Gel gülelim birlikte…

Bir anti-melodram olan hem bol kahkahalı hem inceden sızılı ‘’Sevmekten Öldü Desinler’’ oyunu, ülkenin sorunlu şu günlerinde seyirciye biraz gülüş vaat ediyor… Sezon boyunca Kadıköy Emek Tiyatrosu'nda seyircisini bekleyen oyunu, yazarı Murat Mahmutyazıcıoğlu ve yönetmeni Berfin Zenderlioğlu, gazetemize anlattı

17 Ekim 2017 - 16:59

" Ne yapalım, sert coğrafyada büyüdük diye, kalbimiz sulanınca yeşermeyelim mi?"

Geçen sezonun en iyilerinden, bu sezonun da bol ödüllü olması beklenen oyunu ‘’Sevmekten Öldü Desinler’’den bir replik bu. Şehrin batağında şarkıcılık hayalleri kuran Gönül'ün hayaline ortak edemediği Mustafa'sı, mahalleden arkadaşı Sevda'sı, pavyon sahibi Hamdi'si ve rengarenk Ahmet'iyle anlattığı bir yükselememe hikayesini anlatan oyun; arabeskin, pavyon ışıklarının, yitip giden masalların mum ışığında, oyuncunun anlatıcıya dönüştüğü bir antimelodram.

Hamdi Alp, İbrahim Halaçoğlu, Meltem Yılmazkaya, Onur Berk Arslanoğlu, Pınar Yıldırım’ı rol aldığı oyun, Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda sezon boyunca sahnelenecek.  Oyunu, "FÜ" ve "Sen İstanbul'dan Daha Güzelsin" oyunlarını da yazan Murat Mahmutyazıcıoğlu ve "Cambaz'ın Cenazesi" "Disko 5 No'lu" oyunlarda imzası olan yönetmen Berfin Zenderlioğlu’na sorduk…

2 kere izlediğim bu oyun bence arabeskli rapli, acılı neşeli, hayat gibi bir şey… Yazarı ve yönetmeni olarak size sorsam nasıl tariflersiniz?

Berfin: Hayatın kendi fotoğrafı gibi. Hatta çocukken izlediğimiz Yeşilçam filmlerinin fotoğrafı gibi ki zaten o da zaten hayatın içinde olan bir şey. Tabi o filmlerdeki aşk, fedakarlık gibi duyguların uzağındayız ama oyun içinde benim seyirciye yaşatmak istediğim şey o duygu ekseninde dolanıyor.

Murat: Metni yazarken tiyatralliği ön plana çıkarmak istedim. Sahne, seyirciye kapalı bir alan olmasın, oyuncu seyirciyle iletişime geçsin istedim. İnteraktif bir şey değil bu bahsettiğim. O çok iyi bildiğimiz melodrama farklı şeyler ekleyerek yazdım ve sahneledik. Metni yazarken Berfin'in yöneteceğini bilmiyordum ama onun tiyatro serüveniyle de örtüştü.

Murat sizinle başka bir oyununuz vesilesiyle yaptığımız röportajda bu oyundan bahsetmiştiniz. Ki o zamanki adı ‘Işıklı Gönül’ idi değil mi? Sizin yazış, Berfin hanımın sahneleyiş süreci nasıl gelişti?

Murat: Evet, Pınar Yıldırım (Kadıköy Emek Tiyatrosu) pavyonda geçen eğlenceli bir oyun yazar mısın demişti bana. Ben de çok sıcak baktım, böyle bir şey yazmayı gerçekten çok istedim. Sonra yazdım, sonra Pınar o metni Berfin'e teklif etti, o da sevdi ve süreç böyle gelişti. Metne bazı eklemeler yaptım, oyun provalarda demlendi.

Birbirini önceden tanımayan iki tiyatro insanı olarak birlikte çalışmak nasıldı?

Berfin: Ben bizim jenerasyonun birlikte çalışabilme potansiyelini önemsiyorum. Bu potansiyel çok yüksek.  Birbirimizi anlayarak ilerlediğimiz düşünüyorum. Ben çalıştığım her işte önce şunu söylüyorum; egolarımızı bir kenara bırakalım. Çünkü hepimiz de ego var ama bunları çalışma esnasında bir kenara bırakmadığız zaman gerçekten zor. Bu anlamda Murat'la güzel bir birlikteliği yakaladığımıza inanıyorum. Zaten ben oyunun süreçlerini daha çok önemsiyorum. Ortaya çıkan oyun bizi çok tatmin etmeyebilirdi de ama süreç benim için kıymetli oldu. Hem yazarla hem oyuncularla çalışma süreci beni tatmin etti.

