bu görevi üstlenen Hugo Charpentier üretiminde kurduğu mitolojik diyalog ile köprü görevini de üstlenmiş olmuştur.
H. Charpentier: Bana derinden ilham veren Gılgamış destanını özetlemek gerekirse, yenilmezlerin dünyası masallardan, mitolojiden ve inançtan ibarettir. Hayal gücümüzü harekete geçiren muhteşem hikâyelerdir bunlar. Sonuçta benim için önemli olan onları kendi tarzımda temsil etmek, onların zihnimden kâğıda grafiksel olarak akmasını sağlamaktır. Bu paha biçilmez olduğunu düşündüğüm bir zevk ve özgürlüktür.
Bu Türkiye’deki ilk serginiz. Nasıl Hissediyorsunuz?
H. Charpentier: İnanılmaz heyecanlı ve mutluyum. Bunu gerçekleştirmemi sağlayan Selen Su Durmuş ve Mine Hanım ile galeri ekibine en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Mine Sanat Galerisi’ndeki gerçekleştireceğim gelecekte sergileri de şimdiden iple çekiyorum.
Fransız bir sanatçı olarak, ülkenizden uzakta, bambaşka bir coğrafyada sergi açmak size nasıl hissettiriyor?
H. Charpentier: Öncelikle bana gösterilen karşılamadan büyük onur duyduğumu söylemeliyim. Adrenalin içindeyim ve merek hissi duyumsuyorum. Tabii ki bu yolculuğa çıkmasaydım açılış esnasında gerçeklesen diyalogları, eserler hakkındaki izleyiciler ile yaptığımız konuşmaları ve bakış açılarını asla duyamayacaktım. Bu benim için inanılmaz besleyici oldu diyebilirim. Farklı kültürlerdeki sanat alışverişi bir sanatçı için çok değerlidir ve çalışmalarına katkısı da yadsınamaz, benim sonraki üretimlerimi şimdiden zenginleştirdiğini söyleyebilirim.
Sergideki eserlerinizin, Türkiyeli sanatseverde nasıl bir etki yaratmasını umuyorsunuz?
H. Charpentier: Ahaha, (gülümsüyor) etkisi ne olursa olsun, önemli olan izleyicilerle iletişime ve etkileşime geçmiş olması oldu. İzleyicilerin içinde sorular ve tartışmalar yaratması benim için çok önemliydi. Açılış akşamı güzel bir ön gösterim izledik. Tek temennim seyircilerin dikkatini ve ilgisini çekmek… Yönetmen Francis Ford Coppola, “Filmlerime her zaman bir yemek tarifi koyarım çünkü insanlar filmi beğenmezse en azından bir yemek tarifi öğrenmiş olurlar.” der. Bu bakış açısını çok zarif buluyorum. Ben de Türkiyeli izleyiciler için aynısını umuyorum.