Oyunu ‘antimelodram’ kelimesiyle özetliyorsunuz?  Ağlatmak değil de güldürmek mi istediniz seyirciyi? Hoş, izlerken benim ağladığım yerler de oldu ama…

Murat:  Ağlamanız güzel bir şey bence ki ben de izlerken bazen hala duygulanıyorum. Galiba oyunun o bölümleri hayata değen kısımları. Diğer bölümler işin eğlencesi. Yazarken kafamda ‘antimelodram’ diye bir kavram yoktu. Oyun seyirciyle buluşmadan evvel böyle bir kelime, cümle olsun bütün oyunu ifade etsin istedik ve böylelikle antimelodram dedik. Melodram klişelerini ti’ye alan, hatta hayatın gerçeğini melodrama yaklaştıran bir oyun. Bu da bir klişe olacak ama; gülüyoruz ağlanacak halimize…

Oyun buram buram arabesk bir tema çevresinde şekilleniyor. Sizlerin de içinizde arabesklik var mı?

Berfin: Zaten Ortadoğu'nun genlerinde var arabesk, siz de bunun çok da uzağında duramıyorsunuz. Fakat kendi açımdan bakınca çok da yakın olduğun bir duygu değil açıkçası. Çocukluğumda hep kaçtım arabesk şarkılardan filan. Metnin arabesk bir hikayesi var. Bence orayı eksen olarak almalıyız. Metnin gidişatı ve içindeki şarkılar Murat'ın da dediği gibi daha antimelodram. Az önce sizin de dediğiniz gibi bazı anlar var seyirciye bizi duygulandıran ama tam o noktada hemen hayatın öteki tarafına geçiliyor. Klişeleri işlemek bazen tutar oyunlarda ama onu yakalayamadığı zaman da ters tepebilir. Biz bunu oyunculuk üzerinden gidermeye çalıştık.

Oyunun içinde kentsel dönüşüm, LGBT+ gibi pek çok konuya ince göndermeler var. Ama kesinlikle sıkıcı bir didaklikte değil. Bu çizgiyi nasıl çizebildiniz?

Berfin:  Oyundaki trüklerle (sinema veya tiyatroda teknik ustalıkla yapılan gösteri) alakalı. Seçtiğimiz biçim o anlamda çok belirleyen bir şey. Son dönemde izlediğim oyunlara bakınca şunu düşünüyorum; evet yani denenmeyen, söylenmeyen bir şey kalmadı. Herkes söylemek istediğini söylemeye çalışıyor. Eğer bir ‘derdi’ varsa onu anlatmaya çalışıyor sahnede. Benim açımdan da; evet bu metnin söylediği bir şey var ve ben bunu nasıl sahneye aktarırım’ı düşündüm. Ne yapsam o klişeler daha açığa çıkar ya da klişeler klişe olmaktan da çıksın… Sahnedeki biçimsel form bununla örtüşen bir yerde duruyor hem de bir yandan da ondan kurtarıyor. Oyuncunun enerjisine inanan biriyim, oyuncu merkezli tiyatro yapıyorum  ki Murat da öyle. Dekor tasarımı, oyunculuk biçimi, bazı anlardaki yabancılaştırmalar aslında işin kilit kısımları.

Murat: Arabeskten ziyade Yeşilçam melodramlarına yakın. Bu melodramı olduğu gibi anlatsak 2017'de hiç kimseyi ikna edemezdik. Çünkü konu çok basit; şarkıcı olmak isteyen bir kızın hikayesi ve onu yanına eklenen karakterler… Evet oyun sloganlar atıyor ve bakın slogan attık diye altını çiziyor. Klişeyi kullanıyor ama bakın klişe kullandık da onu da vurguluyor.

Dekor o yüzden mi çok sade? Oyuncuya daha rahat bir alan açmak için mi?

Berfin: Benim şimdiye kadarki bütün işlerimde hep minimal dekorlu çalıştım, hiçbir zaman dekore yüklenmedim. Öyle bir tiyatro anlayışım yok benim. Aslında bu oyunda dekor anlamında bir sıkıntı yaşadık. Dekor tasarımını başka birisi yapacaktı ama son anda olmadı. İşler aksayınca dekoru da ben yaptım.  Eğer sahneye bir pavyon dekoru kursaydık yürümeyen bir klişe olurdu.

Oyundaki şarkılar da dikkat çekici. Bu oyun için sıfırdan mı yapıldı?

Murat: Evet bir tane çok ünlü şarkı hariç diğerlerini Burçak Çöllü yaptı. Zaten oyun müzikli, belli bir ritmi var. Bu yapıyı kuran da ben, Berfin ve Burçak olduk.

O dünya öyle bir yaratılmış ki sahnesiyle, mikrofonuyla, ışığıyla seyirci zaten kendini pavyonda gibi hissediyor bence…

Murat: Seyirciyi -hele ki bu zamanda-  tiyatro sahnesinde bir mekana ikna etmeye çalışmak bana saçma geliyor. Oyuncu ben burada bir parktayım dediği anda zaten seyircinin hayalinde orası park oluyor. O nedenle seyircinin zekasını küçük görmemek gerekiyor. Ayrıca imkansızlıklar da yaratıcılığı tetikliyor bizim alternatif tiyatrolarda. Tetiklediği için biz de üretmeye devam ediyoruz.

Oyun süresince oyuncunun birden rolden çıkıp, başka şeyler söylemesi yani yabancılaştırma efektleri hangi amaca hizmet ediyor?

Murat: oyuncu, hem seyirci ile hem de karakterinden çıkıp kendisi ile ilişki ile ilişkiye giriyor. Oyuncu açısından zevkli bir alan.  Ben de tiyatro anlayışımda bunu seviyorum, keza Berfin de.  

Seyirci izlerken bir anlığına oyundan uzaklaşsın mı istiyorsunuz? Neden, tam tersine oyuna kapılıp gitmesi varken…?

Berfin: O zaman daha dramatik bir yapı kurmak, daha klişe bir yerden gitmek zorunda kalırdık ki ben o klişenin çok da işleyebileceği ne inanmıyorum günümüz dünyasında. Çağımızda böyle bir aşk hikayesinin olabileceğine seyirciye inandırmak mümkün mü?

Benim için oradaki kadının durumu önemli. O kadın bir özne. Klişe anlamında kötü yola düşüp de pavyona gitmiyor ki. Şarkı söylemek istiyor. Hayatında pek çok şey oluyor ama buna rağmen direniyor. Kendi direniş alanını yaratıyor, şarkı söylemek üzerinden. O filmlerdeki klişe noktadan ilerleseydik, oyun böyle bir oyun olmazdı. Mesela belki sizi bu kadar etkilemezdi. Günümüz dünyasında melodram yemez yani.

 Murat: O şekilde anlatsaydık sıkıcı olurdu. Seyirci buna ikna olmazdı.

Bu kadar klişe demişken ben de klişe kontenjanından bir soru sorayım; oyunu izleyenlerin yorumlarını merak ediyorum gerçekten. Adına aldanıp klasik bir melodram beklerken ters köşeye yatanlar var mı mesela?

 Murat: Bence evet isminden dolayı biraz öyle bir düşünceyle gelen oluyor. İpucu vermeyeyim ama o isminden üstünden geçiyoruz zaten oyunda. Seyirci eğleniyor, duygulanıyor.  Ben bir yazar olarak düşünüyorum da; zaten bir oyundan başka ne istenir ki?

Her oyunun bir teması olur. Murat sizin için nedir bu oyunun ‘derdi’?

Murat : Çıkış noktam seyirciyi eğlendirmekti! Yine bir klişe olacak ama eğlendirirken de düşündürmek… (kahkahalar). Söylemek istediğim birkaç şeyi o karakterlere söyletmek ve seyirciye bazen böyle boşlukta bırakmak… ‘Çok güldük ama burada bir şey var galiba’ dedirtmek. Seyirciyi sürekli ayakta tutmak..

Tam yeri gelmişken kişisel olarak tek eleştirimi söyleyeyim; oyun neden bu kadar uzun?

 Berfin: Murat'ın taşıdığı derdi ben de taşıyorum. Oyunun bir matematiği vardı, onu bozmak istemedim.

 Oyunun ismine atıfla sorayım; sizce sevmekten ölünür mü?

(gülüşmeler)  

Murat:  Bence ölünmez. O kadar büyük duyguların yaşayamayacağı bir çağda olduğumuzu düşünüyorum. Öyle büyük duyguları hissedenler bunu sanata aktarırlarsa daha iyi olur.

Berfin: Tabii artık sevmekten ölünmüyor. Günümüz dünyasında bunun yeri yok, başka bir çağdayız artık. Ama sevmekten soluksuz kalınabilir ki o da ölmenin başka türlüsü. O zaman da ölmemek için sanatçılar bunu kendi mecralarında başka bir şeye dönüştürüyorlar. Shakespeare’in Romeo Juliet’i,  Ahmed-i Hani’nin Mem ve Zîn’i gibi sevmekten ölenler oyunlarımıza, şarkılarımıza, kitaplarımızı konu oluyorlar. Diğer insanlar da günlük rutin ilişkilerine, işlerine devam ediyorlar.

Şarkıda ‘Çözmeye talip değiliz, gel beraber ağlarız’ diyorsunuz. Bu, seyirciye mi çağrı? İçinde bulunduğumuz acı günlerde tiyatro iyi mi gelir bize?

Berfin: Evet, bütün o kötü duygulardan arınabilecekleri bir alan yaratmak… Bir taraftan da dert edindiğimiz konularda göndermeler var elbette ki. Yani tamamıyla hayattan kopuk da değil. Hayatın kurgulanmış biçimine sahnede görüyorsunuz. Evet oyun eğlenceli, hayatın kendisi de öyle. Sürekli dram yaşamıyoruz. Kaldı ki gülmek devrimci bir eylemdir…

Kötü zamanlardan geçiyoruz.  Cesaret bulaşıcıdır denir ya,  korku öyle. Son dönemde insanlar  hep korkuyor. İnsanlar fikirlerini söyledikleri için cezaevlerine konuluyor, kitaplar toplatılıyor, gazeteciler yurtdışına kaçmak zorunda kalıyor, akademisyenler mesleklerinden ihraç ediliyor… Böyle bir ortamda birbirimize sarılmalı, kenetlenmeliyiz.  sadece şikayet ederek bir şeylerden kurtulamayız ki, ne yaptığın da öenmli. Biz sanat yapıyoruz. Mesela şimdi bakıyorum da herkes deli gibi oyun yapıyor. Neden? Çünkü herkes patlama noktasında, böyle ancak rahatlayabiliyorlar.

Evet bu oyun bir komedi ama içinde size işaret ettiği noktalar var. Mesela bu ülkede hala homofobik insanlar var, hala cümlelerimizi söyleyemiyoruz, hala can güvenliğimiz yok. Çünkü özgür değiliz. Bir kesim artık çok özgür ama bir kesim hapsedildi. Bence bu ülkenin ‘ses çıkartma’genleri de biraz problemli. İnsanlar ölüyor ama buna alıştık, alıştırılıyoruz. Bu ve bunun gibi oyunlar da bizlerin patlama, ses çıkartma yöntemleri. Beni şu an ayakta tutan tek şey yaptığım iş. Direnişimi sanatsal alandan yapıyorum.

 Murat: Geçen sene çok zor geçti ya. Sürekli bombalar patlıyor insanlar ölüyordu. Bugünler de çok iyi değil ama en azından can güvenliği konusunda biraz daha rahatız. Oyunu yazarken de bombalar patlıyordu prova yaparken de. Hatta o zaman Berfin’le konuşurken şunu demiştim; ‘Eğer birisi bu oyunda ne anlatmak istedin?’ diye sorarsa ‘insanlar iyi vakit geçirsinler ve şu anda zaten ihtiyacımız olan şey bu’ diyeceğim demiştim. Bu oyunla amacım tamamen insanlar tiyatroya geldikleri zaman keyifli vakit geçirtmek… Aralarda tabi ben yine söylemek istediklerimi de söylüyorum oyunda.

‘Çözmeye talip değiliz gel beraber ağlarız’ demek şu aslında; gel senin başının etini yemeyeceğiz didaktik didaktik bir şeyler söylemeyeceğiz. Çünkü ben ona inanmıyorum. İnsanları bir salona toplayıp da kendi inandığın şeyleri –ki onların da az çok ikna olduğu meseleleri-  orada tekrar etmek hiçbir gereği yok. Önce seyirciyle eşitlenmek gerek. Ben de senin gibiyim, bben de korkuyorum. Sorunları hemen çözemeyeceğimizi ben de biliyorum ama gel beraber şu vakti güzelce geçirelim, paylaşalım. Devam etmek için biraz umut kazanalım.


ARŞİV